Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kanije Savunmasından Güncel Dersler

Kanije Savunmasından Güncel Dersler

Yıl 1601; aylardan Ağustos… Devir, Sultan III. Mehmed devri…

Avusturya Arşidükü Ferdinand, Alman, İtalyan, İspanyol, Fransız, Macar ve Papalık gönüllülerinden oluşan 50 bin kişilik büyük bir orduyla Kanije Kalesi’ni kuşatıyor. 
9 Eylül gününden başlayarak, hemen her gün, 42 büyük topla kaleyi dövmeye başlıyorlar. Öyle müthiş bir cehennem ki, her gün Kanije Kalesi’ne ortalama 1.500 gülle düşüyor. Buna karşılık kalede sadece 5 bin mücahit var… 

Kalede yiyecek-içecek ve barut azalmıştır. Bu yüzden az yiyor, az içiyor ve her kurşunu dikkatle atıyorlar. Ekim sonlarına doğru, düşman, Kanije’ye girebilmek için varını yoğunu ortaya koyuyor. Önce nehir üzerine köprü kurup asker geçirmeye çalışıyor, ne var ki Hasan Paşa, geceleyin köprüyü yaktırıyor. Kurulan ikinci köprüyü ise çengellerle çektirip tahrip ediyor.

Tüm denemeleri âkim kalan Ferdinand, askerlerinin para hırsına bel bağlayıp Hasan Paşa’nın başını getirene kırk köy vadediyor.

Kanije’de yalnızca dört bin mücahit kalmıştır. Her taraf yanmış, yıkılmış, kale harabeye dönmüştür, ama moraller hâlâ yüksektir. Askerler çok güvendikleri ve “Paşa Baba” dedikleri Tiryaki Hasan Paşa’nın etrafında kenetleniyorlar.

Süreç içinde, Kanije’de yiyecek-içecek ve barut tamamen bitmiştir. Hasan Paşa, “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” diyerek, üç bin kişilik kuvvetiyle kaleden çıkıyor. Son bir gayretle düşman üzerine atılıyor. Böyle bir şeyi aklından bile geçirmeyen düşman, hazırlıksız yakalanmıştır: Panikleyip kaçmaya başlıyorlar. Düşman karargâhı Osmanlıların eline geçiyor (İmkânsızlıktan imkân çıkarmak budur). 

Tiryâki Hasan Paşa, Arşidük Ferdinand’ın sarayı aratmayan gösterişli çadırına giriyor. Çadırın ortasında etrâfı altın ve gümüş parmaklıkla çevrili mücevherli bir taht, tahtın iki yanında ise sırma saçaklı on iki koltuk vardır: Hasan Paşa, komutanlarına bu debdebeyi göstererek şöyle diyor:

“Onlar gururlandıkları için kaybettiler, biz kulluğumuzla kazandık!” 

Şöyle sürdürüyor konuşmasını: “Bilin ki bu zaferin sabır, sebat, birlikte hareket ve kumandana itaattan ibaret dört ayağı var: Bu şekilde harekete devam edersek, Cenab-ı Allah bize daha nice zaferler ihsan edecektir.”

Mağlubiyet haberleri almaktan bıkmış olan Sultan III. Mehmed (1596-1603), Kanije Zaferi’ne çok sevinmiştir. Tiryâki Hasan Paşa’ya vezirlik rütbesi veriyor. Murassa kılıç, muhteşem şekilde donatılmış üç hilâlli sancak ve bir de Hatt-ı Hümâyun (padişah fermanı) gönderiyor.

Pâdişâh, Hatt-ı Hümâyununda, Hasan Paşa’yı kutluyor, “Berhudar olasun, sana vezâret virdum ve seninle olan asker kullarım ki, mânen oğullarumdur, yüzleri ak ola. Makbûl-i Hümâyunum olmuştur. Cümlenuzi Hakteâlâ Hazretleru’ne ısmarladum” diyerek övüyor.
Hatt-ı Hümâyunu okuyan Hasan Paşa, birden hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Sevinmesi gereken bir anda ağlamaya başlaması herkesi şaşırtıyor, sebebini soruyorlar. 
“Bizum gençluğumuzde böyle küçük hizmetlere vezirlik verilmez, pâdişâh mektubu yazılmazdı” diye açıklıyor duygularını Hasan Paşa. “Kanije Müdafaası gibi küçük hizmetlere de artık vezirlik verilmeye, Hatt-ı Hümâyunlar yazılmaya  başlanması, kaht-ı rical (adam kıtlığı) emaresidir ki, âcil tedbir düşünülmezse, Osmanlı’yı kasıp kavurur. Biz nerede idik, nereye geldik diye ağlıyorum!” 

Kanije savunmasını zafere dönüştürüp destanlaştırırken, Tiryaki Hasan Paşa’nın yaşı 70’in üzerindedir: 40’lı yaşlarda emekliye ayrılıp tembellik edenlere ibret olsun!

Doğum tarihi, memleketi ve anne babasının ismi kesin olarak bilinmiyor. Enderun’da eğitilip “adam gibi adam” kıvamına getirilen isimsiz çocuklardan biri… 

Bu da “Ailem zengin değil, imkânım yok, fırsatım yok” diye ömür boyu yakınanlara ibret olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi