“AK”LANMA FIRSATI MI?
Dört günden beri Türkiye’nin başı döndü. Ortalık toz bulutu... Neyin ne olduğu belli değil. Gerçek bilgi ile kirli bilgi birbirine karıştı. Yedekte bekleyen kasetlerin piyasaya sürülmesi ısıtılıyor. Gelecek gün ve haftaların gündemi belli: İktidarı yıpratmak!...
Algıların hassaslaştığı, siyasî hükümlerin verileceği özel bir döneme; seçim dönemine giriyoruz. Tam bir bulanık hava... Kurtlar dişlerini göstermeye başladı.
Aslında puslu hava 27 Mayıs gecesi başlamıştı ama o günlerin tehdidi kamuoyunda yankı bulmadı. Ekim’de karıştırılacaktı ortalık; ODTÜ’de bir şeyler yapılmaya çalışıldı; sökmedi.
Arkasından dershane krizi patladı. O da tavsamaya başladı. Şimdi de bakan çocuklarının da adlarının karıştığı ve külliyetli mikdarda paraların ekranları, sayfaları kapladığı bir döneme girdik.
Amaç çok açık!... 11 yıldır kaydedilen gelişmelerin önünü almak.
Kimse “14 aydır yürütülen bir soruşturma, ancak şimdi sonuçlanmıştır. Zamanlama normaldir.” falan demesin. Soruşturma ve takibin 14 ay önce başlaması bile başlı başına bir sorundur. Niye?... 14 ay öncesi, 7 Şubat darbesinin hemen sonrasıdır da ondan. O günlerde bir yazımda “Bu günler, tarihe 7 Şubat darbesi olarak geçecektir.” demiştim. MİT operasyonunda başarılı olamayan güçler, yeni figürlerle, yeni bir atağa geçti.
Bütün bunlar, olanları komplo olarak geçiştirmenin bahanesi midir? Elbette hayır!... Bir komplo varsa, komploya maruz kalan da buna fırsat vermesin arkadaş!...
Çok bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıyayız. Olayın gerçek yönü ve sonucu ne olursa olsun, iddialar çerçevesinde toplumsal algı önemlidir. Hele bu medya terörünün yoğun olduğu dönemde, sizin ne olduğunuz değil, nasıl algılandığınız önemlidir. Maalesef 4 günden beri, iktidarın imajı zedelenmiştir. Toplumu okuduğumuzda bunu görüyoruz. Partizan AK Partililerin bile ağzını bıçak açmıyorsa, bu algının toplumsal etkisini fark etmek lazım.
Şu hassas dönemde, iktidarın yapması gereken, bugüne kadar olduğu gibi, yolsuzlukların üstüne gittiğini, algıları kökten değiştirecek bir şekilde ortaya koymasıdır. Bunun, “kelle alma” ve “iktidarı yıkma” şeklinde algılanmasına fırsat vermeden, kararlılık göstergesi olarak sunulması şarttır. Adları etrafında spekülasyonlar yapılan bakanların yerine ben olsam, gözümü kırpmadan basardım istifamı ve kahraman olurdum. Tabii, bunun “kelle alma” için bir yol olmasına da müsaade etmezdim.
Hikâyeyi bilirsiniz... Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Hocam, yatarken sakalın üzerinde fare geçse, abdest bozulur mu?” Hoca cevap vermiş: “Şer’en ne olur bilmem ama keratanın orayı yol etmesinden korkarım.” demiş.
*
Gezi olaylarını lehine çevirmesini bilen iktidar, bu toz-duman günleri de lehine çevirecektir. Bu konuyu bir kaç hafta daha konuşuruz. Sonra gazı kaçar ama iktidar bu olaydan yapacağı çıkarsamalarla, kirli propagandayı lehine çevirerek sandığa yansıtır. Bu arada olan hizmet ehline olur. Gereksiz yere baya baya yıpranırlar.
Bütün bunlardan sonra ne olur?... AK Parti bu olaydan “ak”lanarak çıkar ve Türkiye’de demokrasi “level” atlar.
Bu olayın komik olan tarafı ne biliyor musun Süheylâ, oğlu içeri alınan bir bakanın bundan haberinin olmadığı bir diktatörlükle (!) yönetiliyor olmamız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.