Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Kart, Kurt, Kürt !?.. (1)

Kart, Kurt, Kürt !?.. (1)

Bu başlık bir kitabın adı olacak; burada önsözünü aktarıyorum… Ve bununla Kürt meselesini de vicdanımda noktalamış oluyorum.

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, her türlü hengâmeden alabildiğine nasiplenmiş bir coğrafyada, yüzyıllar süren bir egemenliğin ardından, yıkılmış koca bir imparatorluk ve onun külleri üzerine kurulmuş yeni bir ülke varmış; adı Türkiye Cumhuriyeti imiş…

“Mış” dediğimize bakmayın (gerekçesini makalenin sonunda açıklayacağım!), bu devlet gerçekti ve yedi düvelin topu, tüfeği, baltası, kazması, her türlü hile hud’asiyle üzerine çullanıp da, “ne kaparsan kardır” pragmatizmi ve haçlı fanatizmi ile yok etmeyi misyon edindiği bir vatan toprağıydı burası; şaka değil.

Çok şükür; mezhebi, sınıfı, etnik kökeni ne olursa olsun zengin-fakir, yaşlı-genç, kadın-erkek; doğuda batıda, kuzeyde, güneyde her nerede ise yaşayan tüm insanlar omuz omuza verdi. Yoklar vara çevrildi, olmazlar olur yapıldı ve ülke bu (.T) sürüsünden kurtarıldı.

Kurtarıldı ama bu arada Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle inanılmaz acılar yaşandı, amansız yoksuzluklar çekildi, sayısız şehitler verildi, binlerce can kaybedildi. Savaşan Başkumandanından rütbesiz erine, vatanı için şiir yazan şairinden Mehmetçiği için çorap ören ak saçlı ninesine,  her yaştaki gazisinden toprağa düşen şehidine kadar hepsine minnettarız.

İşin tabiatı gereği idi bu; uğrunda ölünmeden vatan olmuyordu topraklar. Başka türlü rengine boyanmıyordu bayraklar o “alkan”ın. Ortak bir düşmana karşı ortak bir ruh vardı; üzerinde, başları dik yaşayacakları, çocuklarına mutlu bir gelecek kuracakları, yurt edinecekleri toprağı kurtarmanın yanında maneviyatlarını da kuşatan.

Evet, kurulan yeni devletin adı Cumhuriyetti ama bu devlet gerçek anlamda cumhurun olmadı hiç, olamadı. O “kurtarıcı ortak ruh” kuruculuğa yansımadı maalesef. Ondan (özellikle belli noktalarda) çok uzak bir zihniyet iktidar oldu ve hüküm ferman eyledi yıllarca memleket gemisine. Asırlardır “kendi” kalarak dünyaya hükmetmiş bir millet için “Tek değer”, “Tek Yol”, “Tek hedef” Batı olmuştu!

Bu bir yönüyle ve bir ölçüde belki o kadar da sorun değildi ama bu arada kılık kıyafetimizden sosyal yapılanmalarımıza, inançlarımızdan hukuk sistemine, aile hayatımızdan devlet teşkilatlanmasına kadar her şeyde kendi öz değerlerimize, tarihimize sırtımızı dönmüştük; sorun olan, o zaman olmasa da sonradan olacak olan buydu. Söylendiği gibi muasırlaşmakla ifade edilebilecek bir şey de değildi bu. Dümen öylesine çevrilmişti ki Batı’ya Cumhuriyet gemisinde “dümen kilitlenmesi” olmuştu sanki. Oysa bu dünyada sonu olmayan bir deniz yoktu!..

Bir toplum mühendisliği projesi uygulandı. Bununla devletin adı-sanı-yapısı değiştirilirken Türk’ün imajı da, yüzlerce yıllık, inançlar, kimlikler, kökenler görmezlikten gelinerek tasarımlanmaya; tek tip insanlı (“Çağdaş Türk”) yeni bir ulus yaratılmaya (!) çalışıldı. Bu meyanda Kürt, Boşnak, Laz, Çerkez, Abaza tüm Müslüman halklar Türkleştirilecek,  hiristiya, Musevi, süryai vs. azınlıklar da bir şekilde sindirilecek ya da yeni Türkiye’nin dışına itilecekti.

Olmadı; formül tutmadı, verilen kan uymadı, dokular uyuşmadı; grubu da, Rh’sıda, HLA’sı da farklıydı çünkü! Ama Cumhuriyet İktidarı kararlıydı; inkılâplar yapıldı, Takrir-i sükûnlar çıkarıldı. Otoriter baskıcı bir rejim kuruldu. Bu rejime ve yeni Türk tipine uymayan her türlü farklılık“ulusal tehlike”, “bölücülük” , “isyan” olarak görüldü; konuşan diller susturuldu, kaldırılan başlar ezildi.

 En büyük üç tehlike; irtica (işin doğrusu din ve dindar!), komünizm ( aslında sol ve sosyalizm) ve Kürtler olarak teşhis edildi! Bunlardan “irtica”(!) tüm zamanlarda birinci oldu hep. “Sol” meselesi sonradan ortaya çıktı, Kürtler ise daima “potansiyel tehlike” idi zaten! Zamanla milliyetçilik de bu ulusal tehlikelerden sayıldı; onlar da az acı çekmedi bu rejimden.

Cumhuriyetin bu paradigmaları için akla gelecek her türlü yol yöntem kullanıldı. Bütün bunlar yapılırken de sanki özgür seçimlerle gelen siyasi partiler varmış ve normal bir demokratik rejimdeymişiz gibi görüntü verildi manzaraya. İşlerin, raydan çıktığı kanaati uyandığında (ve de bir sayın komutanın dediği gibi şartlar oluştuğunda tabii!) ise vatanın yılmaz bekçileri olan komutanlar (ve cumhuriyet iktidarının diğer ayakları üniversiteler, yüksek yargı, sendikalar, medya ve diğer siviller de tabii) onu tekrar rayına sokmak, demokrasiyi kurtarmak (!) için elini  taşın altına koymaktan çekinmediler(!): hükümetler pervasızca alaşağı edildi. Bunu öylesine sıkça yaptılar ki ülke “darbeler ülkesi” olarak anılır oldu.

…İşte, elinizdeki bu kitaba adını veren o kurtarıcı(!) komutanlardan biri oldu: (Darbeci) Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren. 

“Kurtarıcı Baba Führer” havalarında yaptığı bir meydan konuşmasında, binalardan birinin duvarına asılmış kocaman bir Atatürk posterini göstererek -sözde onu övmek ve ona karşı olanların da ağzının payını vermek amacıyla olsa gerek- “İşte bakın, yüce Atatürk onlara şuradan hain hain bakıyor” diyecek kadar entellektüel gelişmişlik(!) seviyesine ulaşmış olan Evren rivayet olunur ki bir başka eşref saatinde “Kürt diye bir ırk yoktur, onlar aslında karlı dağlarda yürürken kart-kurt sesi çıkardıkları için Kürt adı verilen Türklerdir” tespitini yapmış ve böylece Türk ve dünya bilimine onulmaz katkılar sunmuş (!) bir insan.

Kimse ona “Yaa kardeşim başka milletler yürürken farklı ses mi çıkıyor? Mesela Araplar arp-arp, Grekler gırk-gırk, Çinliler çin-çin gibi!?” diyemedi. Hem “madem bizim dağlarda kart-kurt sesi çıkmış neden Kart değil de Kürt denmiş bize” diye itiraz eden de olmadı! Olmadı, olamadı; çünkü kılıç çok keskindi. “Ali kıran baş kesen” durumları vardı memlekette.

Rivayet dedik ama aynı kişinin bir televizyonda, canlı yayınında, söylediği “Bir sağdan astık, bir de soldan. Haksızlık yapmadık” vecizesi (!) hatırlanırsa, bu cümledeki (hukuk anlayışını bir kenara bırakalım) zekâ pırıltısı(!) ve bilgi birikim seviyesini göz önüne alarak doğrusu “hiç de söylemeyeceği şey değil” diye düşünmeden edemiyor insan. Netekim o da bu iddialar karşısında“Ben halkın huzurunda böyle bir şey söylemedim” demekle, farkında olmasa da, “halkın huzurunda olmayan bir yerde, söylediğini” kabul etmiş oluyor.

Dahası bu söylem, Gazeteci-Yazar Murat Belge’nin, “elimde olmaması gereken bir kitap” diye tanımladığı bir kitaptan (“Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar”, K.K.K. Ankara Basımevi, s:43, 44, 1982, Hizmete Özel) aktardığına göre askeri okullarda ders kitaplarına da girmiş.

“Ülkemizde her alanda bölücülük yapılmaktadır. Ancak bunlardan en etkili olanı, KÜRTÇÜLÜK alanında yapılan bölücülüktür. Acaba gerçekten Kürt diye ayrı bir Irk var mıdır? KÜRT sözü nereden gelmektedir?

“Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz ve kış aylarında erimeyen karlar vardır. Bu karların üzeri, güneş açınca hafif eriyerek buzlaşır, camsı parlak ve sert bir tabaka ile kaplanır. Üst kısmı sert, altı yumuşak kardır.

Bu karın üzerinde yürüyünce, ayağın bastığı yer içeriye çöker ve Kart-Kürt diye bir ses çıkarır. İşte bu sese izafeten sıkışmış kara-yatkın kara Kürt kar veya Kürtün denmektedir.”

İlginç değil mi?.. Göz bebeğimiz peygamber ocağı şanlı ordumuzun kahraman mensuplarını bu derece bilimsel bilgilerle mücehhez kılıyor ve bu kadar üstün meziyetlerle yetiştiriyoruz! (Ya da geçmişte yetiştirmişiz diyelim de şimdiki genç subaylarımızı içine koymayalım.)

Aslında bu Kürtlerin kökeni meselesi yani kart kurt(!), sadece General Evren’in müstesna bilimselliğinin(!) dışa vurumu ile de sınırlı değil. Rus Kürdolog Minorsky Kırgızca’da karda yürümek (veya o esnada çıkan ses) anlamına gelen "gyrt" sözcüğüyle bir bağ kurmuş ve “Kürt” sözcüğüne ulaşmış!!!

Kısmet olursa haftaya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi