Başımızın Püsküllü Belaları
Bilindiği gibi tarihi Hak Batıl mücadelesinin başında Peygamberler vardır. Allah isteseydi bu peygamberlerden sonra gelen ümmetler, peygamberleri kendilerine açık deliller ve engin hüccetler getirdikten sonra onları yalanlamaz, eziyet etmez, hatta katletmezlerdi.
Allah dileseydi onlar çekişmezler, ihtilafa düşmezler ve birbirleriyle savaşmazlardı ve peygamberlerin hak din üzerinde ittifak ettikleri gibi, Allah onları peygamberlere uyma hususunda birleştirirdi. Evet, işte Peygamberler bunun açık örneğidir.
Ama öyle dilemedi. Çünkü Allah insana değer verdi, ona akıl ve irade verdi. Seçme kabiliyeti verdi. Onu güdülen bir hayvan seviyesinden, kendini idare eden insan seviyesine çıkardı. Akıl ve iradesinin gereğini yapmasını istedi.
Ama insanlar bu bağışlanan ve kendilerini kıymetli yapan kabiliyetlerini kötüye kullandılar. Küfrü, batılı seçtiler. Allah da seçtiklerini yaratarak onlara istedikleri yolu açtı. “Öyle olsun” dedi. Dünya bir imtihan alanıydı sonuçta.
Bunu anlamayan çağın zındıkları, “işte Allah Teâlâ’nın dini, işte kullarının perişanlığı, işte İslam dünyasının hali, işte topyekun insanlığın hali. Siz memnun musunuz bu Allah’tan, bu Müslümanlardan?” diyorlar.
Zındık işte! Ne iradeyi anlıyor, ne kesbi, kazancı, emeği anlıyor, ne de insanla hayvan farkını!
Evet, sonuçta Allah bir kısmını, onlardan dindeki ihtilafları ve çeşitli fasit görüş ve mezheplere ayrılmaları sebebiyle doğru yolu bulmalarını dilemedi. Dolayısıyla onların bazıları imanda sebat etti, bu onların iradelerini hayra kullandığının alameti değil midir? Bazıları ise dinden ayrılıp küfre saptı. Neden? Ona delil, hüccet, mucize, aklı ikna eden dinin esasları sunulmadı mı?
Şu kesin, Allah dileseydi, insanlara irade ve seçme kabiliyet ve imkanını vermezdi, insanoğlunu cansız varlıkların veya meleklerin tabiatında yaratırdı, böylece birbirleriyle çekişmez ve birbirlerini öldürmezlerdi. Zındık da böyle olsun istiyor!
Fakat Allah hikmet sahibidir, insanların menfaatine olan şeyleri yapar. Bunların hepsi Allah'ın kaza ve kaderiyle olur. Allah, dilediğini yapandır. Dileseydi hepsi aynı şekilde anlayan, düşünen, isteyen kullar yaratabilirdi. Robotlar gibi mesela! O takdirde bir başka âlem bir başka düzen olurdu. Allah bunu değil mevcut olanı istemiştir. Ama ne tadı tuzu kalırdı?
Ancak insanların İhtilâf edebilir kabiliyette yaratılmaları gerçekleri anlamalarına, iradelerini iyiye kullanmalarına, nefis ve şeytan yerine Allah'ın elçilerine uymalarına engel değildir; ihtilâf ve tercih seçenekleri içinde bunlar da vardır. İnsanların bir kısmı akıl ve iradelerini küfrü ve inkârı seçmek, bir kısmı da imanı seçmek üzere kullanmışlar, böylece yeryüzünde daima mü'minler (Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği hak dine inananlar) ve kâfirler (hak dine inanmayanlar) olmuştur.
İnsanların birbirine düşmeleri ve savaşmalarının sebebi, başta din olmak üzere çeşitli konulardaki farklı anlama, inanma, düşünme ve istemeleridir yani ihtilâftır ve ihtilâf ise kullardan kaynaklanmaktadır.
Üstelik bu peygamberler açık mucizelerle gelmiştir. İnsanların ellerinde onu inkar ve ret edecek güç ve kuvvet de yoktur. İnatlaşarak küfrü sürdürenler bu gibi hallerde sihir/büyü bahanesine sarılmışlardır. Allah Teâlâ dileseydi elbette böyle yapamazlardı, “lâkin Allah dilediğini yapar.”
İnsan olmak irade ve özgürlük kullanmaktır, ilim ve eğitimi, terbiyeyi tercih etmektir. Sürü olmaya isyandır.
Oysa ateist tanrı tanımazlar ve laikler tam da aksini savunurlar. Ama ne alaka!
Başımızın püsküllü belaları, biraz ciddi olsanız, biraz akıl ve iradenizi kullansanız olmaz mı?