Bir hadis-i serif ve düsündürdükleri
Kur’an-ı Kerim bizim hayat nizamımızdır. Peygamber Efendimiz’in Sünneti, Kur’an’ın hayatımıza uygulanmasıdır. Hadis-i Şerifler, bizim yol haritamız, hayatımıza yön veren ilke ve prensiplerdir. Her hal ve şartta başvuracağımız reçetemizdir. Nakledeceğim hadis-i şerif de yaşadığımız bu hercü merc içinde bize rehberlik edip, yanlış yapmamıza mani olacak, düşeceğimiz muhtemel tehlikelere karşı da Mü’minleri teyakkuza sevkedecektir inşaallah.
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
“Allah’ın emirlerine uyanlarla uymayanların durumu, bir gemi için kura çekenlere benzer. Bir bölümü geminin üst kısmına düşmüş, diğerleri de alt kısmına düşmüştür. Alt kısımda kalanlar, su ihtiyacı olduğu zaman üst güverteye çıkıp su ihtiyacını gidermektedirler. Onlar şöyle derler: ‘Bizim bölümden bir delik delelim de üsttekilere eziyet etmeyelim.’ Eğer üsttekiler, onlara ilişmez de serbest bırakırsa, hepsi helâk olur. Ellerinden tutup engel olurlarsa onlar da kurtulur, kendileri de.” (Buhari)
Gemi nasıl su alır?
Din olarak, insanlara hayat tarzı belirlemek için indirilmiş olan İslâm’ın akidesi veya Şeriat’ı üzerindeki sulandırma bir su almadır.
Tevhid akidesinin hangi açıdan olursa olsun zarar görmesi bir tür su almadır.
Göz göre göre işlenen haramlara tepkisiz bir kitlenin aynı zamanda da namaz kılması, oruç tutması, haccetmesi, zekât vermesi ama haramların alenen işlenmesinin vahim akıbetini kavrayamaması, geminin su almakta olduğunu gösterir.
Müslümanların yaşadığı bir toplumda can güvenliği endişesinin taşınması, mal güvenliğinin bulunmaması, ahlâkın değer yitirmesi, geminin su almakta olduğunu, birilerinin gemiye zarar verdiğini gösterir.
Müslümanların kendilerine ait bir kültür yerine kâfir milletleri yansıtan kültürlere imrenmeleri bir su almadır.
Aile parçalanması, ailenin değersiz hâle gelmesi, aşırı boşanmalar, nikâhsızlığa karşı laubalilik, su almanın hızlandığını gösterir.
Geminin sessiz yolcuları
Geminin delinmesine karşı sessiz kalanların neden böyle bir tutum içinde olduklarının ana başlıklarını şu şekilde tasnif edebiliriz:
• Dünya sevgisi sebebiyle Allah’a asi olduğu için geminin delinmesine sessiz kalanlar.
• Malının ve makamının elinden gitmesinden korkup sessiz kalanlar.
• Aralarındaki dostluk ve iyiliğin tesirinde kalarak sessizliğe bürünenler.
• Sessiz kalmasının, insanlar tarafından daha çok sevilmesini sağlayacağını düşünenler.
• Din konusunu, ilgilenmesi gerekmeyecek kadar basit görenler. (Dinini ciddiye almayanlar.)
• Kendisini ibadete adadığı için çevresinde olup bitenlerden haberdar olmayanlar.
• Kendi menfaatine halel geldiğinde gösterdiği tepki kadar dinine zarar verenlere aynı tepki ve hassasiyeti göstermeyenler.
Fitneler artarak devam etmektedir. Bid’atler çoğalmış ve kökleşmeye başlamıştır.
Müslümanlar bir güven bunalımı yaşamaktadırlar. Dini heyecan sönmeye yüz tutmuştur. Kalabalık camilerde heyecanlı hatipler ve musalliler yoktur. Zahiri büyümenin yanında bâtınî gelişme zayıf kalmıştır. Başta Kur’an ve Sünnet olmak üzere Şeriat ilimleri ilgilenilmez olmuştur. Bunun en önemli göstergelerinden biri de Arapça, Arapların dili hâline getirilmiştir. Hâlbuki Arapça kavim dili değil, din dilidir. Şehvetler tapınılır seviyeye yükseltilmiş, zina suç olmaktan çıkarılmıştır.
Ümmet, diğer milletlerin gerisinde kalmıştır. Yeni nesil yetiştirmede sıkıntı aşılamaz durumdadır. Maddi gelişmeler, manevi ilerlemenin önünde set olmuştur. İslam, diğer muharref din mensupları tarafından kuşatma altına alınmış, Müslümanları ezmek için farklı yöntemler denenmektedir. Bu metotların bir kısmı Müslümanlar tarafından kavranamamış, tuzaklara düşülmüştür.
Dinler arasında muhabbet ortamı gibi kavramlarla ağlar kurulmuştur. Yapılacak ilk iş, akidenin berraklığını sağlamaktır. ‘İslâm’a hizmet’ adı altında yapılan bütün faaliyetleri Kur’an’a ve Sünnete arz ederek ifrat ve tefride düşülen hususların tashihinin yapılarak ‘mutedil ve müstakim’ çizgiye gelinmesidir.
İnsanların düşünce ve yorumlarından etkilenmemiş, ashabdan bize ulaşan akide ortaya çıkarılmalı, iman-amel-ihlas yolu takip edilmelidir. Bunun için bid’atlerle mücadele edecek, cihat, şehadet, ilim, ibadet, zikir, sünnet, farz gibi kavramların orijinal hâlinde yeniden Müslümanların gündemine girmesi ve uygulanması sağlanmalıdır.
Ayaz Paşa Camii’nin minaresi
İBRET
M. Şevket EYGİ anlatıyor:
1930’lu yıllarının bir günü... Taksim Ayaspaşa’daki Otel’in restoranındayız... Canlı müzik var, yeniliyor içiliyor... Bu gece orada önemli bir şahsiyet var. Rakı içiyor, etrafı cıvıl cıvıl kadınlar, kodamanlar... Bir lokma meze, bir yudum rakı... Gözler süzgün... Suratlarda yapmacık gülücükler... Başlar metronom gibi sallanıyor... Evet efendim, haklısınız efendim, isabet buyurdunuz efendim... Hehehe hihihi efendim...
Birden orkestra durur, müzik kesilir, bir sessizlik olur... Önemli şahsiyet ne oldu, niçin müzik durdu der, şefi çağırın bana hemen... Şef bir Ermeni müzisyendir. Koşar gelir bel eğer boyun kırar, buyurunuz Hazretim der.
Çakır keyf büyük zat: Orkestra niçin sustu?
Ermeni şef: Efendim, otelin hemen altındaki camide yatsı ezanı okunmaya başladı, biz her zaman ezan okunurken susarız, cevabını verir.
Büyük kişi birden öfkelenir patlar, olmaz böyle şey diye bağırır ve çalgılar hemen başlasın emrini verir. Sonra emrindekilere döner “Bana Vali ve Belediye Başkanını bağlayın...” O zaman cep telefonu melefonu yok. Makaralı kablosunu yayarak bir telefon getirirler.
Öfkeli kişi: Muhittin! Not al... Ayaspaşa’daki Park otelin altındaki caminin minaresini bu sabaha kadar yıktıracaksın, anladın mı?
Muhittin, başüstüne efendim, sabahleyin minareyi yerinde göremeyeceksiniz, söz veriyorum der.
Tanzifat (temizlik) amelelerinden bir grup, yatakhanelerinden alınır, kamyonla oraya getiriler. Kazmalarla, küreklerle minare yıkılır, molozu götürülür.
Sabahleyin mahalleli kalkar, minare yok olmuş, cami kapatılmıştır... O devr-i dilârâda ses çıkartmak mümkün mü? Yahu bu iş nasıl oldu diye sormaya korkar herkes. Cami on küsur sene minaresiz kalır.
1950’de Adnan Menderes iktidara geçince hayırseverler, acayip şekilde bir gece paldır küldür temizlik işçilerine yıktırılan minareyi yeniden yaptırırlar.
Hatırlıyorum, Cumhuriyet gazetesinin bir makalesinde yeniden yaptırılan bu minareden alaylı bir üslupla bahsedilmişti. Yapıldığı zaman bendeniz Galatasaray’da okuyordum. Biraz aşağıdaki Cennet Bahçesine giderdim tatil günlerinde. Caminin minaresiz ve minareli halini hatırlıyorum. Bu anlattığım hadise son altmış yıl içinde defalarca yazıldı. Merhum Üstad Necip Fazıl, günlük Büyük Doğu’lardan birine manşet yapmıştı bunu.
Hafıza-i beşer nisyan ile mâlüldür. Yakın tarihimizde böyle nice facialar, garabetler vardır. Ayakta uyuyanlar bu gibi hadiselerle ilgilenmez.
DERS
İmreneceksen onların mutluluğuna imren!
İmreneceksen;
“Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır” ayetindeki müjdeye nail olan Hz. Ebubekir’e (r.a.) imren.
İmreneceksen; Hz. Ömer (r.a)’e imren.
Allah Resulü onun için;
“Cennette beyaz bir saray gördüm. ‘Kimin bu saray’ diye sordum. ‘Ömer ibn Hattab’a aittir’ dediler” buyuruyor.
İmreneceksen Efendimizin:
- “Ey Allah’ım! Sen onu Sırat’tan sağ-salim geçir!” duasını almış Hz. Osman’a (r.a) imren.
İmreneceksen Efendimizin:
- “O, Allah’ı ve Resulünü sever; Allah ve Resulü de onu sever” hadisindeki övgüye nail olan Hz. Ali’ye imren.
İmreneceksen:
Genç yaşta şehit olup cenazesini meleklerin yıkadığı Hanzala’ya (r.a.) imren.
İmreneceksen;
Kendisine sema kapıları açılan ve Arş’ı titreten Hz. Sa’d Bin Muaz’a (r.a.) imren.
Şiir Defterimden
Ateş ile barut
Kur’an’da, haramlara giden yol yasaklanır;
Günah tehlikeleri, o yollara saklanır.
Tabancada emniyet, kılıç ve kamada kın
Emniyetsiz silahı üstte taşıma sakın.
Farklı cinsin gençleri yerleşse aynı yurda
Körpe körpe kuzular, iştah kabartır kurda.
Tarihte de denendi bozulsun diye nesil
Onları görmeyenler sanırım ki embesil
İkamette emniyet, ayrı olmalı yurtlar,
Kuzuyla kalmamalı, aynı mekanda kurtlar.
Ateş ile barutu yaklaştırıp etme ah!
Patlama olur ise, barutta bulma günah.
Adnan Büyüksoy
Vahyin Dilinden
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı sarılın; parçalanmayın! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi telif etmişti ve onun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.”
3 Âl-i İmrân, 103. Âyet
Allah Rasûlü’nden
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
“Hüsn-i zan, ibadetin (kulluğun) güzelliğindendir.”
Ebû Dâvud
Günün Sözü
Fıkıh, kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri (haklarını ve ödevlerini) bilmesidir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.