Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Hocaefendi ve Camia, “Darbe”lerin Neresindeydi?

Hocaefendi ve Camia, “Darbe”lerin Neresindeydi?

Dün de yazdığım gibi; masamın üstü “bilgi ve belge” dolu... Ben bunları “eritmeye” çalıştıkça, “bilgi ve belge yağmaya” devam ediyor... Dolayısıyla, “bilgi-belge tepeciği”ni ne zaman eriteceğim belli değil...
Efendim; dün “Dershane olayının bir başka boyutu”nu gündeme getirmek için masaya oturduğumda, “mail”ime, Prof. Dr. Osman Özsoy’un  açıklaması düştü... Hemen ardından; Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yaptığı “yazılı açıklama” geldi...
Her iki açıklama da önemli... Üzerinde durmadan geçmek olmaz... Özellikle Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın açıklamasında, biraz “tehdit ve şantaj”, biraz da “geleceğe dair işaret”ler var gibi...

ASKERE KÖK SÖKTÜRDÜK!

Ama ben, önce Osman Özsoy’un açıklamasına değinmek istiyorum...
Özetle demiş ki;
“Gülen Camiası’nın 28 Şubat’ta darbecilere yakın durduğu palavrasını ortaya atan güruha sesleniyorum.
Şimdiki gençler hatırlamayabilirler... 28 Şubat döneminde Samanyolu TV’nin ana haber bülteni durumundaki hafta içi her akşam 1.5 saat boyunca yayınlanan Haber Kritik programının yapım ve sunucusu, yani birinci derece ekran yüzü bendim. Programın Ankara ayağında da Haluk Örgün vardı. 
Kimse karnından konuşmasın. (...) STV ekranlarında bizler, askeri vesayete çatır çatır kök söktürüyorduk... Tersini iddia eden ve bir örnek ortaya koyabilen densiz varsa çıksın ortaya, hakikat aynasında kendisini savurur, paçavraya çeviririm.”
Prof. Osman Özsoy’un “şahsına” ve “yaptığı programa” hiçbir sözüm yok... Yaptığı “Haber Kritik” programında; “Askeri vesayete çatır çatır kök söktürüyorduk” ifadesine de bir diyeceğim yok... Zira, o programları izleme imkânım olmadı.
Ne var ki;
“Gülen Camiası’nın 28 Şubat’ta darbecilere yakın durduğu” iddialarını “palavra” olarak nitelemesine itirazım var...
Tekrar ediyorum;
Prof. Osman Özsoy’un, “askeri vesayete çatır çatır karşı durması”yla ilgili sözüm yok... Ama, “Gülen Camiası”nın, özellikle de Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “darbecilere karşı durması” ile ilgili ciddi kuşkularım var.

LAF BAŞKA, SAF BAŞKA!

Zira, benim bildiğim Hocaefendi, “darbecilere karşı durmak” yerine, onlarla “iyi geçindi” ve hatta onlara “övgüler” yağdırdı...
Kendisi, bugün; her ne kadar; “60 İhtilâli’nin tokadını, 70 darbesinin tekmesini, 80 darbesinin de çiftesini yedik... Hepsinden bir şey yedik... 1960, 1970, 1980 ve 28 Şubat’ta preslendim” dese de, “dünkü sözleri” pek de “tokat, tekme, çifte” yediğini göstermiyor...
Ağzından çıkan lâf başka, 
Durduğu saf başka!..
Çünkü “belge”ler ortada...
Gelin, tek tek bakalım:

l 12 Eylül Darbesi’nden 15 ay önce Sızıntı dergisinin 5. sayısında “Asker” isimli makalesinde Hocaefendi; hem askere övgüler yağdırıyor hem darbeye davetiye çıkarıyor hem de askere selâm çakarak şu sözlerle bitiriyor yazısını: 
“Tuğa selâm, sancağa selâm ve onu tutan yüce başa binlerce selâm…” 
“Yüce baş”ın, darbenin komutanı Kenan Evren olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?..

l Darbenin bir ay sonrasında ise yine Sızıntı dergisinin Ekim sayısında “Son Karakol” adlı makalesinde darbeye alkış tutuyor ve darbecileri imdada yetişmiş Hızır’a benzeterek, “Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” diyerek darbeye bağlılığını ilan ediyor.

l Zaman Gazetesi, 28 Şubat Darbe Konseyi’nin seçti(rdi)ği darbe hükümetini “Hayırlı Olsun” manşetiyle karşılıyor ve daha birinci günden hayra(!) yoruyor:

l Hüseyin Gülerce, 29 Şubat 2000 tarihli köşesinde 28 Şubat’ın her anlamda hayırlı olduğunu deklâre ediyor ve diyor ki;
“Şimdi biraz şaşırtıcı gelecek; ama böyle bir hengâmede 28 Şubat her iki bakımdan da yararlı oldu.
Hem içte ve dışta rahatlama sağlayacak olumlu değişimi hızlandırdı, hem de samimi, mazbut büyük İslami çoğunluk ile İslam adını lekeleyen, kullanan, yüce dinimizi vahşete alet etmek isteyen zavallıları ayırdı.”

DARBECİLERE ÖVGÜLER

 Devam edelim mi?..
Son birkaç yıldır, 28 Şubat söz konusu olduğunda Gülen medyası, konjonktüre uygun olarak “28 Şubat postmodern darbesi”, “28 Şubat darbesi” veya “28 Şubat askeri müdahalesi” kavramlarını kullanmakta beis görmüyor... Oysa, Fethullah Hocaefendi; 28 Şubat sonrası kendisiyle yapılan röportajlarda; 28 Şubat kararlarına değil darbe, muhtıra dahi denemeyeceğini açık ve net bir şekilde ifade ediyor. 28 Şubat’ın en fazla bir tavsiyename olduğunu söyledikten sonra bunun “Milli Güvenlik Kurulu Sosyal Mutabakat Metni” şeklinde algılanması gerektiğinin ısrarla altını çizip, 28 Şubat’a muhtıra demenin askeri suçlamak olacağını vurguluyor...
Meselâ, diyor ki;
“Bu mukavelede ele alınan tavsiye kararlarını bu açıdan ben şahsen muhtıra şekliyle algılanmasını telif edemiyorum. Niçin bu işin üzerinde bu yorumlarla duruluyor, askeriye muhtıra verdi diye suçlanıyor? Ben bunu yanlış buluyorum.” (Samanyolu TV / Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle / 29.03.1997)
Yine aynı dönemde “MGK kararları”nı dayatanların sorumluluk bilinciyle hareket ettiklerini, bu nedenle yaptıklarından dolayı masum olduklarını, hatta bu kararlara içtihat mantığıyla da yaklaşılabileceğini, isabet ettilerse iki sevap, etmedilerse bir sevap alacaklarını ifade ediyor...
Buyrun, o cümle:
“Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz, mülahazasıyla hareket ediliyorsa, meseleyi böyle algılıyorsa, bana göre onlar masumdurlar... Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır... Hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası.” (Kanal D / Yalçın Doğan’a Verdiği Mülâkat / 16.04.1997)
Daha sırada;
“28 Şubat’la uçurumdan geriye dönülmüştür!.. Asker, sivillerden daha demokrat!.. Asker; MGK’da insaflı ve demokratik bir tavır takındı... MGK anayasal bir kurumdur ve Anayasa’nın gereğini yapıyor!.. Askeri darbeler kimi zaman gereklidir!.. Asker muhtıra verdi deyip de askerin günahına girmeyin!.. Darbeler, hep kötü niyetli olmamıştır!.. Askerden yana hiç endişeniz olmasın!.. Asker, hiçbir zaman dindarlara karşı olmamıştır!.. Cumhurbaşkanı Demirel de sorumluluğunun bilincindedir” ifadeleri var ama bunlar “yazı” sınırını aşar, “belgesel” olur... Ben sadece, “arabaşlık”ları sundum... Gerekirse, “detay”ları da yayınlarım...
Söyleyin Allah aşkına;
Ağzından bu sözler çıkan bir Hocaefendi, hiç “darbelere karşı” olabilir mi?..
Durun, yine “takiyye” demeyin bana... Zira, bu kelime benim midemi bulandırıyor, hemen lavaboya koşup öğürüyorum...

DARBECİBAŞI’NA ÖDÜL!

Her neyse... Şimdi de “çarpıcı bir örnek” verip; “Gülen Grubu darbenin yanında mı, karşısında mı?” sorularına açıklık kazandıralım...
Dönem, ülkenin üzerine “kara bir bulut” gibi çöken “28 Şubat” dönemi...
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sevenleri; kendisini kurtarmak için ne yapacağını şaşırmış vaziyettedir o dönemde... Darbecilerin gözüne gireceğim, onların hışmından kurtulacağım diye; darbe yapmış silahlı bir yapının başındaki isme “hoşgörü (!) ödülü” vermeye kalkıyor.
Fakat, kendisine “onur” bahşedilmek istenen general “hoşgörü ödülü”nü reddediyor, iyi mi?..
Nazlı Ilıcak’ın aktardığına göre;
“Alaaddin Kaya,  Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Yılın Hoşgörü Ödülü’nü vermek istediğini Çevik Bir’e söyledi. Bu talep de reddedildi.”
Darbenin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın hoşgörü ödülü teklifini reddetse de “Gülen hareketi”nin o müthiş azmini(!) kırmaya muvaffak olamaz.
“Madem darbenin komutanı ödülümüzü kabul etmedi, biz de bu ödülü Başkomutana veririz” derler ve başarılı da olurlur.
Başkomutan Süleyman Demirel, toplantıya katılmak ve ödülü almakla marjinal(!) düşüncelere bir mesaj vermiş(!) oluyordu o törende!..
27 Aralık 1997 tarihli Zaman gazetesi, “Demirel’e Şükran Plâketi’nin, Fethullah Hocaefendi tarafından takdim edildiğini” bildiriyordu...
Bu mu darbe karşıtlığı?..
Bu mu;
“Tokat, tekme, çifte ve preslenme?”

YİNE SEKS KASETLERİ Mİ?

Her neyse.. Şimdi de, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından dün yapılan “yazılı açıklama”ya değinelim...
Gerek Hocaefendi’nin, gerek vakfın “demokrasi”yi rafa kaldıran “darbecilerle olan ilişkisi”ni yukarıda anlattık... Ne var ki, aynı vakıf, şimdi “demokrasi”den dem vuruyor ve diyor ki;
“Gerçek demokrasilerde neyin ihtiyaç olup olmadığı bireye ve topluma dayatılamaz; toplum mühendisliği yapılamaz. Birey ve toplumun önündeki çoğulcu eğitim seçenekleri ortadan kaldırılamaz.”
Dün “darbecilere ödül” veren bir kuruluşun, bugün “demokrasi”den söz etmesi ne kadar garip değil mi?..
Ama ben;
Bugün “dayatma”dan şikayet edip, dün “dayatmacılara plâket” veren Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın açıklamasındaki birkaç cümleyi çok önemsedim...
Bir “tehdit” midir, “gözdağı” mı, “işaret fişeği” mi, yoksa “dikkatli olun” uyarısı mı?..
 Açıklamanın o bölümü şöyle:
“Seçim sath-ı mailine girdiğimiz bu günlerde, camianın, hayatın her alanında olduğu gibi siyasette de her türlü gayr-i ahlaki ve gayr-i meşru yönteme karşı olduğu aşikârdır.
Önceki seçimler arefesinde denenmiş olan özel hayatın mahremiyetini ihlal edici ahlâk dışı metod ve girişimlerin, tekrar denenebileceğine dair endişe verici işaretler görülmektedir... Haklı, meşru ve demokratik taleplere gölge düşürmeye matuf olmak üzere, gerginlikten istifade etmek isteyecek bu yöndeki her türlü art niyetli girişim, herkes tarafından şiddetle reddedilmeli ve lânetlenmelidir.”
Ben, bu satırlar üzerine; bir “köşe yazısı” değil, “destan” yazarım da, yorumu size bırakıyorum.. 
Vakıf, acaba; “uyarı” mı yapıyor, yoksa “olabilecekleri” mi haber veriyor?
Bugünlük bu kadar...

********************************************************************

Taraf’ın kendisi fişleme yapıyor!

“Etikçi” geçinenlerin “tetikçi”liğini yapan Taraf, aynı zamanda “hedef gösterme”ye de başladı!.. Malûm, birkaç gündür; “Cemaatçi olduğu için fişlenenler”(!)in isimlerini yayınlıyorlar... “Fişlendikleri” iddia edilen kişilerden birinin “kopyacı” diğerinin de; MİT veya AK Parti’nin değil, “Google mağduru” olduğu ortaya çıktı ve dolayısıyla Taraf, “tetikçi”likten sonra “yalancılığa” da başladı ama, mesele çok daha vahim...

Mesela; Behzat Murat Sümbüllü ve Prof. Dr. Ömer Cevit’in isimlerini, yakın çevrelerinden başka kimse bilmez...

Onların “Cemaat mensubu” olduğunu da bilmezler... Ama, Taraf ne yapıyor?.. Onların isimlerini yayınlayarak; hem onları “hedef” haline getiriyor, hem de “Cemaat üyesi” olduklarını “deşifre” ediyor!..

Adamlar bir iş-güç sahibi oldularsa ve normal hayatlarını sürdürüyorlarsa, onları “afişe” etmenin kime, ne faydası olur?..

Bence, Taraf; “fişleme listeleri” yayınlayarak MİT’e çamur atmaya kalkarken, aslında “fişlemeyi kendisi yapıyor!” 

Bence, üzerinde düşünülmeli!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi