Devamızı Biliyor muyuz? 2
“Çok değil, daha yüz yıl kadar önce dünya iktidarını elinde tutan en güçlü devletlerden birisine sahiptir İslâm ümmeti” deddik, bazıları o zaman hastaydı dedi. Bazıları da 200- 300 yıl öteye götürdü. Olabilir. O hasta devlet bile zamanında etkin bir devletti. Her ne ise, maksadımız malumdur. Biz esas demek istediğimize devam edelim.
Bugünkü perişanlığımıza bakarak daha dün elimizdeki devleti nasıl kaybettiğimizi bir kere daha sorgulayıp, bu acı sonucu doğuran sebepleri araştırıp bulmalı ve hem bir daha kaybetmemek için, hem de kaybı yeniden kazanca çevirmek için gereğini yapmalı değil miyiz?
Öyleyse hemen söyleyelim, devletimizi yıkan sebeplerin başında, bizi dünyaya hakim kılacak akıl, bilgi ve enerjiyi veren Allah Teâlâ’ya ve dinine aşk ve şevkle iman ve teslimiyetin değerini bilememe cehaletinden kaynaklanan “gavur/ecnebi/yabancı sevgisi”, İslam’ın hayat veren hikmetli kanunlarının kıymetini bilememe cehaletinden kaynaklanan “gavur/ecnebi/yabancı taklidi”, Ümmet-i Muhammedin kıymetini bilememe cehaletinden kaynaklanan “ırkçılık ve bölücülük illeti” gelmektedir. Başka sebepler varsa da onlar bu üç aslın teferruatından başka bir şey değildir.
Yiğit düştüğü yerden kalkarmış. Önce neden düştüğünü sorgulamalı bu yiğit ve bu düşüşün sebeplerini ortadan kaldırmalı. Hastayı aynı mikroplara teslim ederseniz, kalıcı tedavisi mümkün olur mu?
Önce bünyedeki yara mikroplardan temizlenmeli, sonra sağlığı koruyacak olan şifalı ilaçlar verilmeli. Tedavide yarayı temizleyip mikrobu öldürmek, merhem sürmeden ve ilaç vermeden önce gelir. Gerçi şu bir hukuk kuralıdır, ama hayatın her alanında geçerli olduğu kadar, tıp ve sosyoloji için de aynen geçerlidir: “Def-i mefasid, celb-i menafiden evladır, evveldir.”
Peki bizi diz üstü düşüren, hatta yere seren bu illetlerle şimdi aramız nasıl? Bünyemiz temizlenmiş midir acaba bu “gavur/ecnebi/yabancı sevgisi” ve “gavur/ecnebi/yabancı taklidi” ile “ırkçılık ve bölücülük” illetinden?
Müslüman milletler, daha başka sebepleri de vardır kuşkusuz, ama en yıkıcı sebep olarak, ümmeti/milleti oluşturan ırklar ve kavimlerin her birisinin kendi ırkçılıkları, kavmiyetçilikleri, milliyetçilikleri, ulusalcılıkları yüzünden asabiyet dâvâlarına ve ırkçılık kavgalarına kalkışmaları, böylece tefrika ve tarafgirlikle parçalanarak birbirlerine düşürülmesiyle maalesef dağılmıştır.
Bunun sonucu koca İslam devleti yıkılmış, ümmet bölünüp parçalanmış, böylece başsız ve güçsüz düşen İslam coğrafyası kafir milletler tarafından işgal edilmiştir.
Son yüzyıllarda Batılılar tarafından Müslümanların arasına ekilen ırkçılık, kavmiyetçilik, ulusalcılık, milliyetçilik gibi fitne ve fesat tohumları maalesef dini öğrenmenin ve yaşamanın da zayıflamasıyla, zaman içinde dal budak salıp gelişmiş, giderek kökleşmiştir. Sonunda korkunç bir belâ olarak “tefrika, ayrılık ve düşmanlık” gibi lanetli meyvelerini vermiştir. Maalesef din gibi aklın ve mantığın da yasakladığı bu ağacın meyvelerinden yiyenler, zehirlenerek sonuçta birbirlerine düşman olmuşlardır.
“İnna lillah ve inna ileyhi raciûn.”
Bu böyle olmamalıydı. Zira bizim dinimiz kendisine inananları “kardeş” kılıyor ve birlik ve beraberliğe davet ederek tefrikadan, ayrılıklardan sakındırıyordu. Ne oldu da biz böyle bir “rahmet toplumu” olmaktan uzaklaştık? Ne oldu da kardeşliğin yerini ırkçılık, kavmiyetçilik, ulusalcılık, milliyetçilik, asabiyet ve tarafgirlik aldı?
Oysa Yüce Rabbimiz, “Ancak Mü’minler kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’dan korkun (da vazifenizi yerine getirin.) Böyle olursanız merhamet edilirsiniz” diye öğretip gereğini emir buyuruyordu.
Sevgili Peygamberimiz (sav) de Müslümanları bazen bir binanın iç içe geçmiş tuğlalarına, bazen de bir vücudun organlarına benzeterek, birlik ve beraberliğe dikkat çekiyor, kardeşler olarak birbirimizle ilgilenmeye, dertlerimizle dertlenmeye, sıkıntılarımıza ortaklaşa çareler aramaya davet ediyordu. Böyle bir toplumun en güzel örneğini de kendisi kurmuş, bilfiil yaşatmıştı. Onları kardeşler olarak gördüğü için de “refik-i a’laya” giderken gönlü çok rahattı.
Evet, bu sorular üzerinde derin derin düşünmeye çok ihtiyacımız var: “Ne oldu da biz böyle bir “rahmet toplumu” olmaktan uzaklaştık? Ne oldu da kardeşliğin yerini ırkçılık, kavmiyetçilik, ulusalcılık, milliyetçilik, asabiyet ve tarafgirlik aldı? İnsanın nefsinden ve şeytanından yardım gören bu yedi başlı ejderha ile nasıl baş edebiliriz?
Evet, düşünelim!..