Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Hz. Hüseyin Efendimiz için tutulan matem ve düşündürdükleri (2)

Hz. Hüseyin Efendimiz için tutulan matem ve düşündürdükleri (2)

Muharrem ayını hatırlamak, o ayda olan hadiseleri genel kültür havasında bilgi ve nakil malzemesi olarak anlamak ve kullanmak, meselelerimizi hiç anlamamak, kavramamak demektir. Zulüm karşısında susmayı “dilsiz şeytanlık” olarak değerlendiren, zalim idareciye karşı hakkı söylemeyi “sözlerin en güzeli” olarak niteleyip o tavrından dolayı öldürüleni “şehid” ilan eden bir dinin mensuplarının bugünkü durumuna kafa yormayacak mıyız? Ümmetin derdiyle dertlenmeyecek miyiz?

Hz. Hüseyin Efendimizle ilgili olaylar değerlendirilirken, vahye dayanmamaktan kaynaklanan ölçüsüzlük; tahrifat ve tahribatta kalmamış, akideye ve düşünceye de bulaşmıştır. Daha sonra tahrifat ve tahribata uğrayan inanç ve düşünceler saltanatçı güçler ve onları destekleyip onların emrine giren ulema tarafından meşrulaştırıldı, kurumlaştırıldı. İlminin hakkını verebilecek celâdet sahibi âlimlerimizin mahrumiyeti, gereken tavır ve uyarıyı yaptırtmamıştır. Din anlayışı da Allah Rasulü’nün ve Ashabının yaşadığı İslam değil; İslam’la bağdaşmayan dünyevileşme üzerine kuruldu. Adalet ve istişare, yerini zulme dayalı bir siyaset anlayışına bıraktı. Çalkantılar, adalet ve istişareyi unutmalar, hilafeti zorla ele geçirerek saltanata dönüştürmeler, ortaya çıkan hiziplerle gelen siyaset kaynaklı akîdevî ve fıkhî ihtilaflar… İhtilafların kavgaya, kavganın savaşa dönüşmesi. Unutulan “savaş ahlakı” ve sonucunda meydana gelen entrikalar, zulümler, işkenceler… Bütün bu olanlar; Hz. Hüseyin Efendimizin şahsında yaşananları tefekkürle tahlil edip ibret almayı, ders çıkarmayı gerektirmektedir. Bu yapılmayıp ‘matem günü’ ağırlıklı düşünce ve merasimler bizi özden uzaklaştırmıştır. En büyük hüzün, Peygamberimizin vefatında yaşanmıştır. Matemlerin en büyüğünün de o zaman yapılması veya o matemin canlı tutulup yaşanması icab ederdi. Ne yapıldı? Hz. Ömer, cesaret ve adalet timsâli Hz. Ömer bile kendisini bu dehşetli ânın tesirinden kurtaramadı; hatta herkesten daha çok dehşete kapılarak şöyle bağırdı:

“Resûlullah ölmemiştir ve sağdır! Kim ‘Muhammed öldü’ derse, onu kılıcımla iki parça ederim!” bu hitab karşısında halim-selimliği ile maruf Hz. Ebubekir derhal müdahale etmiş:

“Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür.” Buyurmuş, bu hitab üzerine Hz. Ömer kendine gelip sakinlemiş, biraz önceki fevri hareketinden de vazgeçmiştir.

Bizler Müslümanlar olarak, Hz. Hüseyin Efendimizin de içinde bulunduğu bütün Ehl-i Beyt’in hatırasını hep canlı tutuyoruz. Öyle ki bütün namazlarımızda (farz ve nafile) Tahiyyattan sonra salavatlar (salli ve barik) okuyoruz. Hz. Hüseyin Efendimiz, başımızın tacı, şehidlerin efendisi, ancak dedesinden (Peygamberimizden) daha kıymetli ve üstün değil. Ölçüyü kaçırmayıp, ifrat ve tefrite düşmememiz, itidali elden bırakmamamız gerekiyor. Zaten dikkat edilirse bu millet ‘Yezid’i büyük hata ve suç işlediklerinde hakaret manasında kullanır. ‘Seni Yezid seni’ gibi. Ayrıca bırakın Yezid’i, babası ‘Muaviye’nin ismini (sahabe olmasına rağmen) çocuklarına isim olarak dahi koymamışlar. Bu hassasiyeti gösteren bu milletin, o matem merasimlerini, gönül dünyalarında ne kadar tasvip ettiği düşünülmelidir.

Oruç meselesi de tartışılıp bir karara bağlanmalı. Gerek farz, gerekse nafile oruçların içinde sadece o güne tahsis edilen bir oruç yok. Hele sünnette olmayan Hz. Hüseyin’i hatırlatması öne çıkan tarzda protokol ve ritüele dönüşen hiçbir uygulamanın dinimizde yeri yok. Unutulmaması gereken en önemli hususlardan birisi belki de en önemlisi, ‘niyet’tir. Basit ilmihal kitaplarımızın ‘nafile oruç’ bahsine bakılabilir. ‘Muharrem iftarı’ mı, Muharrem ayında iftar mı? Muharrem ayında oruç mu, ‘Muharrem orucu’ mu? Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitlerini unutmayıp yaşanan hadiseleri fikir zemininde değerlendirip, bugün benzer olayların çıkış sebebini tahlil etmek mi, matemi öne çıkarıp karalar bağlamak mı?

Hz. Hüseyin Efendimizin en büyük gayesi, kendisinden sonra yeni Kerbelâlar yaşanmamasıdır. Onun, şahadetinden önce yaptığı şu dua da, akan kanının ‘kardeşliğimizin temini’ne vesile teşkil etsin ister. Bizler için de ders niteliğindedir.

“Yüce Rabbim! Eğer gökten yüce merhametinle bana güç ve kuvvet indirerek düşmanlarıma karşı zafer ihsan etmeyeceksen, benim şahadetimi Muhammed ümmetinin hayrına ve kurtuluşuna vesile kıl!

Allah’ım! Ben zulme, haksızlığa, dayatmaya karşı hak-hakikat adına yürüdüm. Gerekirse bu uğurda canımı vereyim. Rabbim! Eğer galip gelmeyeceksem, sırtım yere düşecekse, hak dava uğruna akan kanımı bir hayrın, Müslümanların silkinişinin ve güçlenmesinin sebebi kıl!”

Bugünlerde Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt’i anlatan kıymetli eserler okunmalı; onların dinî ve tarihî şahsiyetleri çok iyi öğrenilmelidir. Sünnisiyle, Alevisiyle, Şii’siyle bütün Müslümanların Peygamberimizi, Hz. Ali’yi, Hz. Hüseyin’i ve Ehl-i Beyt’i daha iyi anlamaya, öğrenmeye ve örnek almaya ekmek su kadar ihtiyacı vardır. Peygamber Efendimizin torunu, cennet gençlerinin efendisi, şehitlerin serdarı, Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri başta olmak bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyor, Rabbimizin hepimizi Cennette buluşturmasını niyaz ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
18 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi