“Eğitim” Tarafgirliğe Gelmez
Bir gün bu gürültü biter, bu toz duman kalkarsa, sanırım “ille de dershane” diyenler mahcup olacaklardır.
Bu bizim kadim yanlışımız; tuttuğumuzu ölesiye tutuyor, vurduğumuza da ölesiye vuruyoruz. Böyle yapınca da adalet ve ihsan duyguları kayboluyor. İnsaf olmazsa adalet ve barış da olmaz. Aman dikkat diyorum. Bir kavme sevgimiz veya kinimiz bizi doğru düşünmek, adaletli olmaktan alıkoymamalı. İnsaf da bu olsa gerek.
Ben M. Fethullah Gülen Hoca Efendiyi severim. Hizmetlerini takdir ederim. Katılmadığım söylem ve eylemlerini de yakında burada yaptığım gibi kibarca eleştiririm. Aynı durum Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Bey için de geçerlidir. Sayın Erdoğan benim için “laik hükümetin başbakanı” olmaktan öte bir değer ifade eder. Sevgimiz bu “öte değer” içindir. Bu öte değeri kısaca “İmama Hatip Davası” olarak ifade edebilirim.
İşte bu yüzden ben bu “dershane” olayına bir tarafı tutarak değil, tarafsız bir eğitimci gözüyle bakıyorum. İki tarafın bu yüzden birbirini kırmasını, incitmesini üzüntüyle karşılıyorum. Ara bulunsun ve barış olsun istiyorum. Bu yüzden görüşlerimi bir kere daha yazmak istiyorum.
Mesela bakıyorum da “dershaneler kalsın” diye yeri göğü inletenler, ellerinde bazı haklı gerekçeler olmasına rağmen, temelde bunun olumsuzluğunu en iyi bilmeleri gerekenlerdir. Çünkü eğitimin içindeler. Doğruyu görebilirler. Ama yaptıkları “kar zarar sevdim Hüseyin’i” mantığıdır. Olaya “tarafgirlik/cemaatçilik” taassubu ile bakıyorlar. “Hocamızı desteklemek” gibi bir “ulvi dava” içindeler. Kimileri de “kazandığımız alanı terk etmeme” ve “dershanemizi yedirtmeyiz” mantığı içindeler.
Oysa ne hoca ne de destekledikleri parti penceresinden değil de, olaya eğitim ve öğretim açısından baksalar, bu kadar gürültü koparmaz, oturur bir yerde anlaşırlar. Çünkü bu işin uzmanı sayılırlar.
Beni en iyi anlayan öğrencilerim bile yazdıklarımdan dolayı sitem ediyorlar. “Dershane olmasaydı hele biz İmam Hatipler bir yere gidemezdik” diyorlar. “Hoca Efendinin din için çırpınmalarından” bahsediyorlar. “Dershaneler yeni öğrenci kazanımında iyi bir vesiledir, dini tebliğ adına bunu kullanmalıyız” diyorlar. Özeti bu. Ama bunlar meselenin konusu veya özü değil ki! Konuyla ilgisiz bam başka şeylerdir bunlar. Bunlara “evet” demek kimseyi haklı kılmaz ki.
Dershanelerin bir zaruretten doğduğu muhakkaktır. Bir açık vardı, bunu görenler ve ilgilenenler iyi değerlendirdiler bu zamana kadar. Ama bu açık ila nihaye gitsin mi? Yanlış sürsün mü? Açık kapatılırsa, onun için alınan tedbir de biter, öyle değil mi? Açık olanın kapatılması, eksik olanın tamamlanması cihetine gidilmesi yanlış mı olur?
Şöyle düşünelim: Köyümüzün su deposunda çatlak olmuştu. Bizim bahçeye oradan su akıyordu. Bunu muhtar da gördü, biz de gördük. Muhtar yeni bir masrafı göze alamadı. İşi de başından aşkındı. “Sana bir zararı yoksa kalsın öyle” dedi. Biz de tuttuk bu suyun geçtiği yere biber, domates, patlıcan diktik. Hatta kavak bile diktik.
Yıllar böyle geçti. Biz bir hayli faydalandık o kaçak sudan. Şimdi sahibi depoyu yeniden ele almak ve kaçak suları önlemek istiyor. Şayet dediğini yaparsa, bizim biber, domates, patlıcan, kavak vs. kuruyacak. Bizim için hiç de iyi olmayacak bu. Ama biz, kendi menfaatimiz kaybolacak diye, sırf bu yüzden bu su kaçıran deponun ıslahına karşı çıkabilir miyiz? Koca bir köyün suyunun boşa akmasına vicdanımız razı olabilir mi? Bu yüzden muhtara kafa tutarak kötü söylemeye hakkımız var mı?
Elbette olamaz. “Ama zamanında tedbir alsalardı da biz bu meyve ve sebzelerimizi dikmeseydik olmaz mıydı?” demenin bir anlamı var mı?
Yok. Yok olmasına yok da, yine de muhtar iyi ve insaflı adammış, bize diyor ki “bu yetiştirdiklerini heba etmeyeceğiz. Ya biz alacağız köy olarak, ya da başka yerlere nakletmenize yardımcı olacağız. Zarar görmenizi biz de istemiyoruz.”
Daha ne arkadaşlar?
Elin suyundan geçinmeye hakkımız yoksa bu gürültü neden? Biz hak yemekten korkmalı ve kaçınmalı, üzülsek bile sessizce olayı seyretmeli değil miyiz?
Evet, dershaneler bir açıktan faydalanarak oluştu. Bu depodaki su kaybından dost veya yabancı bazıları böyle faydalandı. Ama devlet ve hükümet şimdi bu açığı kapamak istiyor. Size düşen ancak zararınızı en aza indirmeye bakmaktır.
“Efendim, devlet buna hazır mı?” diye itirazın anlamı var mı?
Muhtar “hazır” diyor. Yavaş yavaş hazırlar muhakkak. İyi bir muhtara benziyor. Daha böyle halkını düşünen birisi bu zamana kadar gelmedi. Buna cephe alırsanız, bundan daha kötüsü gelirse, sizin işler daha iyi mi olacak sanki?
Hadi muhtarı boş verdik. Mesele o değil. Milletin sırtında bir kambur var. Lise parasını cebinden veriyor. Bir o kadar da dershane parası vermek zorunda kalıyor. Halbuki o parayla üniversiteyi bile okutur yavrusuna. Yazık değil mi? Bu parayı niye versin?
İki itiraz var, ama ikisi de boştur.
Birincisi, “istemeyen vermesin dershaneye, mecbur mu?” itirazı. Evet, mecbur. Çünkü çocuğu dershaneye vermezsek, o da üniversiteyi kazanamazsa, ömür boyu babaya düşman olacaktır. “Senin cimriliğinden ben okuyup adam olamadım” diyecektir. Bunu hangi baba göze alabilir? Aynen benim gibi, istemeye istemeye mecburen veriyoruz dershaneye çocuğumuzu.
Sonra “ya devlet önlem almaz da eğitimsiz çocuklar üniversiteye giremezse?” itirazı var. Bu da boş bir itirazdır. Atalar “elle gelen düğün bayram” demişler. Olan herkese olur ve menfide bile olsa eşitlik yine sağlanır.
Sonra her dershaneye gidene üniversite kazanma garantisi var mı? Yoksa ne anladık?
Siz üniversiteye belirli bir kontenjan koymuşsanız, her geleni alamayacaksanız, bu veya şu, ama birileri muhakkak dışarda kalacaktır. Dershaneye verseniz bile yine de dışarıda kalacaktır. Ne anladık öyleyse? Ödenen paraların günahı ne? Hesabını kim verecek bunun?
Gelin bu meseleye taraf tutmadan eğitimci nazarıyla bakalım. O da okulun adam dibi okul olmasıdır. Dershane okulda öğretilen bilgilerden fazlasını vermiyor zaten. Çünkü sorular okul müfredatından olmak zorundadır. Değilse, ihanettir.
Ey devlet, beni dershaneye para vermeye mecbur etme. Gerekeni yap.
Eşitlik gülünç bir hikaye. Komünistler de herkesi zenginlikte eşit yapacaklardı. Ne oldu?
Adam var, cimridir, maaşını yemiyor. Adam var müsriftir, maaşını on günde bitiriyor. Eşit maaş vermekle sorun çözülür mü?
Hadi sen eşit öğretim yaptın. Allah birisine fazla zeka vermişse, işte bozuldu eşitlik, elinden ne gelir? Tembel ile eşit olsun diye çalışanı tutacak mısın?
Beyler, burası dünyadır. Bir imtihan alanıdır. Bir hikmete binaen mutlak eşitlik olmaz. Zengin de olacak, fakir de. Süper zeka da olacak, normal veya “gezi” zekalı da. Çalışkan da olacak, tembel de.
Siz kendi işinize bakınız ve onu doğru dürüst yapmaya çalışınız yeter.