Kaygı, Panik, Nevroz
Tam bir kaygı, panik ve nevroz durumu yaşıyoruz.
Bir kısmımız kaygılı; bir kısmımız panikde; bir kısmımız ise kollektif nevroza yakalandı.
Kaygılılar derken, "Kaygılıyız" ilanları verenleri değil, bizi söylüyorum. Neden kaygılıyız? Çünkü kökümüzün, değerlerimizin, inancımızın farkındayız. Farkında olmak, kaygıyı tetikler.
Kaygı ile yüzleşme cesaretleri olmayanlar nevroza sığınırlar. Bizim var olma kaygımız, birilerini panikletiyor. Panikleyenlerin can simidi, toplumun nevrotik kesimi. Nevrozun adı ise ulusalcılık.
İstiklal Harbi'ne bir göz atalım. Bizim yok olma kaygımız, ölümüne bir var olma mücadelesine dönüşürken birileri -esasında panikden kaynaklanan- başka bir var olma mücadelesi verdi. Biz şehid olduk, gazi olduk, sefil olduk; birileri savaş zengini oldu. Muzaffer Üsteğmen'e "para peşin, kırmızı meşin" diyenlerin geleneğinden gelen birileri. Ben bilmiyordum, dün bu sitede Bilal Şahan'ın yazısını okuyunca öğrendim. Damlardaki kiremitleri satın alarak devlete iki katına satmak, nasıl bir vurgunculuk nasıl bir panik halidir? Halbuki o devlet "kiremit lazım" dese canını veren halk zaten bedava verecek. Millet yaralarını sararken sinekden yağ çıkarma derdine düşen bir insan, var olma kaygısında mı yoksa yok olma paniğinde mi acaba?
Maraş'da başörtüsü için sıkılan kurşun, Rafet Hoca'nın "Bayrak olmadan Cuma kılınmaz" diyerek ateşlediği fitil ve bilahare, topyekün verilen var olma mücadelesi, keyif çatanları ve küpünü dolduranları, "Sıra bana gelebilir" korkusuyla telaşlandırdı. Karşısında, kendisine bedel ödetecek hiçbir güç kalmasın istedi. Bir romanla, Rafet Hoca'yı, Yunan işbirlikçisi Fettah Hoca'ya çeviren, Sütçü İmamlar'a kadın taşlatan ve her ikisini de kitabın sonunda asan zihniyet, istiklal mahkemelerinde, romanın tatbikatını yaptırdı. İktisat, tarih ve dil kurultayları ile toplumun dinamiklerini alt üst etdi. Yetmedi; ezanına dokundu.
Nerede görülmüşdür yenen milletin, yenilen milletin değerlerini kabul etdiği? Batılılaşma denen nevroz şiddetlenince mazisine, köklerine, kendi benliğine bakarak "olmak" cesareti gösterenlerin sayısı çoğaldı çok şükür. İdamlar, sürgünler, hapisler kaygılanmayı yok edemedi. Bir tarafın kaygısı yok olmayınca diğer tarafın paniği hep artdı. Yalnız, paniği artanlar daima, gerçeklik algısı yok olmuş, kendisine dayatılan rüyanın büyüsüne kapılmış tetikçileri, yani nevrotikleri kullandı. Çıldırmış, gözü dönmüş nevrotikleri...
Gezi kaosundan istiklal mahkemeleri çıkaramayınca denize işeyecek kadar panikleyen adam, sakin olması lüzumunu fark ederek "Olmasaydın, olmazdık" nevrozuna sığındı gene. Yok olma korkusu yüzünden, bizim varlığımız, benliğimiz, mazimiz hakkında fikrini söyledi. Buna hakkı var mı? Elbette yok. Çünkü biz ölürken, çile çekerken o küpünü doldurdu.
Meydana çıkmaya, hem cesareti hem hakkı olmadığı için nevrotikleri sahaya sürdü ve fildişi kulesinden seyretdi.
O, hükumetle restleşerek "Ben sizin denizinizin içine ederim" dercesine objektiflere poz verirken, tetikçileri ise "İşgal altındayız" diye minarede bayrak dalgalandırdı; "İskilibli gibi seni de asacağız" diye devletin valisine tehditler savurdu. Minaredeki adam haklıysa her yerde dalgalanan bayrağımız kimin bayrağı? Vali, İskilibli Atıf Hoca gibiyse bağıranlar kim?
İçki satışı düzenlemesine, üç çocuk tavsiyesine, toplumda karşılığı olmayan yaşam biçimlerinin ortaya çıkardığı çatışmalar için çözüm arayışlarına avaz avaz, hatta bazen terbiyesizce isyan etme hürriyeti olanlar, varlığımızla ilgili olarak bizim yerimize karar veriyorlar. Karara itiraz istemiyorlar. İtiraz eden bir kaç cesur adam ise mahkemelik.
Tetikçiler, yani ulusalcılar arafda kaldılar. Ne o tarafa aitler ne bu tarafa. Ne batılı ne doğulu. Hükümsüz kimlikleriyle ortalarda bağırıyorlar. Onların bir kısmı için umudum yok. Nevrozları şizofreniye vardı. Bir kısmı ise maziye bakabilme cesareti gösterseler her şeyi görecekler. Bayrağımızı, marşımızı, Sütçü İmam'ı, Mustafa Kemal'i, Kazım Karabekir'i...Denizi kirleten adamın kim olduğunu da görecekler.
Panikleyenlerin oyunlarına karşı uyanık; nevrotiklerin saldırılarına karşı sakin olmamız gerekiyor. Kaygılarımızla başa çıkmamızı sağlayacak şanlı bir mazimiz, sağlam bir inancımız var. Var olduk.Varız. Allah dilerse var olacağız.
Ayrıca, dedenin yediği eriğin torunun dişini kamaştırdığına da kuvvetle inanıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.