Vicdan, Adalet ve Devlet
Hanidir unuttuğumuz mefhumlar bunlar: vicdan, adalet ve (bu bağlamda) devlet.
Aslında, akıp giden hayat içerisinde dikkatlerimizden kaçsa da kelimeler yaşayan varlıklardır. Manaları zamana, mekâna, kültüre göre değişir.
Buna göre ve bana göre…
Vicdan; insandaki hak ve adalet duygusunu,
Adalet; bu duyguların ve bu duygudan kaynak alan kuralların yaşama geçirilmesiyle mülkün (memleketin, devletin) temelini,
Devlet; yazılı (meri hukuku oluşturan mevzuat) ve sözlü (yazılı olmayanlar: teamül, adet, gelenek) kuralları ve yerleşik kurumları ile adaletin tecellisini sağlayan büyük organizasyonu temsil eder.
Şimdi, her biri diğerinin alt yapısını (temelini ya da dayanağını da diyebiliriz) oluşturan, dolayısıyla biri olmazsa diğeri de olmaz olan bu üç kavramı kuşatan birkaç olayı sizlere sunmak istiyorum.
…
Haber: Yargıtay 14. Ceza Dairesi, Mardin’de babası yaşındaki 26 kişinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N. Ç. hakkında yerel mahkemenin verdiği “sanıklarla rızasıyla birlikte olduğu” yönündeki kararını onayladı.
Ben, her tarafından (tabii ki N.Ç. hariç) rezillik akan bu konudaki yorum hakkımı, karara tepki gösteren gazeteci ve sanatçılara bırakıyorum:
Bu karar son yılların en skandal kararıdır. Siyaset ve vicdan üstüdür. 13 yaşında bir çocuk istismarının hukuk tarafından da istismarıdır. Asıl günahkârlar 13 yaşında bir çocuğu satanlar, yatanlar değil hukukun kılıfına uydurarak bunları temize çekenlerdir (cümle düzeltmesi yapıldı. ŞŞ). Bu kadar mı satıldık. Aklımın almadığı bir durum var; partili partiliyi korur, taraftar taraftarı, meslektaş meslektaşı. Peki ama bu tecavüzcüleri kim korur?.. 13 yaşında bir kız çocuğunun tecavüze uğramasından daha fenası, bunun Yargıtay düzeyinde meşrulaştırılmasıdır. Bitmişiz biz haberimiz yok! Bu tür kararları görünce her şeyi bırakıp arkama bakmadan kaçıp gitmek istiyorum bu vicdansız ülkeden. (Cüneyt Özdemir)
Hrant’ı öldüren 18′lik adam kendi “rızasıyla” bu işi beceremeyecek kadar çocuk, 13 yaşındaki kız 26 kişiye “rıza” gösterecek kadar yetişkin!? (Haluk Levent)
13 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden sapık sayısı 26 değil 27. Çünkü adalet sistemi de 27. sapık gibi davranıyor. (Metin Uca)
….
Haber: (Gazeteci Umur Talu’nun köşesine taşıdığı olay…)
“Alın size bir anne, bir devlet, bir adalet: Mardin, 5 çocuk annesi. Gözaltı. Gözlerine bağ. Çırılçıplak. Tazyikli su. Kocanın da getirilişi. O da çırıl çıplak. Başa torba. Copla dayak. Makata cop. Göğüslerini sıkarak şiddet ve aşağılama. Rahimde kan. Hastane. İğneler. İkinci gün yine tazyiki su. Yine hastane. Hastanede polis de dayağı. Dava açarsan kocanı öldürürüz tehditleri. Hastanede yalancı raporlar. Kimi doktorun da insanlığa ihaneti… Tam 11 yıl süren dava. Derken karar. İşkencenin tespiti üstelik. Ama sanıkların bir daha suç işlemeyeceğine dair kanaat. Hükmün açıklanması: Fiilen beraat!?”
Şimdi bunların üstüne ben ne yazayım?!.. Ne oluyoruz arkadaşlar? Bir zamanlar büyük tepki gösterdiğimiz, adalet sistemi ve cezaevlerimize dair abartılı aşağılamaları konu edinen “Midnight Express” filmini mi izliyoruz?.. Bunların gerçekten yaşanmış olduğuna inanalım mı???
Yaşanmışsa ve yaşanmaya devam ediyorsa bizler, hiçbir şey olmamış gibi, kimse kusura bakmasın bu kelimeyi kullanacağım, sözde namuslu insanlar olarak, böyle bir ülkede, böylece mi yaşamaya devam edeceğiz? Bir itirazımız olmayacak mı? Bu vicdansızlıklara, bu adaletsizliklere, bu devletsizliklere(!) “DUR” demek için ille de kendi başımıza gelmesini mi bekleyeceğiz? Mesela 13 yaşındaki kızımızın kaçırılmasını ve 26 kişi tarafından…, karımızın, anamızın…? Ondan sonra mı vicdanımız (!) harekete geçecek? Ancak o zaman mı adalet arayacak, o zaman mı vicdanları, kurumları, sistemi, devleti sorgulama ihtiyacı duyacağız?..
Peki, öyle yaparsak, yani işi o zamana bırakırsak insanlık onuruna sığacak mı bu? Yakıştırabilecek miyiz bu düzeysiz bencilliği kendimize, necip diye sıfatlandırdığımız bu milletin bir ferdi olarak. Hem bu zillet durumu içimize sindirsek bile tecavüze uğrayan çocuğumuz, haksızlığa uğrayan yakınlarımız için geç kalmış olmayacak mıyız?
Doğrusu ben bunların gerçek olduğuna inanmak istemiyorum. Ama ortada böyle haberler-makaleler var ve kesinleşmiş mahkeme kararlarından söz ediyorlar?.. İnanmak istemiyorum diyorum ama… peki, bu yazılara-haberlere yetkililer-sorumlular tarafından (burada hükümet, yargı mensupları ve diğer sorumluları kast ediyorum) bir cevap verilmiyorsa, tatmin edici bir açıklama getirilmiyorsa vatandaş olarak bizler bu olayların olmadığına, bundan sonra da olmayacağına nasıl inanalım?
Allah aşkına, burada, vatandaşının emniyetini sağlamak, geleceğe dair ona güven vermek babında devlete bir görev düşmüyor mu? Mevzuat ya da karşıt etkin güçler(!) ne olursa olsun devletin ayağa kalkması gerekmiyor mu?
Mesela cumhurbaşkanı, başbakan çıkıp bu olaylardaki devletin sorumluluğunu bizzat üstlenerek “Heyy, durun bakalım. Bu memleket Patagonya değil. Ben de Patagonya’nın cumhurbaşkanı, başbakanı değilim. Kim yapmış, neye dayanarak yapmış, niçin yapmış, nasıl yapmış? Verin bakalım bunu hesabını.” demesi lazım gelmiyor mu?.. Demekle kalmayıp, bütün bunları devlet olarak önceden önleyemedikleri için özür dilemesi, sorumluları görevden alması, ihtiyaç varsa mevzuat oluşturması, yeni kurum-kurumlar ihdas etmesi ve hatta konuya dair yediden yetmişe köklü bir eğitim seferberliği başlatması gerekmiyor mu?
Evet, devletin gerçekten ayağa kalkması gerekiyor. Eğer devlet büyükleri ve diğer sorumlular bunu yapmazsa, yani adalet ayağa kalkmaz da mülk temelsiz kalırsa, devlete güven kökünden sarsılacak ve gün gelecek millet ayağa kalkacak. Kalkmakla da kalmayacak, bugünün sorumlularını parmakla işaret ederek “suçlu ayağa kalk” diyecek. O zaman da “efendim, bu olayların arkasında dış güçler vardı, içerdeki şer güçler de işi kaşıdı durdu, bu bir oyundu, hatta oyun içinde oyundu… filan demenin inandırıcılığı olmayacak, işlenen suç hafiflemeyecek. Millet cezayı kesecek; önce kendi vicdanında, sonra seçim sandığında, sonra da yasal yollarda… Bir de işin, ellerin yakalarda olacağı öbür dünyası var tabii.
Yani, diyelim ki Talu’nun yazısında bahsettiği kadın tek başına veya çete(!) ile çok ağır bir suç işlemiş… İyi ama onlar “çete”, siz ise “devlet” siniz. Aynı şekilde hatta misliyle bir cevap nasıl verirsiniz? Verirseniz sizin meşruiyetiniz, milletin temsilcisi olma vasfınız, devlet olma iddianız nerde kalır? O zaman, kitabına uydurmak üzere, elinde kılıf olarak kullanacağı kanunları olan bir “resmi çete”den ne farkınız kalır?
Diyelim ki sayı Talu’nun yazdıkları tamamen yalan ya da kısmen doğru ama çok abartılı. Peki, siz doğrusunu niye açıklamıyorsunuz? Niçin insanların kafasındaki devlete dair şüpheleri dağıtmıyorsunuz?.. Vatandaşları meyus etmeye, devletinden soğutmaya ne hakkınız var? Bu mudur insan sevgisi, vatanseverlik, devlet adamlığı??? El insaf, el vicdan, el izan ya Hu!
Şimdi burada, yönetici olan, olmayan; şu dinden bu mezhepten; şu milliyetten bu diyardan, şu partiden bu mahalleden, T.C. rumuzu veya Rabia işareti kullanan herkese sesleniyorum: Hele bir empati yapın, mesela;
- Mardin’deki o kadının,
- Lice’nin ücra bir mezrasında hayvanlarını otlatırken karnına isabet eden bir patlayıcıyla hayatını kaybeden küçük Ceylan’ın,
- Uludere’de bombalanarak (kaçakçılık yapıyor ve aralarında PKK’lı olsa bile) öldürülen 33 vatandaşın,
- Eskişehir’de Gezi olayları bağlamında protesto gösterisi yaparken dövülerek ölümüne sebep olunan Ali İsmail’in,
- Aynı olaylar çerçevesinde Adana’da hayatın kaybeden polis komiseri Mustafa Sarı’nın,
- Mısır’da darbeci general Sisi’nin aşağılık keskin nişancısının kurşunuyla şehit düşen Esma’nın,
- Suriye’de zehirli kimyasalla boğulan bebelerin,
- Miyanmar’da, Doğu Türkistan’da yakılarak öldürülen mazlumların…
sizin çocuğunuz, kardeşiniz, anneniz, babanız olduğunu düşünün.
Nasıl??? Bu karşıt (!) kimliklerin sizde bıraktığı etkide bir fark yok değil mi? Acınızda, gözyaşınızda, öfkenizde, kırılmışlığınızda, utancınızda değişen ne var? Hasretinizde, duanızda bir ayırımcılık yapabiliyor musunuz? Sünniliğiniz, Aleviliğiniz, hükümet yanlılığınız, hükümet karşıtlığınız, ulusalcılığınız, Esadçılığınız, Kemalistliğiniz, laikçiliğiniz, İslamcılığınız durumunuzu değiştiriyor mu???
Varmak istemez miydiniz Ali İsmail olayının üstüne? Bulmak istemez miydiniz küçük Ceylan’ın katilini? Adana’daki polis memurunu, Kahire’deki Esmayı şehit eden, Miyanmar’da, Doğu Türkistan’da sadece Müslüman oldukları için yakılan insanların müsebbiplerini. Beklemez miydiniz “bombala” emrini verenin bulunmasını, Uludere’de.
Sizlere sesleniyorum sayın devlet büyükleri ve yetkilileri; bu olayları incelettirin ve doğru olmadığını söyleyin bize. Belgelerini ortaya koyun ve ikna edin bizi. Yoksa bu milletin devlete ve de devleti yöneten sizlere hiç bir inancı kalmayacak.
Ve o zaman;
“yok efendim 100 milyon yolcu kapasiteli Üçüncü Havaalanı’ymış, yok efendim Kanal İstanbul’muş, yok efendim bilmem kaçıncı köprüymüş bana ne?.. “Benim kardeşim dövülerek öldürülüyorsa, benim annem hem de devlet eliyle o hallere düşürülüyorsa, benim bacım keskin nişancını kurşunuyla şehit ediliyorsa, benim kardeşimin çocukları zehirli gazla boğuluyorsa… ve bütün bunların yanında birlikte olduğumuz, aynı sokakta yaşadığımız, aynı kaderi paylaştığımız, aynı devletin, aynı dinin mensubu olduğumuz insanların kılı bile kıpırdamıyorsa batsın bu devlet, batsın bu dünya… Ve yaşasın Sırat’ıyla, Araf’ıyla, Cennet’iyle, Cehennem’iyle ahret”
diyecek insanlar.
Evet, adalet duygusuna sahip vicdanlı insanlar türdeşlerinden benzer vicdanı, mülkünden de bunları isteyecek.
S.O.S.: Bu memlekette çok acele “vicdana, adalete ve devlete” ihtiyaç var; hem de hava kadar, su kadar, ekmek kadar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.