Ayarı Kaçanlar Mahşerde Hesabını Verir!
Türkiye’nin istemeden içine düşürüldüğü kör dövüşü, bazılarımızın ayarını bozdu.
Kurtların dumanlık havaları sevdiği malumdu da “bu ayarsızların” kargaşadan beslendiklerini “dershaneler” sayesinde öğrenmiş olduk.
İt izinin kurt izine karışması normal kabul edilirdi, fakat akıllıların ahmaklara karıştırıldığını da son tartışmalar sayesinde gördük.
Barışın, kardeşliğin düşmanları için kargaşalar en gıdalı ortamlardır. Normal zamanlarda sinek pisliği kadar değeri olmayan bu silik gölgeler, bu tür ortamların baş aktörüdür. İsrail’in Suriye’de yaptığı gibi tarafları kışkırtmak için bir gol o kaleye, bir gol bu kaleye atmak ana gayeleridir.
Tamam, bu zerre miskal değeri olmayan figüranları anladık. Bunlar bu yolun kıdemli yolcularıdır.
Aklı başında sandığımız, meleke sahibi bildiğimiz, görüşlerine itibar ettiklerimizin bir anda “kontrolsüz kovboylara” dönüşmesine ne demeli. Gözleri kapalı rastgele tetiğe basmakla ne kazanmayı umuyorlar, anlayamadık?
2003’ten sonra milletin desteği ile bin bir güçlükle oluşturulan sağduyulu basın, birbirinin açığını arar hale getirildi.
Galibinin olmayacağı başından belli olan bir kapışmada, beyhude yere kazananı aramak kime ne kazandıracak.,
Ve en ağırıma gideni de, bir avuç müstebit kalıntısının ve güdümlü basının ellerini ovuştura ovuştura düştüğümüz bu traji-komik durumu mağrurane seyretmesidir.
Bu duruma fırsat verenler, durumlarını tekrar gözden geçirmeliler.
Allah (cc) Teâlâ “… Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez (2/205,5/64)” buyurarak, inananlar bir çok yerde uyarılmış ve yine “Onlara; “Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın” dendiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler (2/11)” buyurarak, bozguncuların nasıl yanılgı içinde olduklarını açıkça belirtmiştir.
Hz Peygamber (sav) de konu ile ilgili olarak, “Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın (Nesai)” şeklinde açıkça ne yapılmasını ifade etmesine rağmen, O’nun (sav) ümmeti olduğumuz iddiasındaki bizlerin basit bir hususta bile düştüğümüz duruma ne demeli.
Dershanelerin kapatılmasını tartışmak doğal olarak herkesin hakkıdır. Fakat iki taraftan birini kışkırtmak için, söylenen aşağılayıcı sözler, atılan iftiralar ve savrulan küfürlerin sahiplerini hangi kategoride değerlendireceğiz?
Bir tarafta Hükümet ilan ediyor ki: “Dershanelerin kapatılması gibi bir konu gündemimizde yok. Anayasa buna karşı (Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, 2 Aralık).”
Diğer yandan Gülen Hoca Efendi de diyor ki: “Çok kötü şeyler duyabilirsiniz, rica ediyorum aynı şekilde karşılık vermeyin”
Ve bozguncu şebekeleri de ısrarla kışkırtıyor ki: “Cemaat hükümeti yıkacak. Hükümet de cemaati bitirecek”
Aklıselim de parçalanarak, içi yanarak feryat ediyor ki: Bu fesat şebekelerine inanmayın. Bunların tek amacı sizi birbirinize düşürmektir. Ancak bu sayede tekrar eski sömürge dönemlerine kavuşacaklar. Ancak siz parçalanırsanız, sizi tekrar hegemonyalarına alabilecekler.
Ben de diyorum ki: Onca sıkıntıdan sonra, dişimizle tırnağımızla belli bir noktaya getirebildiğimiz ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz yaşanabilir bir Türkiye mirasına zarar verenler!.
Yeter!
Ülkemizi ve demokrasimizi yiyip bitiren bu kısır ve anlamsız tartışmayı bitirin.
Üstad Bediüzzaman’ın bu tür durumlarda okunmasını şiddetle tavsiye ettiği Uhuvvet risalesi (22. Mektup)’nin girişinde yer alan, “Mü’minlerde nifak ve şikaka, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir” ifadesinin de rehberliğinde bir kere daha düşünün.
Yoksa sonuçtan hepiniz aynı derece de mesul olacaksınız.
Ve korkarım ki hesabını mahşerde vermek (Allah (cc) korusun) o kadar da kolay olmayacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.