İslâm Âlemi neden karışık?
“Osmanlı’da ilim” olmadığını söyleyenler, hezeyan içindedir. Eritre ve Sudan’dan Polonya’ya, oradan Çek ve Slovakya’ya, oradan Fas’a, Doğu Hindistan’a kadar, yirmi milyon kilometrekareyi aşkın bir coğrafyada yaşayan, her anlamda bir birinden çok farklı milletleri yüzlerce yıl barış içinde yönetebilmek için öncelikle ilme, irfana, bilgiye, teknolojiye sahip olmak lâzım…
Osmanlı’da bunlardan daha fazlası vardı…
Ahlâk, fazilet, şefkat, maharet, adalet, hikmet, feraset, tevazu ve müsamahayı esas alan bir karaktere (haslet) sahiptiler.
“Dünya Tarihi” gibi son derece önemli, şümullü ve iddialı bir esere imza atan Amerikalı yazar William H. McNeill, Osmanlı ceddimiz hakkında şunları söylüyor:
“Başka hiçbir İslam Devleti böylesine değişik ve böylesine etkili bir iç örgütlenme biçimi ortaya koyamadı ve hiçbiri dünya tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun oynayacağı role uzaktan yakından benzer bir rol oynamadı” (Dünya Tarihi, s: 271).
McNeill, bu “oluşum”un kaynaklarını da veriyor:
Derin iman (özgüven sağlar);
Fazilet ve irfan (kaynağı Allah sevgisi ve korkusu);
Yüksek bilinç;
Yüksek ahlâk (Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır/ Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır [Mehmed Âkif]).
İlim ve teknoloji (hayatı ve çağı kavramayı kolaylaştırır);
Doğru bilgi (bilgiye ulaşım ve bilgiyi kontrol);
Bugün İslâm Âlemini sarsan kargaşanın temelinde bu “üstün karakter”den kopuşumuz yatıyor.
Konuyu daha derinden kavramak için dünümüzü bugünümüzle karşılaştırmamız lâzım…
Dün de Müslüman’dık, bugün de Müslümanız, elhamdülillah: Yani bir “kıble sapması” söz konusu değil… Ancak bir “eksen kayması” yaşanmadığını söylemek çok zor…
Meselâ hayatı ve çağı tüm unsurları ve ayrıntılarıyla kavrayabilmek için gereken ilmi donanımdan mahrumuz: “Armut piş, ağzıma düş” havasında, tüm bilimsel gelişmeleri Batı’dan bekliyoruz…
Veriyor, ama vererek içimize de giriyor. Hatta bazen verdiklerinin bedeli olarak aldığı para ile yetinmiyor, haysiyetimizi bile istiyor.
Kuraldır: Değer üretmezseniz, üretenlere mahkûm olursunuz!
İslâm dünyası yüzlerce yıldan beri Batı’ya mahkûm: Teknoloji karşılığında yalnızca para değil, özgüvenini de vererek yaşıyor.
Halbuki Peygamber Efendimiz, ilim öğrenmenin kadın-erkek her Müslüman’a farz olduğunu, ilim Çin’de bile olsa gidip onunla buluşmak gerektiğini söylüyor…
Müslümanlarda ise “doğru bilgi”ye ulaşma cehdi yok. Böyle bir cehdimiz olmadığı için de, bilgiyi Hıristiyanlarla Museviler kontrol ediyor. Dolayısıyla onlar güçleniyor ve İslâm dünyasına hükmediyorlar.
Kısacası, Osmanlı’nın son zamanlarına musallat olan “bilinç sakatlanması” artarak sürüyor: “İlim-irfan sahibi Müslüman” mumla aranıyor…
“Tefekkür”den (derin algı) mahrum din anlayışıyla bilinç ve yüksek ahlâk inşa etmek mümkün değil. Çar-naçar “ifrat” ile “tefrit” arasında bocalama başlıyor.
Müslüman’ın hayatında “denge” kalmadı.
Bu durumda, içimizde hala var olan “iman”ı aksiyona dönüştüremiyoruz.
Şimdi buyurun, o soruyu tekrar sorun kendinize: Neden İslam dünyası bir türlü toparlanamıyor?..
Cevap belli: Toparlanamıyor, çünkü ortada Osmanlı’nın yönetim mahareti yok!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.