Kendisini vazgeçilmez zannedenler
Bu satırları okumaya başlayan herkesin tanıdığı böyle insanlar vardır. Kendisini vazgeçilmez zanneden ve dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanan insanlar. Böyleleriyle arkadaşlık etmek, dostluk etmek pek zordur.
Kendisi tedavi olmaya yanaşmadığı gibi, yakınlarının da canına okurlar. En çok kullandıkları kelime; “Ben”dir. “Ben olmazsam olmaz” şartı, her zaman ve zeminde geçerlidir. “İşinize geliyorsa ben buyum” ifadesi, önemli sığınaklarıdır. Asla vazgeçmezler.
Bu tiplere sorulmayan işlerin hiçbir önemi yoktur. Hatta onlara sorulmadığı için o işin sonu iyi gelmez. Ama eğer; “Peki sana göre nasıl yapalım” denildiğinde de şöyle bir erinir, gerinir ve başlarlar yüksekten uçmaya. İşte en komik oldukları anlar bu zamanlardır.
Kendisini vazgeçilmez zannetme hastalığı, genetik olduğu gibi, yetiştikleri aile ortamları ile ailenin bireylerinden kopuk hayatları, kolay para kazanma ve harcama veya başkalarının sırtından geçinme gibi emeksiz ve bedelsiz kazanımların sonuncunda oluşur.
Kişilere çocukluklarında, gençliklerinde, eğitim ve öğretimlerinde verilmeyen; “paylaşma, dayanışma, sevgi, saygı ve hoşgörü” duyguları, zamanla yerini; “Ben galiba çok özelim, herkesten ayrı düşündüğüme ve ayrı kaldığıma göre demek ki, bu insanlardan farklıyım” düşüncesine bırakır.
İş bununla kalsa iyi, bir de yapılan her şeyi eleştirme hastalığına müpteladırlar ki, yanlarında ve yörelerinde bulunan herkesin burnundan getirirler. Hiç olmazsa eleştirdikleri mevzulara alternatif üretseler, onu da yapmazlar ve sadece eleştirir ve reddederler. Tabii bu arada herkesin kendisine muhtaç olduğunu zannederler.
Dünyanın merkezinde olmaları (!) hasebiyle, kim kendileriyle muhatap olsa, kim kendilerine bir yakınlık hissetse, kim arkadaş veya dost olmaya kalksa, akıllarına gelen ilk soru; “Acaba benden nasıl bir menfaat umuyor” olur. Bu gözle bakar ve gözü, kulağı bu soruya cevap arar, ararken de dostlarını kaybederler ama farkına varmazlar.
ömür törpüsü olmamak için kişinin önce Allah’ı sevmesi gerekir. Sonra Allah’ın yarattığı her şeyi sevmesi ve sayması lazım gelir. Bunları yapamayan kişi ya da kişiler, son nefeslerine kadar birlikte yaşadıkları insanlara mengenelik yapmaktan öte gidemezler.
Allah kimseyi muhakemeyi akıldan yoksun bırakmasın. Bir insan muhakemeyi akıldan noksan ve bu noksanlığının farkında değilse, yağa yatırıp, bala batırsanız, bir dediğini iki etmezseniz bile yine de bir iyilik etmiş olmazsınız ve yapılan her şeyi hak ettiklerine inanırlar.
Becerebildiğim kadarıyla kendini vazgeçilmez zannedenlerin özelliklerini saymaya çalıştım. “Peki, bu ruh kirlenmesinin bir tedavisi yok mudur?” Olmaz olur mu elbet vardır. Yalnız tıbbi olarak nasıl bir yöntem uygulanır onu psikologlar veya psikiyatrisler bilir.
Sağlıklı düşünen toplum bilimciler ise, “Gururlanma Padişahım senden büyük Allah var” sözünü başa alarak; kişinin eğilmesini, bükülmesini önerirler. Hangi inanç değerlerine sahipse, o inancın, “insan olma” emirlerine uymalarını isterler.
ölüm başta olmak üzere, ölümden sonra hesaba çekileceğinin sık sık hatırlatılmasını isterler. Musalla taşına yatınca bu dünyadaki her artısının eksiye düştüğünün bilinmesini hatırlatırlar. İmam efendinin; “Merhumu nasıl bilirdiniz” sorusuna, canı gönülden herkesin; “İyi bilirdik” denilmesi için yaşamaları gerektiğinin belletilmesini önerirler.
Unutmamalıdır ki, sahip olduğumuz her şeyin emanetçisiyiz. ölmeyecekmiş gibi yaşamamalıyız. ömrümüzü en değerli sermaye bilmeli, gereksiz ve anlamsız şeylerle tüketmemeliyiz. “ölüm en büyük nasihattir” diye buyrulur.
Hiç kimseyi küçük görmemeli. Her küçük gördüğümüz canlı, yaratılmaya değer bulunduğu için yaratılmıştır. Kendisini vazgeçilmez zannedenlerin en büyük acısı, bir gelecekleri olduğuna inanamamaları ve hayal edememeleridir.
Son olarak şu bilinmelidir ki; “Dünyadaki ve Türkiye’deki mezarlıklar, kendisini vazgeçilmez zannedenlerle doludur.” Ne bırakmıştır geride böyleleri. Sermayelerine bakmak bile nasihat ve öğütlerin en büyüğü değil midir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.