Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Mü’minler aman dikkat! (2)

Mü’minler aman dikkat! (2)

Peygamber Efendimiz, yegâne hakikati kulaklarımıza haykırıyor. İnsan, esefle geçmişine yanacağı gün gelmeden onu dinlemeli, şeytana esir olmamalıdır.

‘Vallahi sizin için fakirlikten korkmuyorum ama dünyanın size açılmasından endişeliyim. Sizden öncekilere açıldığı gibi; onların dünya üzerinden yarıştığı gibi sizin de yarışmanızdan ve onları dünyanın helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden çekiniyorum.’ (Buharî)

Bir duasında da ‘Allahümme hasıbnîy hisaben yesîyra (Allah’ım hesabımı kolay eyle!)’ diye dua eder. Kıyamet gününün hesabına hazırlanan mü’min, dünyada da bir hesap şuuru ile yaşamalıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “De ki: Size tek bir öğüdüm var: İster başkalarıyla beraber, ister yalnız başına iken, Allah’ın huzurunda bulunduğunuz gerçeğini asla unutmayın!” (34 Sebe, 46)

İnsanlar mala düşkünlükte birbirlerini geride bırakmayacak şekilde faydasız bir yarış içine girmektedirler. İnsanın bu yönünü Peygamberimiz: ‘Ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncüyü ister. İnsanoğlunun karnını (gözünü) ancak toprak doldurur’ buyurmaktadır.

Ekonomik yarışların dünyayı nasıl Cehenneme çevirdiğini, her gün yaşadığımız olaylarla daha net görüyoruz. Ortalık kan, şiddet, felaket ve ateşten geçilmiyor. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kapmak için kıyılan canların, yakılan ateşlerin, cehennemi andıran görüntülerin haddi-hesabı yok. Mal biriktirme, dünyaya aşırı bağlanmanın insanları nasıl insanlıktan çıkardıkları görülüp ibret alınsaydı, hepimiz başka bir dünya inşa ederdik. Allah’ın insana bahşettiği dünyalıkların insan ile Rabbinin arasına girmesine mani olmak, her türlü maddi-manevi imkânları ona verenin Rabbi olduğunu unutmadan yaşamak problemin çözümüdür. Her türlü nimete sahip olduğunda göndereni unutmadan, imkânları paylaştığında, ‘emanet şuuru’ ile hareket ettiğinde, ölçülü ve dengeli yaşayabilir. Zaten insan malını ‘mülkiyet’ bildiğinde veremez, emanet bildiğinde verebilir.

Dağ başına çekilme yahut insanlardan kopup içine kapanma tarzında bir hayatın bizden beklenmediğini iyi bilmeliyiz. Dünyanın fırtınasına kapılmamak dünyadan kaçmakla değil, ona esarete karşı uyanık bulunmak ve Allah’ın dinini yaşamakla mümkündür. Bize, fakirliği teşvik eden bir dinimiz yoktur. Meydanları Allah’ın düşmanlarına terketmekle emredilmiş değiliz. Aczimizi itiraf edip bir kenara çekilerek imtihan kazanamayız. İmtihana girmeden, kazanmak veya kaybetmek mümkün müdür? Eğer gaye Allah’ın rızasını kazanmak ise -ki, mü’min için başka bir tercih yoktur- yapacağımız bellidir:

* İmanımızı güçlü tutmak için dinimizi ciddiye alıp gerekenlere önem vermeliyiz.

* Allah’ın rızasını kazanmak için öncelikle haramlardan mümkün olduğunca arınmış bir hayat yaşamaya mecburuz. Haramlardan ve harama götüren çevreden, vesilelerden arınmak zorundayız. Ve bu arınmanın da ancak güçlü bir direnme ile mümkün olacağını bilmeliyiz.

* Haramlardan arındıktan ya da iyi bir arınma mücadelesi içinde olduktan sonra Allah’ın farzlarını yerine getirmek için yoğun gayret göstermeli, tek bir farzı bile ihmal etmemeliyiz.

* İmkânlarımız ve kabiliyetlerimiz doğrultusunda bir nafile birikimi oluşturmalıyız.

* Mü’min kardeşlerimizle bağımızı güçlü tutmalı, devamlı yeni bir kardeş kazanma hamlesi içinde olmalı, her Müslüman’ın ‘davetçi’ olduğunu unutmamalıyız.

* Yeryüzünde iman ehli olarak bulunmanın tabii bir gereğinin de küfürle mücadele içinde olma, sürekli bir şekilde Hak adına yaşama olduğunu bilmeliyiz. Buna cihat denecekse cihat edeceğiz. Sabır denecekse sabredeceğiz. Direnme denecekse direneceğiz.

* Hayatımızı ölçü ve denge üzerinde yaşamaya çalışacağız. Dünyayı tamamen ihmal eden anlayış da yanlış, dünyayı yüreğine sıkıştırmaya çalışan anlayış da... Mü’min, ahiret için çalışırken dünyadan da nasibini unutmayan insandır. Özellikle ekonomik ve siyasi alanların mü’minlerin ihmalleri sebebiyle mü’min olmayanlara terkedilmesi ayrıca bir vebaldir. İtfaiyeci mantığıyla dünyaya yaklaşabiliriz; “yanmadan yangını söndürmek” görevimiz. Resûlullah Efendimiz’in şu hadis-i şerifteki dengelemeyi ölçü alabiliriz.

Buyuruyor ki; ‘Dünyaya tenezzülsüzlük, helali haram saymak veya malı zayi etmek değildir. Asıl dünyaya tenezzülsüzlük, sendekini Allah’ın yanındakinden daha iyi görmemen ve başına gelen bir sıkıntıdan dolayı elde edeceğin sevabın, sana göre o sıkıntıdan dolayı kaybedeceğin maldan üstün olmasıdır.’ (Tirmizî)

* İslâm’ın emirlerinden bir emir ya da hayatın gereklerinden bir gerek üzerine yoğunlaşmamız, diğerlerini ihmalimize sebep olmamalı. İslâm, sadece şundan ibarettir, gerisi ikinci sınıf olabilir denebilecek bir şey yoktur. Mesela her yıl Haccetmeyi böylece bütün enerjiyi Hacc’a harcamayı ya da her iki günde bir Kur’an’ı hatmedecek şekilde Kur’an okuyup çocukları, aileyi ihmal etmeyi benimseyemeyiz. Kulluk, emredilen her şeyi sahiplenmekle gerçekleştirebiliriz. Bağlı bulunduğumuz ‘gönüllü kuruluş’un bütün faaliyet, çalışma ve hizmetteki usul ve üslubunu, ‘Kur’an ve Sünnet’ ışığında değerlendirmeliyiz. Kur’an ve Sünnet şaşmayan ölçümüz olmalı, ona uymayan ölçüyü kabullenemeyiz.

Gerek âyetler, gerekse hadisler bizleri ikaz etmektedir. Bizler de mü’minler olarak bu ikazları birer ‘uyarı levhası’ gibi görüp mucibince amel etmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
13 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi