Kur’an Hizmetinde İhlâs ve Samimiyet
Kur’an ahlâkı kişinin ancak samimi ve içten olması şartıyla gereği gibi yaşanabilir. İnsanın din ahlâkını yaşaması ve sonucunda da –Allah’ın izniyle- gerçek mutluluk ve kurtuluşa ulaşması, ancak Rabbine, kendisine ve diğer insanlara karşı samimi olmasıyla mümkündür. Çünkü gerçek anlamda iman, samimiyet zemini üzerinde gerçekleşir.
Samimiyetin belli bir çapı, belli bir sınırı yoktur. İnsanın, Rabbine karşı samimi olması ve bunu artırma çabası şeytanın asla hoşlanmayacağı bir konudur. Allah samimi kullarını sevdiği için, şeytan, kişinin samimiyetsizlikten kurtulmasını istemez. Bu sebeple, insanın hem şeytanla hem de onun etkisindeki nefsiyle mücadele içinde olması ve samimiyette derinleşmek için çaba harcaması gerekir. Hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda var gücüyle çaba göstermek, ancak Allah'a karşı duyulan samimiyet ve ihlâsla mümkündür.
Hayırda yarışarak öne geçen kullardan olmayı hedefleyen insan, samimiyet ve ihlâs konusunda kendisini asla yeterli görmez. Allah’ın dinini anlatan insanın samimi ve güvenilir olması gereklidir. Samimi olan insan dünyadan geçmiştir, maddi çıkar peşinde değildir, anlattıklarına karşılık asla bir ücret talep etmez. Hiçbir dünyevi beklenti içinde değildir; son derece candan, içinden gelerek hareket eder. İhlâs ve samimiyetini sürekli artırma çabası içinde olur.
Nasıl artıracağımız konusunda ise Bediüzzaman bize dört düstur tavsiye ediyor. Şöyle diyor Üstad:
“… Kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ul oluruz.”
“Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin(hayırlı işlerin) çok muzır(zararlı) mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle(hizmetçileriyle) çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir” dedikten sonra tavsiyelerini şöyle açıklıyor:
Birinci düstur: “Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.”
İkinci düstur: “Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk(üstünlük taslama) nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir.”
“Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder(tamamlar), kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet(yardım) eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.”
Üçüncü düstur; “Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz. Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.”
Bediüzzaman’ın tavsiye ettiği dördüncü düstur ise; “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne(şükrederek) iftihar etmektir.”
Kur’an hizmetinde samimiyet ve ihlâsta sınır olmamalıdır. Allah, rızası için gayret eden kullarına cennette vereceklerine bir sınır koymamaktadır; o halde kulu da O’nun rızasını amaçlarken samimiyette, ihlâsta, kardeşlikte kendisine sınır koymamalıdır.
“İhlâsı kıracak esbabdan(sebeplerden) yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.” (21. Lem’a)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.