CHP 90 Yıldır Neden Çarşaflıyor?
Cumhuriyetin 90. yılı kutlanıyor. Cumhuriyeti kuran parti CHP’de 90. kuruluş yıldönümünü kutlamıştı geçenlerde. Bildiğiniz gibi CHP, cumhuriyet ilan edilmeden önce kurulmuştu. Doğrusu kurulurken de halka isteyip istemediği de sorulmamıştı. Hatta Ankara’da cumhuriyeti ilan eden toplar atılırken Kurtuluş savaşının 2 numaralı komutanı, bazı tarihçilere göre ise 1 numaralı komutanı Doğu Fatihi Kazım Karabekir Paşa.
- Bu toplar neyin nesi? diyerek şaşkınlığını belirtmişti. Cumhuriyetin ilan edildiği söylenince de “Neden, bizim haberimiz yok!” diyerek yapılana bir anlam veremediğini göstermişti. Öyle ya, pek çok konuda inkılapların sahibi ile aynı görüşte olan Kazım Karabekir Paşa’dan cumhuriyet neden gizlenmişti. Karşı çıkabilir, endişesi mi vardı acaba?
Cumhuriyetin ilk yılında ülkede adeta bir demirperde idaresi vardı. Adı cumhuriyetti ve ders kitaplarında da “Halkın kendi kendisini idare” olarak tanımlanıyordu. Pekiy, gerçekten öyle miydi? Halkın önce ezanına müdahale edildi, “Tanrı uludur, Tanrı uludur” diye minarelerden yükselen Türkçe ezan tam bir kâbus olmuştu Müslüman Türk halkı için. İtiraz edenler zindanlara dolduruluyor ve ikna oluncaya kadar orada tutuluyordu. Köylerde yüksek tepelere nöbetçi dikilir, ezan aslına uygun okunurdu. Ne zaman jandarma ufukta görünür, işaret verilir ve ezan “Tanrı uludur’a çevrilirdi. Kur’an öğretimi yasaklanmıştı. Kutsal kitabımız bazı yerlerde sepetlerle kuyulara sarkıtılıyor, bazı yerlerde ise ya samanlıklarda ya da kazılan çukurlarda saklanıyordu. Yani Stalin Rusya’sından farksız bir hayatımız vardı. Alfabemiz değiştirilmiş, 13 milyon nüfusumuz bir gecede okuma-yazma bilmeyen bir cahiller ordusu oluvermişti. Anadolu’dan çekilen ve çekilirken de köylerimizi yakıp-yıkan Yunanlılar, Kurtuluş savaşının hemen akabinde kadim Yunan medeniyetinin sahipleri olarak gelip ders kitaplarımıza oturacak ve yüzümüzü döndüğümüz batının ilk numuneleri olarak alkışlanacaktır. Artık batı, Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda bize tarif ettiği gibi “Tek dişi kalmış canavar” değil ışığı ile gözlerimizi kamaştıran bir medeniyet şahikasıdır! Cumhuriyeti kuranlar işi o kadar ileri götürürler ki, bugün Meclis zabıtlarına yansıyan sapık teklifler dillendirilir, “Bizi İslâm geri bıraktırdı, toptan Hıristiyan olalım ve uygar dünyanın bir parçası haline gelelim.”
Bu sözler, bir dönemi karalamak için söylenmiş sözler değildir, bir devrin tarihe geçen yüz karasıdır. İnkılaplarla birlikte bizim esas güç kaynağımız, varlık sebebimiz hilafet de kaldırılacak batıya benzeme adına kılık-kıyafet devrimi yapılarak, 1000 yıldır İslâm’ın sancaktarlığını yapan bu milletin erkekleri gavurluğun simgesi şapka giymeye, kadınları da başlarını açarak, balolarda batılı kadınlara benzeme adına sefih bir hayata zorlanacaktır. Artık sokaklarda kadınlarımızın çarşaflarının ve iffetlerinin sembolü başörtülerinin polisler ve jandarma tarafından parçalanması vakay-ı adiyeden olmuştur. O günlerde şapka inkılabına ucundan-kıyısından karşı çıkanlar bile darağaçlarında sallandırılmaktadır. Büyük İslâm alimi İskilipli Atıf Hoca, şapka kanunundan iki yıl önce yazdığı “Frenk mukallitliği ve İslâm” adlı eseri dolayısı ile darağacına gönderilirken; “şapka gavurluk işaretidir, asla giymeyiz!” diyen Rize halkı sahilden Hamidiye zırhlısı ile bombalanacaktır. Erzurum’da şal satan ve “Şalcı Bacı” adı ile tanınan bir hatun kişi de “şapka kanununa muhalefetten” asılacaktır. Ayrıca halka korku salmak için İstiklal Mahkemeleri’nde suçlu-suçsuz 5000’in üzerinde insan idam etmekte beis görmemişlerdir. İşte o zulüm günlerinde inkılapların sahibi, “Ben öldükten sonra ardımda bir diktatörlük kalsın istemiyorum” diyerek o güne kadar tek parti olan CHP karşısında iki defa yakın arkadaşlarına siyasi parti kurdurarak bir muhalefet denemesi yapmak ister. O da nesi? Her iki denemede de halk müthiş bir teveccühle bu partilere koşar. Bir defasında İzmir’de muhalefet partisinin adaylarına bir baba oğlunu fırlatıp canhıraş bir şekilde bağırır:
- Alın, bu oğlum size kurban olsun, öbür oğlumu da getireceğim, o da sizin olsun, yeter ki kurtarın bizi bu zalimlerden!
İnkılapların sahibi bakar ki, barajın kapakları patlayacak, iki parti de tehditle kapatılır. 1938 yılında Mustafa Kemal ölür, yerine son dönemlerinde kurşuna dizilmesi emrini verdiği İsmet Paşa geçer. Mustafa Kemal’in hasta yatağında verdiği bu emri çok güvendiği Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, “Yerine getirdim” diyerek İnönü’yü kurtarmıştır. Sonra İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde demokrasiler moda olur ve CHP’den ayrılan bir grup milletvekili 1946’da Demokrat Parti’yi kurarlar. İlk seçimde CHP’nin türlü sandık hilelerine rağmen 50 milletvekili çıkaran Demokrat Parti, 1950 yılında tüm barajları patlatarak sel gibi % 50 oyla iktidara gelir. İlk 10 yılın sonunda bir daha iktidar yüzü göremeyeceğini anlayan CHP ordudaki cuntaları harekete geçirerek, bilhassa ABD’nin istediği bir darbe ile DP’yi iktidardan indirir. O günden sonra da halk CHP’ye ufak tefek koalisyonlar dışında vize vermeyecek ve bu parti “iktidarsız bir parti” olarak anılacaktır. 12 Eylül 1980’den sonra bazı isim değişiklikleri olsa da (Halkçı Parti, SHP, CHP, DSP) bu partiyi kuranlar ve yönetenler hep baştaki ideallerine sadık kalmışlardır. Bir dönem CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Bosna’da başörtüsü dağıtarak, “Başörtüsü kadının namusudur” diyebilmiş ve CHP de çarşaflı kadın üye kaydederek güya “çarşaf açılımı” yapmıştır. Sonra CHP’nin ikiz kardeşi olarak dünyaya gelen “Demokratik Sol Parti” babası Bülent Ecevit’in rahle-i tedrisinde büyüyecek, Amerika ile İsrail’in Çevik Bir ve avanesine yıktırdıkları Refahyol iktidarından sonra Anasol-M adlı kırk bohça bir koalisyonla iktidar olan DSP ve onun güya romantik lideri Bülent Ecevit, halkın oyları ile seçilen ilk başörtülü vekil Merve Kavakçı’ya milletvekili yemini etmek için mecliste bulunduğu sırada adeta saldıracak;
- Bu kadına haddini bildiriniz, burası devlete meydan okuma yeri değildir diye bağıracak, o günde DSP’li ve CHP’li vekiller “Merve dışarı!” diye tempo tutacaktır. Artık alçaklık iktidardadır. O günlerde masonların Üstad-ı Âzamı Süleyman Demirel cumhurbaşkanıdır ve o da o koroya katılarak “Merve Kavakçı”yı hain ilan eder. Bugün köprülerin altından çok sular aktı. O zulmün planlayıcıları Silivri’de, Hasdal’da, Sincan’da yaptıklarının hesabını veriyorlar millete. Ve Nene Hatunların, Şalcı Bacıların başörtüsü artık kamuda serbest oldu. Ardından sıra o zulmün simgeleştiği Meclis’e geldi. Yeni milletvekili seçimlerini beklemeden iktidardaki AK PARTİ, muhalefetten de MHP ve BDP bu konuda tam destek veriyorlar. Yani Meclis’te başörtülü vekile engel yok! Aslında MHP bugün bu konuda samimi olmadığı halde bir taktik uyguluyor. Biz ona da razıyız ya. Zira samimi olsalar 28 Şubat döneminde de aynı açıklamayı yaparak Merve Kavakçı’nın linç edilmesini önlerlerdi. Biz bundan vazgeçtik, bir de MHP Antalya eski Milletvekili Nesrin Ünal’ın başını açtırarak başörtüsü düşmanlarına hareket ve haklılık imkânı sağladılar. Bu vebalin hesabını Allah katında verebileceklerini sanmıyorum.
Ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinden AK PARTİ’li kadın vekilin başörtülü olarak Meclis’e gireceğine verdiği tepkiyi alkışlamadan edemiyorum. Bakınız ne diyor CHP milletvekilleri;
- AK PARTİ Konya Milletvekili Gülay Samancı’ya da aynen Merve Kavakçı’ya gösterdiğimiz tepkiyi göstereceğiz… Kürsüyü işgal edip Meclis’i çalıştırmayacağız, tâ ki başörtülü vekil Gülay Samancı Meclis’i terk edene kadar da eyleme devam edeceğiz!”
Doğrusu MHP’den daha samimiler davalarında. Ama hesabı doğru yapamadıkları bir şey var, o da bugün artık başörtüsü Çankaya’ya çıkmıştır. Eşi başörtülü bir cumhurbaşkanımız ve başbakanımız vardır. Üstelik onlar taşıdıkları başörtüsünü öylesine onurluca korumuşlardır ki, Anadolu insanının da kalbinde taht kurmuşlardır. Onlara düşmanlık yapan CHP ve İP ise halkın gözünde azınlık bir müfteri olarak kalmıştır ve öylece de devam edecektir.
Ezcümle, başörtülü vekil tartışmalarında son bir dileğim var Yüce Rabbimden:
“Allah’ım, ne olur Merve Kavakçı’nın başörtülü vekil olarak yemin ettiği günleri bize göster.”