Kürtçe Eğitimin Siyasi Anlamı
Bu makale “Kürtçe Eğitim Olmalı mı?” başlıklı yazı serisinin yedinci ve sonuncusu…
Soru şu:
Baştan beri ifade ettiğimiz gibi temel bir insan hakkı olan anadilde eğitim siyasi bir konu olarak ele alınmalı mıdır?.. Kanımca buna “hayır alınmamalıdır” demek Türkiye’de ve dünyada yaşanan gerçekliklerden bihaber olmak ya da bilip de görmezlikten gelerek kafayı kuma sokmak demektir. Bu sebeple, birçok ülkede, tarih boyunca yaşanan ve bugün de yaşanmakta olan siyasi çatışmalar kör gözlere bile ayan olacak kadar açıktır çünkü.
Bugün gelinen noktada, politik duruş anlamında, Kürt halkında geniş bir yelpaze söz konusudur. Bu yelpazenin bir ucunda Türk halkı ile bir arada-tek çatı altında yaşamayı benimsemiş, devletine bağlı, ancak demokratik yollarla insani ve anayasal haklarını elde etmek isteyen mutat, mütedeyyin, kadirşinas Kürt vatandaşlarımız; diğer ucunda ise silah zoruyla ya da onun gölgesindeki sivil yapılanmalarla ayrı bir devlet kurmayı amaçlayan, milli ve manevi değerlerimizden uzak ayrılıkçılar var.
Şimdi…
Bir şekilde Kürtçe eğitime geçince, tahmin ediyorum ki “Türk ve Kürt insanımız -ilk başlarda biraz tedirginlik yaşasalar da- büyük çoğunlukla bunu sükûnetle karşılayacaktır ama bahsettiğim ayrılıkçı uç zafer kazanmışlık havalarında naralar atacak ve bunu bir fırsata dönüştürmeye çalışarak daha ileri -olmayacak- talepler de bulunacaktır. Buna karşılık Türklerin bir kesimi ise bir çeşit yenilmişlik duyguları içerisinde meyus olacak, bazı olumsuz tepkiler gösterecektir.
İşte tam da bu noktada iki tarafın da görmesi gereken bir hususa işarete etmek gerekiyor: Bununla Türkler mutat Kürtlerin vatana-devlete-millete-gönüllere bağlılığını kazanırken ayrılıkçılar ise davalarını üzerine kurdukları temel bir argümanı kaybetmiş olacaklardır. Yani bu ne bir taraf için zafer ne de diğer taraf için hezimettir.
Zira eğitim meselesi halledildiğinde demokratik uçtaki grubun talepleri büyük ölçüde karşılanmış olacak, bu grup böylece sorunlarını siyasi bir mesele olarak görmekten uzaklaşacak, ayrılıkçıların siyasi istekleri ise meşruiyetini yitirecek, halk nezdinde ve uluslararası camiada tabansız kalacaklardır. Genel olarak Türkiye ve T.C.Hükümetleri de bu mecralarda konu ile ilgili sıkıntıyı üzerlerinden atmış olacaktır.
Şüphesiz ki bir siyasi hareket için oy alacağı “taban” olmazsa olmazların başındadır…
Daha düne kadar Kürtçenin tümüyle yasak olduğu düşünülürse, yasağın kalkmasının ve devlet eliyle bu dille eğitime başlanmasının ne kadar büyük bir adım olduğu, Kürt halkı üzerinde nasıl bir psikolojik rahatlamaya yol açacağı aşikârdır. Konuştuğum her kesimden insanlar özetle; “Kürtçe eğitim günümüz (homoekonomikus) dünyasında elbette önemlidir ama bizim için olayın maddi değil manevi tarafı, biyolojik değil psikolojik tarafı daha önemlidir. Bununla birlikte kimliğimiz tanınıyor, varlığımız kabul edilmiş olunuyor çünkü.” diyor.
Ayrıca yasağın-yasakların getirdiği merak ve cazibe unsuru da ortadan kalkacak. Bunun Anayasa güvencesine alınması ise resmen eşit vatandaşlığı getirecek ki bütün bunlarla etkilenen “taban” ayrılıkçıların altından kayıp gidecek, bu yüce devletten ayrı devlet kurmak isteyen bedhahlar siyaseten mevta durumuna düşeceklerdir.
Türk tarafına gelince…
Bir takım şahin partiler bunu kullanacaklardır elbette ama zaman içerisinde barış havasının devam ettiği, şehit cenazelerini artık gelmediği, vatanın bölünmediği, (bu düşük yoğunluklu)savaşa harcanan paraların ekonomiye aktarılmasıyla top yekûn kalkınmanın hızlandığı, refah seviyesinin yükseldiği görüldükçe onların da tabanları zayıflayacaktır.
Belki de, Kürtçe kurslarda olduğu gibi, beklendiği kadar talep de olmayacaktır bu eğitim diline. Zira İrlanda’da da öyle olmuştu. Resmi dil olarak da kabul edilmesine rağmen Gael dilinde eğitim-öğretim görmeyi tercih edenlerin oranı hiç de beklendiği kadar olmadı.
Kararlı bir siyasi irade ve uzlaşmacı bir tavır da şarttır.
Unutulmaması gereken bir nokta da bu işin bir süreç olduğu, zamana ihtiyaç duyduğu ve bu sürecin siyasi yanı olduğu kadar teknik altyapı, sosyo-psikolojik yönü (Kürt-Türk öğrenci, veli ayrışması), kaynak(öğretmen, personel, derslik) ve planlama yanlarının da bulunduğudur.
İktidarın bu sorumlulukları yanında muhalefetin yapıcı tutumu, sivil toplumun gayreti de yine olmazsa olmazlardandır. Mesela “anadilde eğitim”in hemen uygulamak üzere hükümeti zor durumlara düşürmeye çalışmak ve bu meyanda öğrencileri, ailelerini okula gitmemek şeklinde boykota davet etmek doğru davranışlar değildir. Zira bütün bunlar çok zor bir siyasal, sosyal, kültürel ve tarihi zeminde başarılmaya çalışılmaktadır.
Yine kabul etmek gerekiyor ki bu topraklar yüz yıllardır bir milletin siyasi hâkimiyeti altındadır. Bütün dünya bu milleti “Türkler”, bu devleti “Türkiye” yani “Türklerin Ülkesi” olarak bilmektedir. Devletin adının Osmanlı, Selçuklu ya ada başka bir şey olması sadece resmiyetteki -kâğıt üzerindeki- bir şeydi. Kürt vatandaşlarımız bilmesi gerekiyor ki kendileri de hep bu tanımların içerisinde olmuşlar, öyle görülmüşlerdir. Eğer iddia Kürtlerin ve Kürtçenin sindirilmiş bastırılmış, gözlerden uzak tutulmuş olması ise, yani bu sebeplerle bilinmemişlerse, bu da durumu değiştirmiyor; gerçek budur.
Buradan “Türkiye Türklerindir, Kürtlerin değildir” gibi bir mana çıkarılmasın… Çok bilinen bir şeydir ki Avrupalı, herhangi bir Müslüman devlet ya da insanlar kendilerine doğru hareketlendiğinde (ya da saldırdığında diyelim!) “Eyvah Türkler geliyor” derlerdi. Yani Avrupalının gözündeki Türklük kavramı bir etnisiteye değil daha çok bir dine ve o dinin mensubu olan insanlara, topluluğa, halklara, kısaca bir millete işaret ediyordu. Kürtler de (diğer halklar da) bu milletin arasındaydı şüphesiz.
Şahsen, son PKK hareketi hariç, “Ben bu orduyla savaşa gitmiyorum” diyen bir Kürdü görmedim, duymadım, okumadım şimdiye kadar. Tarih boyunca böyle bir şey olmadı. Yani Kürtler hiçbir zaman kendilerini bu milletten, bu devletten gayrı görmedi. Bayrağımızdaki al rengin yerini-manasını bulmasında en az Türk ya da Türkmenler kadar Kürtlerin de kanı vardır. Zaten benim bugünün Kürtünün taleplerini, temel insan hakkı olmalarının yanında, meşru, makul ve mantıklı bulmamın asıl sebebi budur. Mazlumiyetleri de mağduriyetleri de meşruiyetleri de burada saklıdır.
Bu arada yine -acı denebilecek - bir gerçek daha vardır. Kürtçe eğitim talebinde bulunurken ve bu dille eğitime geçerken Kürt’üyle, Türk’üyle herkesin bilmesi gerekiyor bunu: Kürtçe, tarih boyunca, dünyaca bilinen, tanınan, kullanılan bir dil olmadı, olamadı. Osmanlı veya daha öncesindeki dönemlere ait devlet kurumlarında, ya da önemli herhangi bir bilim-sanat eserinde elle tutulur bir Kürtçe kayıt yoktur, mesela. Açılım-demokrasi derken, haklar- özgürlükler derken, soruna bir çözüm bulmaya çalışırken bu tarihi, siyasi ve sosyal gerçeklikler unutulmamalı.
Son söz olarak…
Bütün bunları; ay yıldızlı bayrağımızın altında, vatanın birliği ve bütünlüğüne, halkların kardeşliğine ve devletlerin vatandaşlar için var olduğuna inanan bir insan olarak yine aynı duygu ve düşünceleri paylaştığını düşündüğüm -Türk, Kürt ayırmaksızın- tüm insanlar için yazdım.
Bu netameli konuyu işlemekle aldığımız risk, harcadığımız mesai, sarf ettiğimiz çaba bin yıldır birlikte yaşadığımız, birlikte öldüğümüz, evliliklerle akraba olduğumuz, okulda sınıfdaş, devlette mevkidaş, işte meslektaş, dağda bayırda yoldaş, çalışma hayatında paydaş olduğumuz bu toprakların helal süt emmiş çocukları içindir. Muhatabım onlardır. Hedefimiz; neye mal olursa olsun, bu insanlarla ümit ve güven üzerine kurulacak o kutsal kardeşlik hukukunun yeniden tesis etmektir.
Bütün bunlara rağmen… Hala kırmızı-sarı-yeşil renkleri başına bayrak edinen, vatanı ve vatandaşı şu ya da bu isimle bölmek isteyen ayrılıkçılar varsa… Artık onlar için söylenecek bir söz, yapılacak bir iyilik yoktur; niyetleri de amelleri de başkadır çünkü. Hiç şüphesiz amelimiz onların niyetlerine, amellerine göre olacaktır!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.