Biz Yabancı Değiliz 11
Biz bu kardeşlerimizi tanımadan önce bizim de değer verip sevdiğimiz yaşayan bir rehberimiz ve bir cemaatimiz vardı. Onlarla daha önceden tanışmıştık. Sevişmiş ve ısınmıştık birbirimize. Hatta neredeyse söylem ve eylemde aynîleşmiştik birbirimizle.
O ortamda kendimizi hayat tarzı, manevi yolculukta seyr-u sülük biçimi, davette usul ve üslup açısından daha rahat hissediyorduk. Bu, “seviyorsunuz da neden yanımızda değilsiniz?” sorusuna bir cevap, aralarında olmamamıza yeterli bir sebeptir aslında. Çünkü avam için söylersek, eğer bir insan bütün himmetini cemaatiyle beraber hizmete verse, bütün vaktini doldurur zaten. Başka yerlerde nafileye, yani fazladan hizmete zaten imkan bulamaz. Bulursa yapmalı elbette. Hatta insanlardan öte, hayvanlara ve cansızlara bile yapabileceği bir hizmet varsa yapmalı Müslüman.
Fakire gelince, biz cemaatçilikten ümmetçiliğe geçişte az çok mesafe almıştık hamdolsun. Bir yerde bulunurken, bir cemaat ile aidiyet bağı varken başka yerlerde de hizmet etmeyi bilfiil şehrimizde çok yaptık. Davet edildiğimiz her cemaatin vakfına, derneğine gittik, bildiğimizi belli bir programla hep anlattık. Çok şükür bizde cemaat taassubu yoktu. Olmaması için özen gösteriyorduk. Buna çok ve farklı okumakla beraber, dünyanın dört bir yanından tercüme edilen kitaplarda sunulan “ümmetçilik” bilinci ile katkı sunuyordu. Hele de Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat”ını okuyan nasıl dar bir kalıpta cemaatçilik yapabilirdi. O zamanlar Muhterem M. Fethullah Gülen Hoca Efendinin vaaz kasetlerini de dinliyorduk. Hani şu çok canlı, fikir ve hissi müthiş bir hitabetle harmanlayan vaazlarını da dinliyor ve çok etkileniyorduk.
İşte böyle bir ortamda, seksenli yılların başında şehrimizdeki İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik ve camilerdeki fahri vaizlik vazifemize başlarlarken bu cemaat yeni kuruluyordu o zamanlar. Başındaki ilgili insan da benim özel Arapça dersler aldığım bir hoca efendiydi. Derken cemaat özel insanlarını gönderdi ve hızlı bir yapılanmaya gidildi. Fakire de sohbet etmemiz talebi ile geldiler. “Bizim sohbet edecek, dinimizi anlatacak sizler gibi hocalara ihtiyacımız var. Lütfen buyurunuz gelininiz, bize bildiklerinizi istediğiniz gibi anlatınız” dediler.
Gerçekten de o zamanlar cemaat gibi hoca bakımından da az idiler. Biz de “dinimizi anlatmaya bir fırsat ve imkan” diyerek memnuniyetle gittik. Asla “farklı bir cemaat” demeden, üstelik çok sevdiğimiz Fethullah Hocanın cemaati diyerekten evlerde, yurtlarda, dershanede hem öğrencilere, hem de halka bir hayli zaman sohbetler ettik istek üzerine. Yakın vilayetlere gittik bazı programlar için. Seve seve hizmet ettik kardeşlerimize çok şükür.
Allah onlardan razı olsun, bize her zaman nazik ve kibar davrandılar ve hak etmediğimiz iltifatlarda bulundular. Daima hürmet edip baş üstünde tuttular. Çok izzet ve ikram ettiler. Biz de buna mukabil oturup hazırlandık. Kur’an-ı Kerîm’den ve hadis-i şeriften önemli konularda seçmeler yaptık. İşin içine siyer ve evliya hayatından kıssalar kattık. Bütün bunları güncel olaylarla yoğurarak, ama fiilî politikadan mutlaka uzak durarak birkaç yıl sohbetleri devam ettirdik. Şehrin her kesiminden, her cemaatinden, her partiden insanlar vardı sohbetlere katılan. Bu insanları bulup davet etmek, sohbetleri organize etmek tamamen cemaatin işiydi. İyi de gidiyordu. Ben de çok memnun ve mutluydum. Çok da istifade ediyordum feyiz ve bereketten, içimize dışımıza sinen muhabbetten.
Ama verimli ve bereketli iki yıl böyle geçince yavaş yavaş bazı gelişmeler olmaya başladı. Benim hoşuma gitmeyen gelişmelerdi bunlar.
Neler miydi?
Göreceğiz inşallah!