Amaca Ulaşmada Üç Yöntem
Her Müslüman, yaşadığı toplumu “İslam Toplumu” haline çevirmeye çalışmalı ve o toplumda “devlete” ve “yönetime” talip olmalıdır. Bu Müslümanlar için bir farzdır, yani dinî bir mecburiyettir. Zira ilke olarak Müslümanları gayr-i müslim olanlar idare edemezler. Bu haramdır.
Peki, şimdi her Müslüman böyle midir?
Maalesef değildir.
Neden?
İslam’ı yeterince bilmediğinden! Gözü kör olası cehaletten. Bir an önce kurtulası cehaletinden yani…
İşte bu yüzden bu amacını bilmeyen cahil Müslümanlardan bilgili olan Müslümanları ayırt etmek için “İslamcı” tabiri kullanılıyor. Gerekli görülüyorsa neden olmasın, olabilir. Ancak ben mecburiyetten böyle diyorum. Yoksa bu tabirin “Müslüman” kelimesinin kapsayıcılığına zarar vermesi endişesi içimi sızlatmıyor değil.
Bu anlamda bugün bu ülkede Müslümanların/İslamcıların önünde söz konusu amaçlarını gerçekleştirebilmek için üç seçenek vardır:
1- Ya İslam Partisi kurmaya izin vermeyen bu laik devletin yasalarını göz önüne alarak sistem dışında kalacaklar, siyasete, yani ülke yönetimine talip olmayacaklardır. Bunun yerine dini ve devleti de öğreten ve mümkün mertebe kendi medeniyetini yaşatmaya çalışan, böylece bir “İslam Toplumu” oluşturmaya çalışan sivil toplum kuruluşları (STK) oluşturarak hizmet etmeye çalışacaklardır.
2- Veya yasaları reddedip dinlemeyerek yer altına çekilecek ve gizli faaliyet gösteren illegal siyasi örgütler kurarak devleti kendilerini tanımaya zorlayacaklardır.
3- Ya da içten tanımasalar bile dıştan yasaları gözeterek ve onların imkân ve boşluklarından faydalanarak açıktan siyasete soyunacak ve ellerinden ne gelirse yapabildikleri kadar dine ve ümmete hizmet etmeye çalışacaklardır. Böylece zaman içinde toplumu İslam’ı ister hale getirerek kendi sistemlerine dönüştüreceklerdir.
Bu üçünün ötesinde bir yol yoktur.
Peki, İslam dini bu yolların hangisini emreder?
Çağımızda birçok Müslümanın bilmediği ve bu yüzden bir sürü sert ihtilaflara düştüğü bir durum vardır, o da şudur:
“İslam dini, kendine has bir toplum ve devlet ister, ama hem buna erişmede, hem de eriştikten sonra bunu şekillendirmede özel bir emir vermez, kesin bir yöntem sunmaz. Bunun yerine ortaya ilkeler koyar, özellikler ve değerler belirler. Gerisi, zaman, zemin, imkan ve şartların belirlemesine göre Müslümanların bilgi, hikmet ve ferasetine bırakılmıştır. Yani bu alan bir yerde katı kurallar içermeyen, Müslümana serbest hareket imkanı tanıyan, bir yerde içtihada dayanan bir alandır. Bizim tarihi tecrübemiz bir fikir verebilir, ama tarih nass gibi kesin ve değişmez kanun koyamaz, mutlak ölçü belirleyemez.
Şimdi üç beş kitap okumuş iyi niyetli ama derinlemesine Kur’an-ı Kerîm’in, Sünnet-i Seniyye’nin ve bunlardan kaynaklanan fıkhın künhüne erememiş, hele de usul-ü fıkıhtan yeterince yöntem ve kaideler bilgisi alamamış olanlar, ihtimaldir ki buna itiraz edeceklerdir.
“Deliliniz nedir?” diye bir soru sorarsanız, doğrudan konuyu bildirmeyen, açıklama ve yoruma müsait birçok ayet ve hadis meali vereceklerdir. Ama ne ayetlerde, ne de hadislerde bizim sorduğumuz sorunun ne cevabı, ne de nakzı vardır. Belki iş içtihada kalmıştır. Bir içtihada uyan kişi, başka bir içtihada uyana neye dayanarak itiraz edebilir? “Ümmetin ihtilafında rahmet vardır.” Öyleyse kavga neden?
O yüzden alimler arasında bu konularda kırıcı tartışmalar olmaz. Kavga ancak cahillerin işidir.
Bir örnek verelim. Hariciler, Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına çok bağlı, gece gündüz Kur’an okuyan ve zikreden insanlardı. Hz. Ali’nin safında savaşırken, “hakem olayı” yüzünden ondan da, karşısındakilerden ayrıldılar. Hz. Ali’ye de, Hz. Muaviye’ye de, adamlarına da “kafir” dediler. Gerekçeleri neydi biliyor musunuz? “Hakimiyet ancak Allah’ındır” ayeti idi.
“Hakimiyet ancak Allah’ındır” ayeti hakkında kim ne diyebilir? Elbette doğrudur! Fakat bunu daha önce beraber savaştıkları arkadaşlarına karşı yorumlamak ve bu yüzden onlara “kafir” diyerek kanlarını dökmek, hatadır. Bu hata yüzünden mahvolup gittiler.
Bu sebepten ötürü bugün de bazıları “Hakimiyet ancak Allah’ındır” ayetini okuyarak Müslümanlara “kafir” demeden önce, geçmişteki haricilerin düştükleri acıklı vaziyete düşmemek için iki kere düşünmelidirler.
Eğer bu konu iyi anlaşıldı ise, şimdi gelelim bu üç şıktan hangisinin doğru, hangisinin hatalı olduğuna.
Ama gelecek yazıda…