Düşmanını Bilmemek
Evet, “Üç görüşten ilk iki görüşün durumu oldukça nettir ve bu konuda bir fikre varmak kolaydır. Asıl zor ve tartışmaya açık olan, aslında “zatında zor olan” üçüncü görüştür. Nitekim yorumlara baktığımızda bu vaziyeti açıkça görürüz. İsterseniz iki yazı evvel zikrettiğimiz bu görüşü bir hatırlayalım önce. Sonra değerlendirmesine devam edebiliriz:
“İslam toplum ve devletine ulaşmak için, İslam Partisi kurmaya izin vermeyen bu laik devletin yasalarını göz önüne alarak, içten tanımasalar bile dıştan yasaları gözeterek ve onların imkân ve boşluklarından faydalanarak açıktan siyasete soyunacak ve ellerinden ne gelirse yapabildikleri kadar dine ve ümmete hizmet etmeye çalışacaklardır. Böylece zaman içinde toplumu İslam’ı ister hale getirerek kendi sistemlerine dönüştüreceklerdir.”
Bu görüşe binaen yapılan çalışmalarda her zaman insanı küçük düşüren, izzete aykırı, zillete açık çifte standartlara maruz kalmak vardır. Her an mümkün olan bir şeydir bu. Her zaman ilke ile uygulama arasında tezat olduğundan, insanın eylem ve söylemlerinde inandığı ile yaptığı birbirine ters düşebilir. Çok berbat bir ortam ve durumlarla karşı karşıya kalınacak çok çirkin bir durum her an yaşanabilir. Ama buna rağmen hiç faydası yoktur da denilemez.
Bu ülkede geçmişte Millî Nizam’dan Saadet Partisine uzanan çizgide yaşananlar ve bugünün pratiğinde Ak Partinin içinde bulunduğu durum, buna bir örnektir. Hem övünülecek hizmetleri vardır, hem de çok acı durumlara düşmüşlerdir. Bu acının ayıbı onların değil, sistemindir.
İşte şu son günlerde Ak Pati de böyle berbat bir durumdadır. Evet, ister istemez anayasal bir zorunlulukla “Batı trenine” biner de “üç beş aydın geçinen bu milletin değerlerinden kopmuş insanların” örnek aldıkları Batı ülkelerine, onların dinine, düşüncelerine, yaşam biçimlerine gitmeye kalkışırsanız, sonuçta işte böyle istemeye istemeye onlarım acı sözlerini dinlemek zorunda kalırsınız?
Ne diyor adamlar? “Eğer Batılılaşmak ve AB standartlarını kabul etmek istiyorsanız, alkolü de fuhşu da yasaklayamazsınız. Yok, bu dünyadan yüz çevirir de şeriat standartlarını isterseniz, o başka.”
Adamlar haklı gibi görünüyorlar ama değiller. Neden mi?
Bu bir tuzaktır onlara göre. Ak Partinin “ben şeriat istiyorum” demesini bekliyorlar. Ah bir böyle dese de iktidardan düşürseler! Böylece bu gidişle hiç yenemeyecekleri bu partiden kurtulmuş olacaklardır.
Bu bir ayıp değil midir?
Hayır, “ayıp” kelimesi bunu ifadeye yermez. Bu bir utanç verici rezalettir, bu akıl almaz bir skandaldır. Batı standartlarına da sığmayan bir kepazeliktir.
Nasıl mı?
Hem “şeriat partisi” kurmayı yasaklayacaksın, hem de bir partiye “hadi şeriatçıyım de” diyeceksin. “Batıyı istemiyorum de de seni yok edeyim” diyeceksin? Bu oyuna karşındaki insanlar gelir mi? Sende akıl var da onlarda yok mu? Bu ülkede siyasetçiler için “batı standartlarını atıp şeriat standartlarını isteme” hakkı var mıdır?
Hayır, kesinlikle yoktur. Sistem diyor ki “Mecburi istikamet Batıdır; marş marş. Siyaset yapacaksan, ülkeyi idare edeceksen ancak böyle yaparsın. Yok, idare edilmeye ve güdülmeye mahkum olmak istiyorsan, git evinde otur.”
O yüzden Erdoğan bir açmaz içindedir. Çünkü dini zinayı çirkin görüyor. Oy aldığı halk da çirkin görerek ondan bir tedbir istiyor. Fakat sistem ve dahil olduğu batı dünyası zinayı normal karşılıyor. Böylece inancı ile siyasi mecburiyetleri çatışıyor. O da arada kalıp eziliyor. İşte acı ve izzete aykırı olan bu!
Burada Müslümanlara düşen, Erdoğan ya da Ak Parti ile dalga geçerek, gülüp eğlenceye alarak alay etmek değildir. Acımak başka, alay etmek başkadır. Burada top yekun Müslümanlar olarak bize düşen, içine düşürüldüğümüz bu acı duruma oturup ağlamak ve kurtuluş için kafa yormaktır.
Velhasıl nerden bakarsanız bakınız, asıl sorun bu sistemdir.
Bu bataklık kurutulmadıkça daha çok sinek avlamakla ömür tüketiriz. O yüzden aklı olanlar kardeşleriyle alay edeceğine çare üretmeliler. Yoksa yan gelip yattığı yerden dedikodu yapmak mahsuldar değildir. Hele alay ve aşağılama günah olarak kişiye yeter de artar bile. Kendini beğenerek övünmek, ortaya bir eser koyanlara bile ayıp, çirkin ve günah iken, hiçbir iş yapmayan boşboğazlara bir kat daha ayıp, çirkin, günah ve vebaldir. Hatta zulümdür.
Ne yapsın şimdi Erdoğan ve benzeri dindar siyasetçiler?
Ya hiç siyaset yapmayacaklar, sivil toplum kuruluşları (STK) kurarak dini milli faaliyetler yapacaklar, ya da siyaset yaparak iki dünya arasında zik zak yapıp duracaklar. İçi İslam, dışı laik, kendi kendileriyle kavga yaşayacaklar. İlke başka, eylem başka olmanın ayıbını, çelişkisini yaşayacaklar.
Bunun ayıbı onların değil, İslamî siyaseti yasaklayan özgürlük düşmanı laik sistemdir.
Daha kime düşman olacağını bile bilmemek, Müslümana yakışır mı?
“Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan...
Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bari gülmekten utan! ...”
(M. Akif Ersoy)