Aslan neyi temsil ediyor?
Mevlana Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri’nin önemli eseri Mesnevî’de de insandaki beden-ruh, nefis-ruh çekişmesi ve bunun tedavisi örneklerle anlatılıyor. Buna göre dünya mülkünde, beden hapishanesinde nefsin (tutkuların) hâkimiyet kurduğu vurgulanıyor. Bu hapishanede, gurbette kalmış olan, aslı yücelere ait ruh, nefsi alt etmelidir. Bu da nefsin terbiye edilmesi ile olabilir. Nefis terbiyesi şüphesiz tasavvufun en önemli konusu ve gayesidir. Mevlânâ şiir diliyle nefsin hâllerini dile getiriyor, edebî kudretini gösterdiği teşbih ve temsillerle nefsi ve nefis terbiyesini tasvir ediyor. Mevlânâ Hazretleri, nefsi tanıtmak yolunda hayvanlar âleminden örnekler veriyor. Onlardan birisi de aslan ve aslanı azgın nefse benzetiyor. İşte en bilinenlerinden birisi:
Uçsuz bucaksız bir ormanda azılı bir aslan yaşamaktadır. Ormandaki bütün hayvanlar korku içindedirler. Böyle yaşamaktansa bir çare ararlar. Düşünür, taşınır, aralarından bir heyet seçerek aslana gönderirler:
“Ey ormanların şahı aslan!.. Her gün içimizden birini yakalıyor, yiyorsun! Buna bir diyeceğimiz yok, fakat bu zahmet niye? Sen tahtında otur, biz sana her gün içimizden birini yollarız, sen de rahatça yersin! Böylece biz de, sen de huzur içinde ömrümüzü geçiririz!..” derler.
Bu teklif aslanın hoşuna gider. Kabul eder. Artık her sabah bir hayvan kendi ayağı ile gelip aslana teslim olmaktadır. Günlerden bir gün, sıra tavşana gelir. Hayvanlar:
“Eh ne yapalım, kısmet böyle! Çoğumuzun rahatı için birimizin ölmesi gerek! Haydi vakit geçirmeden yola düş. Aslanı kızdırmayalım” derlerse de tavşan işi ağırdan alır, pek aldırmaz.
Hayvanlar telaş içindedirler. Nihayet yalvara yakara tavşanı yola düşürürler... Tavşan, kayıtsız, seke oynaya aslanın huzuruna gelir ama, vakit de bir hayli ilerlemiştir. Açlıktan ateş püsküren aslan, kükrer:
“Nerede kaldın? Bu gecikmene sebep ne?”
Tavşan, yalancı bir telaşla terlerini siler, boynunu büker:
“Aman efendim, ben saygıda kusur etmedim. Sabah erken yola çıktım ama, diğer bir aslan yolumu kesti, elinden kurtuluncaya kadar neler çektiğimi bilemezsiniz?”
Aslanın öfkesi büsbütün başına vurur:
“Kim bu küstah? Bu ormanda yalnız benim hükmüm geçer. Kimmiş o, çabuk söyle?”
Tavşan durumdan memnun, hep öteki aslanı över, böylece aslanın haysiyetini tahrik eder. Aslan dayanamaz:
“Düş önüme, göster bu alçağı!” der, yola düşerler. Tavşan aslanı bir kuyunun başına getirir:
“İşte sultanım, bu kuyunun içinde!.. Bakınız nasıl da kurulmuş.” Aslan hırsla kuyunun içine bakar. Suda aksini görür. Hırlamaya başlar, kuyudaki aksi de hırlar. Tavşan fırsatı kaçırmaz:
“Görüyor musunuz efendim? Size nasıl da meydan okuyor” der.
Aslan büsbütün hiddetlenir, gözleri döner. “Bir diyarda iki sultan olamaz, parçalamalıyım onu” diye mırıldanır. Ardından da: “Gümm!” diye kuyuya atlar.
Her şey bitmiştir artık.
Tavşan yemyeşil çayırlarda seke seke hayvanlara kurtuluşlarını müjdeler. Aslan kuru gururunun esiri, tavşan ise hayvanlar âleminin kahramanı olmuştur. Sayfalarca süren hikayeyi Mevlânâ Hazretleri şöyle bitiriyor:
“Şunu bil ki safları bozup dağıtan aslanla savaşmak kolaydır. Asıl aslan, nefsini mağlup edendir.”
Aslanı eşek yapan mutasavvıf
Tasavvuf kültürümüzde Yesevîlik, Bektâşîlik ve Nakşîlik gibi belli başlı tarikatların kolbaşı kabul edilen ve Mevlânâ gibi sûfîleri de derinden etkileyen Ebü’l-Hasan Harakânî Hazretleri ise aslanı eşek gibi oduna koşan kişi olarak biliniyor. Anadolu’nun İslâmlaşmasında son derece önemli etkisi bulunan ve tasavvufun ilk devir temsilcilerinden birisi olan Harakânî Hazretleri’nin İbn Sinâ ile aynı dönemde yaşadığı belirtiliyor.
Menkıbelere göre felsefeci İbn Sinâ, bir gün Harakânî Hazretlerini ziyarete gidiyor. Şeyhin evine varıp eşinden nerede olduğunu soruyor. Eşi, onun hakkında hiç de hoş olmayan sözler kullanarak evde olmadığını ve ormana odun getirmeye gittiğini söylüyor. Kafası karışan ve oradan ayrılan İbn Sinâ, yolda şeyhin gelmekte olduğunu ve yükünü bir aslanın taşıdığını görünce hayretler içinde kalıyor. Çünkü o, geçimsiz eşine karşı kendi nefsini (Aslan) nasıl kontrol ettiğini ve yönettiğini böylesine çarpıcı bir örnekle gösteriyordu.
Şükrullah DOLU’nun ‘Aslan Kral Değildir’
kitabından alınmıştır / Hayat Yayınları
İlim adamlığına götüren hata
EĞİTİM
Ünlü bir ilim adamının tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları olmuştu. Bir gazete muhabiri röportaj yaparken kendisine, “Nasıl olup da daha farklı ve mucid bir insan olduğunu” sormuş. Kendisini diğerlerinden ayıran özellik neymiş? İlim adamı bu soruyu “iki yaşındayken annesiyle yaşadığı bir deneyim sebebiyle” diye cevaplamış. Bilim adamı, başından çocukken geçen deneyimi de şöyle anlatmış:
Buzdolabından süt şişesini çıkartmaya çalışırken, şişe elinden kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne dönmüş. Annesi mutfağa geldiğinde, ona bağırmak, söylenmek ya da cezalandırmak yerine, “Robert, ne kadar güzel bir hata yaptın! Daha önce bu kadar büyük bir süt gölü görmemiştim. Evet, olan olmuş. Şimdi birlikte burayı temizlemeden önce biraz yerdeki sütle oynamak ister misin?” demiş. O da eğilip, yere dökülen sütle oynamış. Birkaç dakika sonra annesi, “Robert, bu tür bir şey yaptığında, bunu senin temizlemen ve her şeyi eski haline getirmen gerektiğini biliyor musun? Bunu nasıl yapmak istersin? Bir sünger mi kullanalım, bir havlu ya da bir bez mi? Hangisini istersin?” diye sormuş... Robert süngeri seçmiş ve birlikte yere dökülen sütü temizlemişler. Daha sonra annesi, “Biliyor musun, burada yaşadığımız olay, senin iki minik elinle bir süt şişesini taşıyamadığın kötü bir deneyimdi. Şimdi arka bahçeye çıkalım ve şişeyi suyla doldurup, senin dolu bir şişeyi düşürmeden taşımanı sağlayalım” demiş. Arka bahçede küçük Robert, şişeyi boğazından iki eliyle tutarsa, düşürmeden taşıyabileceğini öğrenmiş.
Ne güzel bir ders! Bu ünlü ilim adamı daha sonra, o anda bir hata yaptığı zaman, bundan korkmaması gerektiğini öğrenmiş. Yapılan hataların, yeni bir şeyler öğrenmek için çok güzel fırsatlar olduğunu anlamış. İşte bilimsel araştırmalardaki deneyler de, bu temele dayanır zaten. Bir deney başarısız olsa bile, o deneyden çok değerli bilgiler elde edilir.
Efendimiz’in Hayatından Çocuklara nasıl davranacağımızı öğreten Peygamber
Mahmud b. Rebi anlatır: Kendisi henüz beş yaşlarında iken, Peygamber Efendimiz’in bir kovadan ağzına su alarak üzerine püskürttüğünü söyler. Bu, Rasûlullah (sav) Efendimiz’in çocuklarla şakalaşmasının bir örneğidir.
Ya’lâ b. Mürre de Rasûlullah (sav) bir davete giderken çocuklarla oynamakta olan torunu Hüseyin’i götürmek istediğini, fakat Hüseyin’in, dedesini görünce kaçmaya başladığını ve Rasûlullah Efendimiz’in onun arkasından çocuk gibi sağa sola sallanarak koştuğunu anlatır.
Rasûlullah (sav) cinsiyetler arasındaki adâlete çok dikkat etmiştir. Bir sahâbî Peygamber Efendimiz’in meclisinde otururken, yanına küçük oğlu geldi. O da çocuğu kucaklayıp öptü ve dizine oturttu. Az sonra küçük kızı geldi. Adam onu dizine değil, yanına oturttu. Bunu gören Peygamber Efendimiz: “Çocuklar arasında adaleti gözetmeli değil miydin?” buyurdu ve kız ile oğlana farklı davranmamak, birini diğerine tercih etmemek gerektiğini söyledi.
DERS
Allah katındaki makbûliyet kulluktaki istikâmet nisbetindedir!
Büyüklerden biri, arkasına odun yüklenmiş, güçlükle yürüyen bir ihtiyara rastladı. Onun hâline bakarak, “Ey ihtiyar! Senin rızk verici olan Allah’a îtimâdın kalmadı mı ki, şu yaşında hâlâ bu mihneti çekiyorsun? Yoksa sana bakacak kimse yok mu?” dedi.
İhtiyar oduncu, muhâtabının mânevî idrâk eksikliğini gidermek için gözlerini semâya kaldırıp ellerini açarak, “Yâ Rabbî!” diyerek bazı ilticalarda bulundu. Kendisinden ‘bazı manevi haller’ zuhur edince, bu hallere muttali olan zat, bu defa şaşkınlıkla: “Böyle bir mertebeye ulaşmış bir kimse, niçin odun taşıyor?” diye sordu.
İhtiyar oduncu dedi ki, “Evlâdım, bunu nefsimin beni kul olarak bilmesi ve kulluk dâiresinin dışına çıkmaması için yapıyorum. Zîrâ Hak katında makbûliyet, kulluktaki istikâmet nisbetindedir.”
İKAZ
Dünyada şen olanlar âhirette de şen olsalar fena mı olur?
Maruf-u Kerhi, Bağdat’ta hicri iki yüz tarihinde vefat etmiş, çevresine oldukça değerli hizmetler vermiş ve maneviyat büyüğü olarak tarihe geçmiştir. Çevresindeki kişilere karşı tutum ve tavırları bugüne de ışık tutacak özellikte olan bu büyük insandan bizi ikaz eden bir örnek:
Maruf-u Kerhi, bir gün Dicle kenarındaki bir hurma bahçesinde yakınlarıyla otururken kayık içinde bir kısım gençlerin saz çalıp içki içerek geldikleri görülür. Bunlara kızanlar: Senin duan makbuldür, dua et de Allah kayıklarını devirsin, suya gömülerek boğulsunlar, derler. Maruf, hemen ellerini açıp duaya başlar. Ama nasıl dua? Rabb’im der, bunları bu dünyada şen şakrak kıldığın gibi âhirette de şen şakrak kılacak hayırlı ameller işlemelerini nasip eyle!
Yanındakiler itiraz ederler: Biz senden, suya dökülüp cezalarını bulmalarını diledik. Sen ise şen şakraklıklarının âhirette de sürmesini istedin!
Cevap verir: Bunların sarhoş halde suya dökülüp de boğulmalarından kimseye bir fayda gelmez. Ama âhirette de şen şakrak olacak ameller işlemelerinde topluma faydalar vardır. Siz benim duamın hedefini anlamadınız; ama Rabbim anladı, der.
Az sonra sahile çıkan gençler, Maruf’un huzuruna gelirler. Utanç içinde özür diler, tevbe istiğfar ederek bir daha böyle bir yanlışlığa sapmayacaklarına söz verirler. Verdikleri sözlerinde de dururlar, daha sonra benzeri hatalara girmezler.
Böylece sarhoş olarak ölmek yerine, ayık olarak yaşar, topluma güzel hizmetler vererek âhirette de şen şakrak olurlar. İşte Maruf-u Kerhi’nin İslâm’a hizmet ve insan kazanma anlayışı budur. Günahım için
affını diler rahmetini
niyaz ederim
Allah’ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bilgiden ve kabul olunmayacak duadan Sana sığınırım.
Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten Sana sığınırım. Kabir azabından da Sana sığınırım. Hayat ve ölümün fitnesinden de Sana sığınırım.
Allah’ım! Dinimi yoluna koy, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da yoluna koy, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de yoluna koy, dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayrı artırma vesilesi kıl. Ölümü de her çeşit şerden kurtularak rahata kavuşma vesilesi yap.
Allah’ım! Hamd ederek Seni tenzih ederim, Senden başka ilah yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini niyaz ederim.
Allah’ım! Hamd ederek Seni tenzih ederim, Senden başka ilah yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini niyaz ederim.
Allah’ım! İlmimi artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lütfet. Sen lütfedenlerin en cömertisin.
Vahyin Dilinden
“Kâfirler, insanları Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Onlar mallarını bu uğurda harcayacaklar, sonra da bu harcama onlar için yürek acısı olacak, arkasından da yenilgiye uğrayacaklardır. Kâfirler cehennemde bir araya getirileceklerdir.”
8 Enfal, 36. Âyet
Allah Rasûlü’nden
Peygamberimiz buyuruyorlar ki: “Âhirette cezasını ayrıca vermekle beraber, dünyada Allah Teâlâ’nın çabucak cezalandırmasını en fazla hak eden günahlar, zulmetmek ve akrabayı ihmal etmektir.” Ebû Dâvûd Günün Sözü
“Her türlü iyilik bir evde toplanmış ve onun anahtarı tevâzu olmuştur. Her türlü kötülük bir evde toplanmış ve onun anahtarı da kibir olmuştur.” Yusuf bin Hüseyin
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.