Fezleke: Eleştirmek de Eleştirilmek de Haktır 23
Eleştirmek sevmeye ve desteklemeye, en azından dua etmeye mani değildir. Hele hele eleştirmek asla ve kat’a düşmanlık etmek hiç değildir. Bu seri yazıların yazılış amacı da böyle zannederek öyle yapanları uyarmak, böylece bunların elinden hem cemaati kurtarmak, hem de cemaat üstü büyük İslam kardeşliğini korumaktır.
Hiç kimse, hiçbir grup, hiçbir cemaat, hiçbir millet “bizi eleştirme, başka işin yok mu senin?” diyemez, demesin. Bilakis hatasını gösterene teşekkür etsin. Bunu manevi bir yardım bilsin ve Hz. Ömer (r.a.) gibi “yanıldığında kendisini düzeltecek kardeşlerinin varlığından ötürü” Allah Teâlâ’ya şükretsin.
Kimse eleştiriden kaçamaz “Bırakın bizi, kendi kusurumuzla yaşayalım, karışmayın bize” demek ne kadar İslam’a uygundur? Ne kadar Nebinin (sav) ahlakına uyar? Hangi kitapta böyle yazar? Hiç kimse “kendi yerimi deliyorum” diye içinde hepimizin bulunduğu gemiyi delemez.
M. Fethullah Gülen Hoca Efendinin bazı sevenleri, akla, mantığa ve ahlaka aykırı olan tenkitlere karşı tepki vermekte elbette haklıdırlar. Ama neden her yapıcı eleştiriye de şiddetle itiraz ediyor ve çoğu zaman da kin, nefret ve hakaretle cevap veriyorlar? Bu halet-i ruhiye neyin alametidir?
Hatayı kabul bu kadar mı zor? Biz “bu İslamî değil” diyoruz, adamlar “ama biz bu kadar hizmet ediyoruz, bunu görün” diyor. Tamam, onları görüyoruz, sizi de seviyoruz, ancak bizim uyarımız işte şu” diyoruz, ne alakası varsa o hala başka başka hizmetlerini sayıyor. Dam başında saksağan, vur beline kazmayı…
“Bu kadar yazı yazmakla eline ne geçecek?” diye bu yazılanları eleştirenlere diyorum ki, “eğer hak verir de dinlerlerse elime işte bu büyük kardeşlik geçecek. Birbirimizi iyi tanıma, karşılıklı güven, sevme ve sayma geçecek. Bundan da birlik ve dirlik, güç ve kuvvet, nihayet hakiki ve mecazi manada “devlet” ele geçecek.” Az mı? Denemeye değmez mi? Nasreddin Hocayı yabana atmayın, “ya tutarsa…”
Yeter ki sözün gerçek muhatabı olan insanlar ne dediğimizi dikkatle okusunlar, akl-ı selim ile anlamaya çalışsınlar, iyi niyetimizi görsünler de istifade etsinler. Burunlarından soluyarak öfkeyle okuyanlar varsın bizi sevmesinler, hakaret yağdırsınlar ne çıkar? Allah kalpleri biliyor!
Bir hocayı sevmek ve korumak amacıyla –aralarında yerle gök arası ilim ve fazilet farkı olsa bile- başka bir hocaya hakaret etmek, acaba hangi akla, imana ve ahlaka sığardı? Kendilerine “biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” diyenlerin, eğer sözlerinde sadık iseler, buna hakaret ve aşağılama yerine ikna edici bir cevaplarının olması gerekmez miydi? İşte bu yazılar bunu öğretmek içindir ve amacına ulaşması zor olsa da çok önemlidir.
Kimse “bize tavsiye sizin haddinize mi düşmüş?” diyemez, demesin, zira Müslümanların birbirlerine “hakkı tavsiye etmesi” Allah Teâlâ’nın emridir. Bu kardeşlerime hatırlatırım: Gerçekten de sizi her eleştiren düşmanınız değildir. Aralarında Hoca Efendi’yi bizim gibi çok sevenler de vardır. Bunlar, hizmet hareketinizdeki bazı tarz ve üslubunuzu beğenmedikleri için aranızda olmuyor olabilirler. Bunun size ne zararı var?
Bu kadar kuşkucu olmayınız etrafınıza karşı. Kendinizi “etrafınızı Müslüman düşmanlarınız kuşatmış” gibi sanmayınız, iyi ilişkileri böyle bir vehme kurban etmeyiniz lütfen. Biz sizi seviyor ve hizmetlerinizi takdirle karşılıyoruz. Bırakınız bunları, farzı muhal size düşman bile olsak, sizin davranışınız yine böyle olmamalı.
“Ya nasıl olmalı?” derseniz, benim yerime cevabı Kur’an’dan alınız derim: “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 34)
Bizim bir eleştirimiz varsa o da “din kardeşliği” namınadır, hayır ve ıslah adınadır, insanları tanıştırma, yaklaştırma ve kaynaştırma adınadır. Allah rızası içindir. Bunda samimi ve ihlaslı olmaya çabalıyoruz. Kendimizi temize çıkarmayalım şimdi, yani en azından öyle olmalıdır. Zaten böyle ihlaslı değilse, işin içine riya, süm’a girmişse, fahr, kibir, ucb girmişse, daha baştan heba olmuştur o işler. Yani sonuçta her hal-ü kârda kimden hangi hakla ne beklenebilir ki? Fakat bunu öğrenmek kolaydır da içselleştirmek, huy edinmek, davranış biçimi haline getirmek o kadar kolay değildir.
Yeri gelmişken söyleyeyim, cemaatlerin her eleştireni dışlaması, bir Müslüman olarak hak ettiği sevgi ve saygıdan mahrum etmesi, hatta gücünün yettiği yerlerde onun işi, aşı ve şerefiyle oynaması, yani tabiri caizse “mahalle baskısı” uygulaması, evvela haksız ve çirkin bir davranıştır. Saniyen bu bir sindirme hareketi olarak örtülü bir sansürdür. Salisen fikir hürriyetine ve ifade özgürlüğüne vurulan büyük bir darbedir.
Biz herhangi bir cemaati eleştireceğiz, onlar haklı veya haksız olduğumuzu delil ile ispatlama yerine bize hakaret edecekler, dışlayacaklar, kimi haklardan mahrum edecekler, tehdit edecekler. Yok öyle yağma! Böyle bir hak da yoktur! Bu Müslümanlık değildir. Bu hizmet adamlığı hele hiç değildir. Bu, dillerden düşmeyen diyalog ve hoşgörüye de bir ihanettir.
Böyle bir ortamda ilim de olmaz, fikir de olmaz, adalet de olmaz, medeniyet de olmaz. Kimse ayeti yanlış anlamasın; sadece aynı cemaate mensup olanlar değil, “bütün Müslümanlar kardeştir” ve hakları vardır.
Evet, netice itibariyle eleştirilmek de aynen eleştirmek gibi bir haktır.
Evet, haktır ama ne yazık ki belli bir seviyede eğitim ve terbiyesini tamamlayamamış nefisler için eleştiriyi hazmetmek çok zordur. İşte tevhid mücadelesinin acı sahneleri ortadadır.
Ne yapalım, “Asr Suresi”ni daha çok okuyarak anlamaya ve içselleştirmeye çalışacağız. Başka çaremiz mi var?
-Son-