İtaat kültürünü sorgulamalıyız
Eski Amerika’da zencilerin ancak köle olma hakkı vardı: Beyazlar “efendi”, zenciler “köle” idi…
Beyazların gittiği okullara gidemez, beyazların bindiği otobüslere binemez, aynı bakkaldan alış-veriş yapamaz, oy kullanamazlardı…
Zenciler bunu böylece kabullenmişlerdi.
Bu garabet, Başkan Abraham Lincoln’un “Özgürlük Beyannamesi”ni yayımladığı tarihe kadar sürdü (1863).
Ardından ABD Anayasası’nın 13. maddesi değiştirildi ve kölelik yasaklandı.
Nihayet tüm Afrika kökenli Amerikalılara (yani zencilere) vatandaşlık hakkı verildi. Onun arkasından da zenci erkeklere “seçme hakkı” tanındı (1870).
Anayasaya ve yasalara göre zenciler artık “özgür vatandaş”lardı, ama bunu istemeyenler çoğunluktaydı.
Anayasa gereği olarak eski beyaz efendi, zenci köleyi azat ediyor, fakat “eski köle” ağlaya-sızlaya hürriyete isyan ediyordu.
Çünkü yıllar yılı hürriyetsizliğe alışmışlardı: “Beyaz adam” ne yapacağını söylüyor, zenci de zihnini ve fikrini hiç yormadan, istenen şeyin nedenleri üzerine hiç kafa patlatmadan “itaat” ediyordu.
Algısına göre, “beyaz adam”ın görevi emretmek, zencinin görevi ise emre “itaat” etmekti. Zenci, “itaat şartlanması” altındaydı: Yıllar boyu sadece söyleneni yapmaya alışmıştı, bunun dışında nasıl yaşanabileceğini bilmiyordu. “Köleliğe dönmek istiyoruz” diye gösteri yapan kalabalıklar bile vardı.
Bu halet-i ruhiyenin benzerlerine günümüzde de rastlanıyor. Örtülü köleliği içlerine sindirmiş, “efendi”nin emirleri istikametinde yaşayıp gidiyorlar. İşin tuhafı bunu “özgürlük” zannediyorlar.
Gerçekten özgür olabilmek için, öncelikle “itaat şartlanması”ndan kurtulmak lâzım! Ardından sorgulamak geliyor.
İslam dünyasında işte bu yok: Petrol nimetine rağmen geri kalmışlığımız (zenginlik gelişmişlik değildir) “buyruk”lara göre yaşamamızdan kaynaklanıyor. Oysa Kur’an, insanları düşünmeye çağırıyor.
Müslüman yürekler, toplumun tepesine tünemiş “seçkin”lerin hükmü altında bunalıp tükenmiş...
Hürriyet olmayan ortamda kişisel yeteneklerin gelişmesi imkânsızdır. İnsan düşünme gereği bile duymaz: Nasılsa onun yerine düşünenler vardır (reisler, emirler, sultanlar, şeyhler, liderler, önderler, ağabeyler, vs)! Zaten farklı düşünceler yasaktır. Farklı ve bağımsız düşünceler üretmesi yasaklanan insan, okumaz, araştırmaz, soruşturmaz; merakı dahi gelişme göstermez. Okumayan bilgiye ulaşamaz. Bilgiye ulaşamayanları bilgiye ulaşanlar bombalar, işgal eder, perişan eder!
Dahası da var: Bilgiye ulaşamayan toplumlar, bilgi yerine “güc”ü merkez alır. O zaman da hayat “hak-hukuk” ekseninde değil, “kuvvet” ekseninde yaşanır. Aklın yerini kurnazlık, dürüstlüğün yerini ise hile-hurda alır. Artık her alanda ve her anlamda diktatör ürer!
İşte dünya tablosu: Doğu’da diktatörler, Batı’da seçilmişler var: Diktatörler kurnazlıkla, seçilmişler bilgiyle yönetirler ülkelerini…
Kurnazlar gizlilikten güç alırken, bilgililer açıklıktan, şeffaflıktan güç alır. Kurnazlar kendi halklarını etkilemek için sık sık dünyaya meydan okur gibi yaparlar, ancak hiçbir etkileri olmaz.
Durum şu: Toplumu özgürleştiren devletler gelişirken, toplumu ideolojik kıskaçlara alan devletler geriledi. “Vatan, Millet, Sakarya” nutukları hiçbir işe yaramadı. “Laikliğe uzanan elleri kırmaktan” söz edenlerin elleri böğürlerinde kaldı.
Heykel dikerek ya da marş söyleyerek çağdaşlaşılamadığı artık iyice görüldü.
Ne yaparsınız ki, hâlâ “vatan-millet” nutku atıp, “Onuncu Yıl Marşı” geveleyen “büyük parti”lerimiz var…
Ama yeni fikir yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.