İyi ki Akit var... Yoksa, maskeleri kim düşürecekti?
Atalarımız, “Düşmez-kalkmaz bir Allah” diyerek; tarihe, çok anlamlı bir söz armağan etmişlerdir... Gerçekten de, Allah’ın yarattığı her şey ve elbette “insan”ların başına her şey gelebilir... “Düşmek” de insana mahsustur, “kalkmak” da!..
İşte görüyorsunuz;
“28 Şubat Süreci”nde burunlarından kıl aldırmayan, “Türkiye’nin sahibi” gibi hareket eden, “höt-zöt”lerle etrafa nizamat veren “general”ler, bugün acınacak haldeler!..
“Sincan’da tankların yürütülmesi”ni “Demokrasiye balans ayarı” olarak niteleyen Çevik Bir, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener için “Söyleyin o kadına, ayağını denk alsın!.. Yoksa İçişleri Bakanlığı önünde yağlı kazığa oturturuz” diyen Tümgeneral Erol Özkasnak ve “üniversitelerde başörtüsünü yasaklayan” ve tavizsiz uygulayan Kemal Gürüz’ü unutmak mümkün mü?..
SANIK AYAĞA KALK!
Dedik ya;
Dün burunlarından kıl aldırmayan adamlar, bugün “sanık koltuğu”nda!..
Evet; “28 Şubat sanık koltuğunda!”
Bugün, “tarihî bir gün.”
Ne var ki;
“Bugün”ün, bir de “dün”ü var...
Gelin, “bugünden-düne” ya da “dünden bugüne” bir yolculuk yapıp, hafızalarımızı tazeleyelim;
“28 Şubat dönemi”ne ilişkin, 103 sanığın, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebren devirmeye, düşürmeye iştirak” suçundan yargılanacağı davanın ilk celsesi, bugün saat 10.00’da Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
Malum;
Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesiyle görevli Ankara Cumhuriyet Savcıları Mustafa Bilgili ile Kemal Çetin tarafından yürütülen “28 Şubat soruşturması”nda, ilk gözaltılar 12 Nisan 2012’de gerçekleştirilmişti...
Aralarında emekli orgeneraller Çevik Bir, Erdal Ceylanoğlu, Çetin Doğan, Teoman Koman, Fevzi Türkeri ile emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, emekli Korgeneral Kamuran Orhon, MHP İstanbul Milletvekili Engin Alan ve eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün de bulunduğu 76 kişi tutuklanmıştı...
Soruşturma kapsamında ifade veren ve tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ise adli kontrol kararıyla serbest bırakılmıştı...
Suç tarihinin, “8 Temmuz 1996 ve sonrası” olarak geçtiği iddianamenin “şüpheliler” kısmında eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, emekli orgeneraller Çevik Bir ve Çetin Doğan ile emekli Tümgeneral Erol Özkasnak ilk 4 sırada gösterilmişti...
İddianamedeki, “Sincan’ın işlek caddelerinde tankların ve zırhlı araçların 4 Şubat 1997’de yürütülmesi, planlı bir tatbikat ve hareket olmayıp, 3 Şubat 1997’de acilen verilen bir talimat üzerine gerçekleşmiştir” değerlendirmesi dikkat çekmişti...
28 ŞUBAT’IN DİĞER AYAKLARI
İşte bu olayı, bugün “Akit’in manşeti”ne taşıdık ve dedik ki;
“Sanık ayağa kalk!”
Tabiî, “28 Şubatçı generaller”in yargılanıyor olması, “28 Şubat darbecilerinin hesap verdiği” şeklinde yorumlanamaz... Zira, bu “darbe”nin “yargı” ayağı var, “sermaye” ayağı var, “siyaset” ayağı var ve en önemlisi de “medya” ayağı var... Bunlara da hesap sorulmalı ki; adalet, “dört dörtlük” tecelli etmiş olsun!..
Özellikle de “medya” ayağı...
Ne demişti darbeciler?..
Kimi “Medyanın gazına geldik” demişti, kimi de; “Medya desteği olmasaydı başaramazdık” demişti...
Şimdi, böyle bir “medya”dan hesap sorulmayacak mı?.. O dönemin “Beşli Çete”sinden, “brifingli yargı”sından, “28 Şubat’ın orkestra şefi Süleyman Demirel”den ve “DYP’den kopmalar” olsun diye, “milletvekili transferi” için en az “20 trilyon lira” harcayan “iş adamları”ndan hesap sorulmayacak mı?..
Hesap sorulmalı ve hepsine “hak ettiği ceza” verilmelidir ki, bir daha “darbe” yapmaya yeltenmesinler!..
Uzun lâfın kısası;
“Yapanın yanına kâr kalmamalı”dır!..
Herkes bilmeli ki;
“Keser döner, sap döner,
Bir gün hesap döner!”
28 Şubat’ta, bu millete karşı “Topyekûn Savaş” başlatıp, mütedeyyin insanlara “hesap soran”lar, bugün “hesap verme” noktasına gelmişlerse, bu Türkiye için gerçekten de “tarihî bir gün”dür...
Türkiye; “Ergenekon Terör Örgütü”n-den sonra “28 Şubat darbecileri”nden de hesap soruyor...
Az şey midir bu?..
SURİYE’YE MÜDAHALE!
“Bugün”ün özeti böyle... Bir de “geçen hafta” var ki, son 7 günde olan-biteni özetlemeden geçmek olmaz...
Geçen haftanın en önemli gündem maddesi, elbette “Suriye’ye müdahale edilip edilmeyeceği” meselesiydi... Bütün gazete ve televizyonlar; “Eller tetikte... Her an müdahale olabilir” şeklinde yayınlar yaptılar ama sonunda Batılı ülkeler “mızıkçılık” yapıp, kenara çekildiler... Hem, zaten; yapmayı plânladıkları müdahale de “Firavun Esad’ı ve Baas rejimini devirmeyi” değil, sadece “kulaklarını çekmeyi” amaçlıyordu... Böyle bir müdahale ise, Esad’ı daha da “azgınlaştırabilir”di!..
BM Güvenlik Konseyi’nin 5 üyesinden ikisi olan Rusya ve Çin, müdahaleye zaten sıcak bakmıyordu... İngiltere ve Fransa, ilk önceleri “gönüllü”ydü ama sonradan “yan çizmeye” başladılar... Amerika’nın “tek başına” müdahale etmesi gündeme geldi ama bildiğiniz gibi “Cumartesi akşamı” açıklama yapan ABD Başkanı Obama; Suriye’ye müdahalenin, “zaman hassasiyeti olan bir durum olmadığını” söyledi ve ekledi: “Kongre’nin kararını bekleyeceğim!”
AKAN, MÜSLÜMAN KANI!
Anlayacağınız;
Tam bir “ipe un serme” politikası uyguladılar... Bunu da normal karşılamak gerekir, çünkü Suriye’de ölenler “Hıristiyan” veya “Musevi”ler değil, “Müslüman”lardır!..
Suriye’de ölen “100 bini aşkın insan” Müslüman değil de, “10 tane Hıristiyan veya Musevi” olsaydı, Esad’ın işini o anda bitirirlerdi!..
Tabiî, bir de “İsrail’in güvenliği” meselesi var... Topraklarının bir kısmı “işgal” altında olmasına rağmen, bugüne kadar “İsrail’e tek kurşun atmayan” Esad ve Baas yönetimi İsrail ve elbette ABD için “biçilmiş kaftan”dır!..
Böyle bir Esad’ı ve Baas yönetimini düşürüp de ne yapacaklar?.. Esad gitse, Suriye’ye “demokrasi” gelse ve halk Mısır’da olduğu gibi; meselâ Muhammed Mursi ayarında birini başa geçirse, ne olur İsrail’in hali?.. İşin yoksa, Sisi gibi bir “Firavun” bul da, “darbe” yaptır!..
Hiç kuşkunuz olmasın ki;
BM’nin, Suriye’ye müdahale konusunda “ağırdan alma”sının tek sebebi, “Esad gibi bir kukla” bulamamak endişesindendir!..
Haa, 2 yılda 100 bini aşkın insan ölmüş, “kimyasal silah”larla 2 bin civarında insan katledilmiş, onların umurunda mı?..
Dökülen kan;
Nasıl olsa “Müslüman kanı”dır!..
MISIR’I UNUTTURMAK MI?
Haa, bu arada;
“Esad’ın kimyasal silahlarla 2 bin civarında insanı katletmesinin zamanlaması”na da dikkat etmek gerekir!..
Bu “katliam”ın;
“Mısır’daki darbe”ye karşı bütün dünya halklarının ayaklandığı ve “Batı’nın demokrasi sınavından sınıfta kaldığı”nın yüksek sesle dile getirildiği, darbeye “Darbe” diyemeyen Batı’nın yerden yere vurulduğu bir dönemde Esad’ın kimyasal silâh kullanması, acaba; “dikkatleri Mısır’dan Suriye’nin üzerine çekmek” için miydi?..
Amaç, “Mısır’ı unutturmak” mıydı?..
Kimbilir, belki de;
“Batı’nın demokrasi anlayışının sorgulandığı” ve dolayısıyla “hepsinin de köşeye sıkıştığı” böyle bir dönemde, Esad adlı “kukla”larına bir “talimat” verip, “katliam” yaptırdılar!..
Ne yani, olamaz mı?..
Batı’dan her kalleşlik beklenir...
Geçen haftanın dünya gündeminde ve elbette Akit’in gündeminde “Suriye’ye müdahale” vardı... Akit, olayla ilgili olarak “BM’siz formül” başlığı ile yayınladığı ilk haberinden sonra; “Suriye Irak olmasın” dedi... Müdahalenin “sınırlı” olacağı açıklanınca da; “Göstermelik müdahale” ifadesini kullandık...
Ki, o başlığımız hâlâ geçerlidir... Müdahale; “dostlar alışverişte görsün” misali, “göstermelik” olacaktır.
Bekleyelim ve görelim...
CAN DÜNDAR’IN VİLLASI!
Geçen hafta, gündemdeki bütün haberleri sayfalarına taşıyan Akit’in, bir de “özel gündem”i vardı ki, bu “özel haber”lerimiz bazı mihrakların hop oturup hop kalkmasına yol açtı... Tabiî, “Türkiye’yi seven insanlar” da, dediler ki; “İyi ki Akit var... Akit olmasaydı maskeler düşmez, gerçek çehreler açığa çıkmaz ve sinsi plânlar deşifre olmazdı!”
Gerçekten de, geçen hafta “İkinci Gezi tezgâhı”nı ve ona “öncülük” edenleri deşifre ettik, en azından “plân”larını gözler önüne serdik...
Olay şuydu:
Ankara Büyükşehir Belediyesi; bölgede trafiği rahatlatmak için, “ODTÜ ormanının sınırı”ndan bir “yol” geçirmeye karar verir... ODTÜ’den geçirilecek yolun plânı da; 1992 yılında, dönemin Belediye Başkanı Murat Karayalçın tarafından onaylanmış ama her nedense “rafa kaldırılmış”tır...
Bugünkü başkan Melih Gökçek, o plânı hayata geçirmek istemektedir...
İşte, ne olduysa, ondan sonra olur...
“Yeni eylem üssü” olarak ODTÜ’yü seçen bir grup “Gezi’ci”, üniversite kapısında nöbet başlatır... En büyük destekçileri de, Milliyet’ten kovulan Can Dündar’dır... Attığı “tweet”lerle eyleme destek veren Can Dündar der ki; “Gezi Parkı koruluksa; ODTÜ, bildiğin ormandır, geçmek zordur!”
İşte Akit’in araştırması, bu “tweet”ten sonra başlar... Muhabirlerimiz, olayı deşelemeye başlayınca görürler ki; “ODTÜ ormanının ağaçları kesilmesin” diyen Can Dündar’ın, bu ormanın ağaçları katledilerek inşa edilen Park Rönesans Sitesi’nde bir “villa”sı vardır...
Hem de 650 metrekare!..
Hem de, bir hayli lüks!..
BU, NASIL SİT ALANI?
Bunu tespit eden muhabirlerimiz, başlarlar Ankara’dan haber yağdırmaya;
“Eylem bahane, villa şahane... Ormanın Can’ına okudular, villa yaptılar!.. Hangisi katliam?.. Villa için katledilen ağaçlar mı, yol için nakledilenler mi?.. Foyası çıkan Can Dündar villayı satıyor!.. Ormanın içinde villası olduğu ortaya çıkan Can Dündar’ın sesi kesildi!”
Derken, devreye Hürriyet girdi ve oradan “yol” geçirmenin mümkün olmadığını, zira bölgenin “Sit alanı” kapsamında bulunduğunu yazdı...
Biz de o zaman sorduk;
Orası, madem ki “SİT alanı”dır ve şu anda “yol geçirilmesi” sakıncalıdır!.. O halde; 1996 ve 2001 yılları arasında o araziye “villa”lar dikilmesine “kim” izin verdi?.. Mimar ve Mühendis Odaları o zaman uyuyorlar mıydı?.. Çevreci(!) gençler de yeni mi uyandı?..
Öyle ya;
Orası “SİT alanı” ise, bu “SİT alanı”nda “Park Rönesans Sitesi”nin inşaatına kim izin vermiştir?.. Ne yani; “SİT alanı”na “yol yapılamaz” ama “villa yapılır” diye bir kural mı var?..
Hem, Hürriyet kimden yanadır ki; “villa inşaatı”na ses çıkarmazken, “yol inşaatı”na karşı çıkıyor?.. Yoksa, “Can Dündar ve Mustafa Balbay’ın villalarını kurtarmaya” mı çalışıyorlar?..
Her neyse... “Orman katledilerek inşa edilen villalardan birine sahip olan Can Dündar”ın eylemlere verdiği destek yetmemiş olacak ki; “PKK” da girmiş devreye... Onlar da, “Sıcak Sonbahar”ı iyice ısıtacaklarmış!..
Ancak, hatırlatmak gerekir;
“Sonbahar”dan sonra “kış” geliyor... Sırada “Mart karı” var ki, kimin neresine yağacağı hiç belli olmaz!..
Herkes, ayağını denk alsın!..
Selâm ve saygılarımızla!..