Beklentide gercekcilik
Belki caddeleri, çarşıları hatta camileri fitneden emin olabileceğimiz yerler hâline getiremeyebiliriz. Bunun gücümüzü aştığını söylememiz doğrudur. Çocuğumuzun devam edebileceği, fitneden arındırılmış bir okul da bulamayabiliriz. Evlerimizi, fitneye karşı en güvenli yerler durumuna getirmekten başka bir çaremiz yoktur
AİLE
Evlerimizin ve evlerimizden beklediklerimizin durumunu ele alırken evlerimizin çevresini de ele almadan sağlıklı bir sonuç elde etmemiz mümkün değildir.
Çocuklarımızın iyi olmalarını, aile içi ilişkilerimizin sağlıklı olmasını, evlerimizin kıblegâh evlerden olmasını istiyoruz. Evimizde ibadet yapılsın, evimiz cenazeden cenazeye Kur’an okunur evlerden olmasın diyoruz. Kadınların erkeklerine itaat etmesini, erkeklerin de kadınları Allah’ın emanetleri olarak bilip kollamalarını arzuluyoruz. Beklentilerimizin güzelliğini tartışamayız. Zaten evlenene de böyle dualar yapılır, hayırlı olması temenni edilir. Bunlar güzel şeylerdir.
İçinden çıkmakta zorlandığımız durum ise şudur: Üzümü dağda, ormanı bağda aramak kadar ters bir arayış içindeyiz. Sadece duvarlarını çevirdiğimiz için “bizim” diyebildiğimiz bir eve sahibiz esasen. Şu “bizim” dediğimiz evlerimizin ne kadarı “bizim” sayılabilir? Ne kadarına hükmediyoruz evlerimizin?
Çocuklarımızın kötü arkadaştan etkilenmemesi için bir nebze hamlemiz varsa da mesela, çocuklarımızın annesinin veya babasının oturup kalktıklarından ne kadar etkilendiklerini inceleyebiliyor muyuz? Misafir olarak bir saatliğine bile evimize girmiş olan bir kadının veya erkeğin, evimizden çıktıktan sonra ev halkımızı etkileyip etkilemediğini inceleyebiliyor muyuz? Sokak, bizim dışımızın sokağı; mekânlar bizim dışımızın mekânları. Biz ise bize ait şeylerin oralarda gelişmesini beklemekteyiz. Çocuklarımızı, -daha güvenli olduğu için- zengin çocuklarının devam ettiği özel okullara yerleştirmekle kendimizi ne kadar güvene almış olacağız? Özel okulların getireceği fitnenin farkı sadece fakir çocuktaki ile zengin çocuk arasındaki renk tonu kadar farklı olacaktır.
Belki caddeleri, çarşıları hatta camileri fitneden emin olabileceğimiz yerler hâline getiremeyebiliriz. Bunun gücümüzü aştığını söylememiz doğrudur. Çocuğumuzun devam edebileceği, fitneden arındırılmış bir okul da bulamayabiliriz. Evlerimizi, fitneye karşı en güvenli yerler durumuna getirmekten başka bir çaremiz yoktur. Evlerimiz en yoğun hâkim olabileceğimiz mekânlarımızdır. Evlerimize giren çıkanların listesini tutmamız bile gerekebilir. Gerektiğinde kendimizi bir nebze tecrit etmemiz dahi alternatiflerimiz arasında bulunmalıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çağlar öncesinden uyarmaktadır:
“Kişi arkadaşının dininden etkilenir. Sizden biriniz kiminle arkadaşlık ettiğine baksın.” (Ebu Davud) Bu uyarıyı ele alalım ama çocuklarımızın kiminle arkadaşlık yaptığını incelemek için olmasın bu sadece. Baba kiminle arkadaş, kiminle oturup kalkıyor? Anne kiminle oturup kalkıyor? Çocuk da kiminle oturup kalkıyor?
Herkes arkadaşına baksın, herkes arkadaşı gibi olacaktır. Babalar da, çocuklar da bu kurala dâhildir. Anneler de böyledir. Doğal aile, sunilikten korunmuş ailedir. İnsan fıtratında bulunmayan şeylerden arındırılmış, fıtrat dini olan İslâm’a ait olmayan değerlere karşı himaye edilmiş bir ailedir.
‘Doğal Aile’ kitabından
Nureddin Yıldız / Tahlil Yayınları
Efendimiz’in Hayatından
Kul hakkına dikkat çeken bir Peygamber
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Bir kısım insanlar, Allah’ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka bir şey değil.” (Buhârî)
Kul hakkı yemenin daha tehlikeli bir çeşidi de, toplumun ortak hakkı olan devlet ve vakıf mallarını haksız yere gasp etmek ve uygunsuz bir şekilde kullanmaktır. Bu haksızlık daha tehlikelidir. Çünkü sonunda pişman olunsa bile helâlleşecek bir muhâtap bulmak mümkün değildir. Zîrâ o malda herkesin hakkı vardır.
Bilhassa, insanlar arasında hüküm vermek ve onları idâre etmek mevkiinde olanların, kul hakkı mevzuunda son derece hassas davranmaları gerekmektedir. Aynı şekilde, hâkimin huzûrunda başka birinden hak talep eden kişinin, gerçekten haklı olup olmadığını iyice düşünmesi icâb eder. Zîrâ Fahr-i Kâinât (sav) Efendimiz şöyle buyurur:
“Ben sâdece bir beşerim. Sizler bana muhâkeme olmak üzere geliyorsunuz. Belki biriniz, delilini getirmekte diğerinden daha becerikli olabilir ve merâmını daha iyi anlatabilir. Ben de dinlediklerime göre o kimsenin lehinde hüküm veririm. Kimin lehine kardeşinin hakkını alıp hüküm vermişsem, ona cehennemden bir pay ayırmış olurum.” (Buhârî) Kendini kedi sanan aslanla
çektirdiğim fotoğraf
HATIRA
Bu bir menkıbe, ancak gerçeklerden çok da uzak değil. Çünkü aslanın nasıl kontrol edildiğini ve yönetildiğini bizzat deneyen, test edenlerdenim. Nasıl mı? İşte gerçek hikayesi:
Tarih: Haziran 2011 Yer: Endonezya
Jakarta’daki Taman Safari Park’a gidiş için Kenan Gaffar, sabah erkenden çıkmamız gerektiğini söylüyor. Serkan Şahin ve Hülya Çorakçı’nın da bulunduğu ekibimiz kahvaltıyı hızlandırıyor. Çünkü 240 milyonla dünyanın en kalabalık ülkelerinden birisindeyiz. Nitekim park alanına yaklaştıkça kalabalığı iyiden iyiye hissediyoruz. Sabırlı bekleyişle geçen yolculuktan sonra nihayet hedefe ulaşıyoruz. Yan camları açılan minibüsle bizim Yıldız Parkı’nı andıran bir parkın içinde ilerliyoruz.
Belgesellerde ve Afrika’da kaçışırken gördüğümüz zebra ve antilop gibi hayvanlar hemen bizi karşılamaya geliyorlar ve havuçlarını istiyorlar. Bu esnada camı fazla açmamamız isteniyor, çünkü kafalarını içeri daldırıp rahatsız ediyorlar. Parkın sonunda ise kale kapısı gibi bir yere geldik ve durduk. Rehber aslanların alanına gireceğimizi söyledi ve camları kesinlikle açmamamızı vurguladı.
Ortasında klasik bir aslan ailesinin yayıldığı alanın etrafında tur atarken bir yandan da fotoğraflar çektik... Camlar açılamadığı ve yansıma yaptığı için iyi fotoğraf çekememenin verdiği üzüntüyle alandan çıktık. Bu ruh haliyle hayvanlarla yapılan gösteri yerlerini gezerken birden kendimizi bir aslanın önünde bulduk.
Köpek gibi zincire bağlı aslanın yanında bir adam duruyor ve ilave ücretle fiş alanlara aslanla fotoğraf çektiriyor. İstekliler, bank gibi bir zeminde yatan aslanın arka tarafına oturuyor. Karşıdakiler de fotoğraf çektiriyor. Açıkçası ben bir anda ne yapacağımı şaşırdım. Aslanla fotoğraf çektirmek istiyordum, ancak bu kadarını da hiç beklemiyordum. ‘Ya kafasını dönüp ısırırsa?’ demekten kendimi alamadım. Fakat ‘Aslan araştırmacısı’ olarak böyle bir fırsatı da kaçıramazdım...
‘Atın ölümü arpadan olsun’ diyerek fişi aldım ve etrafı diz boyu korkulukla kapalı alanın kapısından içeri girdim. O andan sonra hatırladığım tek şey, elimi aslanın boynuna uzattığımda tüylerinin kirpi gibi sert gelmesiydi. Ona bakamadan ekibin rfotoğrafımı çektiğini varsayarak birden kalkıp geri kaçmak zorunda kaldım. Neyse ki 2-3 güzel kare çekilmiş.
Türkiye’ye gelip fotoğrafı dostlarımla paylaştığımda, “Yok canım bu içi doldurulmuş aslan, gerçek olsa da fotomontaj” gibi tepkiler aldım. Görüntüdeki aslan canlı ve yüzde 100 gerçekti, ancak bir sırrı vardı: Eğitim…
Eğitim sayesinde bu aslancık kendini bir kedi sanıyordu. Pişmiş etle beslenen ve yavruyken alınıp eğitilen bu kedi, testere gibi dişlerini ve çivi gibi pençelerini kullanmayı bilmiyordu. Dolayısıyla eğitimle insanın nefsi de (tutkuları), içindeki azgınlık da ehlileştirilebilir. İşte Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri’nin dizinin dibinde tasvir edilen aslan da bu terbiye edilmiş nefistir. Önemli olan doğru yerden doğru gıdayı almaktır.
Şükrullah DOLU’nun ‘Aslan Kral Değildir’ kitabından alınmıştır / Hayat Yayınları
‘Aslan araştırmacısı’ndan hatıra
İstekliler, bank gibi bir zeminde yatan aslanın arka tarafına oturuyor. Karşıdakiler de fotoğraf çektiriyor. Açıkçası ben bir anda ne yapacağımı şaşırdım. Aslanla fotoğraf çektirmek istiyordum, ancak bu kadarını da hiç beklemiyordum. ‘Ya kafasını dönüp ısırırsa?’ demekten kendimi alamadım. Fakat ‘Aslan araştırmacısı’ olarak böyle bir fırsatı da kaçıramazdım...
Hz. Ömer’in tevbeye vesile olan mektubu
TEVBE
Mü’minlerin; tevbe, istiğfar ve dua hususunda birbirleriyle yardımlaşmalarına dair güzel bir misali Yezid bin Esam şöyle anlatır:
“Şam ehlinden güçlü kuvvetli, nüfuz sahibi bir kimse vardı. Zaman zaman Hz. Ömer’in yanına gelirdi. Bir ara Ömer (ra.) o kimseyi göremez oldu. Çevresindekilere:
“Falan zât ne yapıyor, artık görünmez oldu?” dedi.
“Ey Mü’minlerin Emîri! O kendisini şaraba verdi” dediler. Hz. Ömer hemen kâtibini çağırarak:
“Yaz! Ömer bin Hattâb’dan falan kimseye... Sana selâm olsun! Kendisinden başka ilâh olmayan, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı çetin ve ihsânı bol olan Allah’a hamd ederim. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, dönüş ancak O’nadır.”
Ömer (ra.) mektubu yazdırdıktan sonra arkadaşlarına dönerek, “Allah’a yönelmesi ve Allah’ın tevbesini kabul buyurması için kardeşinize dua ediniz” dedi.
O zât Hz. Ömer’in mektubunu alınca “Allah günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı çetin olan” cümlesini tekrar tekrar okudu:
“Allah beni hem azabı ile korkutmuş, hem de günahlarımı affedeceğini vaat etmiş” diyerek ağladı ve güzelce tevbe etti. Hz. Ömer bunu haber alınca arkadaşlarına:
“İşte böyle yapınız! Bir kardeşinizin yoldan çıktığını, günaha saplandığını gördüğünüzde onu doğru yola getirmeye, Allah’ın affına güvendirmeye çalışınız. Tevbesini kabul buyurması için de Allah’a dua ediniz. Kendisine beddua ederek aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız” dedi.
Vahyin Dilinden
“Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse, (bunu da geri alacak yoktur). Şüphesiz O her şeye kadirdir.” 6 En’âm, 17. Âyet
Allah Rasûlü’nden
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
“Hasta ziyaretinde bulunan kimse, dönünceye kadar cennet yolundadır.” (Müslim)
Bir insan, bir hastanın hâlini hatırını sormaya gider veya Allah için sevdiği bir kişiyi ziyaret ederse, ona bir melek şöyle seslenir:
“Sana ne mutlu! Güzel bir yolculuk yaptın. Kendine cennette barınak hazırladın!” Tirmizî
Günün Sözü
“İki şey akıl hafifliğini gösterir: Konuşacak yerde susmak, susacak yerde konuşmak.” Sâdi Şîrâzî
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.