Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yürüyen mezarlar

Yürüyen mezarlar

“Hayat mücadeledir”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “Altta kalanın canı çıksın” anlayışı, dünyayı yaşanmaz yaptı. Gerçekten de altta kalanın canı çıkıyor! Gemisini kurtarana ise “kaptan” diyorlar.
Kısacası, yalnız bizim toplumda değil, hemen hemen tüm dünyada bugün "ben" (enaniyet) eksenli bir yapılanma var. Bu da dünyayı kan deryasında boğuyor. Bir tarafta savaşlar, bir tarafta envai çeşit terör, bir tarafta açlık, yokluk, yoksulluk.
Dünyanın “kaymak tabaka”sı, tüm Afrika nüfusunun bir yılda yiyeceği parayı bir gecede eğlenceye, kumara harcıyor.
Fakirin zenginleşme, zenginin eğlenme kaygısı var: Fakir ekmek aramaktan, zengin bıkkınlıktan dolayı hayatı yaşayamıyor. Bu noktada sınıflaşmalar, saflaşmalar başlıyor. Sınıfların arasındaki uçurumlar derinleşiyor. Düşmanlıklar çoğalıyor…
Taraflar çok huzursuz. Ve "Sende her şey varken bende neden hiçbir şey yok?" sorusu bıçak gibi aralarına girip terörü kışkırtıyor.
-
İnsanların çoğu mutsuz! En gelişmiş ülkelerde bile insanlar mutlu olmadıklarını söylüyorlar.
Yani asrın başında vaad edilen mutluluğa ulaşmak için gösterilen çabalar sonuç vermedi.
"Mutlak hürriyet, sınırsız mutluluk, sınırsız gelişme" şeklindeki seküler (veya laik) teslis akidesi, son derece anlamsız kaldı.
Laik hümanizmin ilkeleri olan iktisadî ve ilmî ilerleme önce Batı'yı, arkasından Doğu'yu bir mâneviyat çöplüğüne çevirdi.
Nesiller bir biri ardınca helâk oluyor!
Toplum kaybederken, uyuşturucu tacirleri ve mafya baronları kazanıyor.
Altını çizerek belirtmek lazım ki, bizim toplumumuz bu anlamda Batı toplumları kadar huzursuz ve heba olmuş değil. İntihar ve boşanma grafiği gibi toplumsal çürümüşlüğü işaretleyen göstergeler hâlâ lehimizde gözüküyor. Fakat git gide sevgisiz bir "kavga toplumu"na dönüşmeye başladığımızı da görmezden gelemeyiz...
Aman dikkat! Kulluk imtiyazımızı kaybetmemeye çalışalım.
Kulluk gerçekten de imtiyazdır. Tüm yapmak istedikleri kendi gücüyle sınırlı insanın mutluluğunun sınırı da gücüdür. Oysa "kulluk" sınırsız güce ve güzelliğe açılma anlamına gelir…
Zira "kul" Allah’ın kudret ve kuvvetine dayanır: Ondan daha güçlüsü olmadığı için de, kulluk, gerçekten büyük imtiyazdır.
Ve çok büyük bir rahatlıktır.
-
Ama çoğumuz kendimizde vehmettiğimiz kuvvet ve kudrete dayanarak güç gösterisi yapmaya bayılıyoruz.
Oysa önünde-sonunda, en güçlü görünenlerimiz dahil, hepimiz öleceğiz…
Yani ölüm en yakın gerçeğimizdir. Bediüzzaman Hazretleri, bu gerçekten hareketle, “Mezar-ı müteharrik bedbahtlar” (yürüyen mutsuz mezarlar) tabirini kullanıyor.
Şu halde kendi ölümümüzü içimizde gezdiriyoruz, tabutumuzu sırtımızda taşıyoruz.
Buna rağmen hâlâ benciliz, kibirliyiz, gücümüzle göz korkutmaya çalışıyoruz:
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Gerçekten sen kimsin?
Bir ölü!
Bir yürüyen mezar!
Yani bir hiç!
öyleyse niçin böbürleniyorsun?
“Ahirete götürecek bir eserin yoksa, dünyada bırakacağın eserlere kıymet verme, fani şeylere değer verme” diyor, Bediüzzaman.
Sahi, ahirete götürecek eserimiz var mı?
-
“Ahsen-i takvim” üzere yaratılmış “eşref-i mahlûkat” olarak insan, özünde çok değerli olmasına rağmen, benliği ve bencilliğiyle kendini bitirip “esfel-i safilin”e düşürebiliyor.
Galiba işin özünde, “Ben kimim?” sualini, “Abdullah” (kul) diye cevaplandırabilmek yatıyor. “Ben kimim?” sualini, “Abdullah” (kul) diye cevaplandıramayanlar, kendi varlıklarını inkâr etmiş, bir anlamda kendilerini tüketmiş oluyorlar.
“Ben kimim?” sualini “Abdullah’ım” şeklinde cevaplandıranlar ise, Yaratıcı’sına ulaşıp orada ebediyetle buluşuyor.
Soru şu: Geçici olana mı talibiz, yoksa ebediyete mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi