Barışın Kıymetini Bilelim Dedim Ama…
Barışın kıymetini bilelim dedim ama, sesimi yüksek yerlere duyuramadım. Son yazımın başlığına bakar mısınız? “İslam’ın ve Barışın Kıymetini Bilmek”
Fakat gelin görün ki dindar kesimin üstünde karabulutlar dolaşıyor. Sonucu görmeden kavgaya tutuşmayı çirkin görürüm. Keşke hiç olmasaydı bu ama artık çok geç. Anlamıyorum, nereye gitti bizim aklımız, ferasetimiz, tecrübemiz ve ilkelerimiz?
Çok çok acı günlerden geçiyoruz. Yer yerinden oynuyor. Sevdiğimiz insanlar yalın kılıç birbiriyle savaşıyor. Cumhuriyet tarihinin en muhafazakar ve halkını seven, özü itibariyle yerli olan bir hükümet ile, “iman davasını” bütün dünyaya taşıma amacında olan ve bu milletin gençliğinin imanının kurtarılmasında yıllardır hizmeti geçen insanlar, birbirine düşüyor, düşmanları sevinçten mest olurken onlar birbirleriyle kavga ediyorlar.
Neden?
Adı “dershane” olan dünya menfaati yüzünden. Biliyorum, cemaat buna itiraz edecektir. Etsin, biz burada dershanelerin bu fakir millet sırtında gereksiz bir yük olduğunu ve muhakkak kaldırılması gerektiğini yazdık bir eğitimci olarak. Bizi ziyarete gelenlere de anlattık. “Emeğinize saygılıyız, ama oturun, anlaşın, bundan nasıl dönüşüm olacağını beraber halledin” dedik. Ama dinlemediler ve bir “operasyon” ile savaşı başlattılar.
Evet, tartışmayı kavgaya çevirerek savaşı başlatan cemaat oldu. Bunu yapmamalı idiler. İlkelerinden birisi olan “müspet hareket etme” adına hükümeti ile savaşmamalı idiler. Bir yerde Hoca Efendi “nihayet kendi devletimiz ve hükümetimizle savaşacak değiliz” diye söz vermiş, yüreklere su serpmişti. İçlerinde bunun yanlışlığını görecek insanlar da elbette vardı, ama demek istişarede azınlıkta kaldılar. Neticede yazık etti kendine cemaat!
Acaba bu basiretsizlik neden oldu?
Aklıma ilk gelen “büyüklük hastalığı”dır. Gurur, kibir, kendini beğenme ve gücüne güvenmedir. “El yumruğunu yemeyen, kendi yumruğunu balyoz sanırmış.” Buna dikkat çekmiştim daha önce. Korktuğum başıma geldi.
Bu arada onlar için “beynelmilel başka güçlerin maşası olmak, gavurun ekmeğini yiyerek onun kılıcını çalmak” gibi isnatlar varsa da, ben kendimin yapmayacağı bir ihaneti o kardeşlerimden de beklemem ve böyle sözlerden dilimi uzak tutarım. Yarın yeniden yüz yüze bakacağız, kapıyı asla kapatmamak gerekir. Hatalarını kabul ederlerse hoşgörü ile muamele etmeye ve olanları unutmaya herkesin de hazır olmasını tavsiye ederim.
İlk günden beri bu savaşın en az kayıpla derhal sona erdirilmesi için kendi twitter ve Facebook’umda kısa kısa seri yazılar yazdım. Ama bizim gibi garibanı kim dinler? Sesimiz ne Ankara’ya, ne de okyanus ötesindeki Pensilvanya’ya ulaştı. Bu bana Hz Ömer’in bir uygulamasını hatırlattı: Bunu şöyle yazdım sosyal medyamda:
Acaba Hz Ömer’in Hz Halid’i görevden alma gerekçesinin günümüze bakan bir yanı var mıdır? Acaba dış yardım almadan kişi kibirden kurtulamaz mı?
Her iki tarafa da kahırlıydım ve dedim ki: “Vay dünya vay! Sen kimleri nasıl yermişsin böyle! Bugünleri görmeden evvel "yiyemeyeceklerin de var" diye gücünü takdirde haksızlık etmişim.”
Çok üzgünüm! Allah Müslümanlara hidayet ve basiret versin. Gururdan, kibirden, enaniyetten, başkalarını hakir görmelerden uzak olarak iman kardeşliği versin.
Hatta kahrımdan sözüm genele olarak şunu bile söyledim: Yapın yapın, sonra da hoyratça yıkın! Nasıl olsa başkalarının emeği ve alın teridir, size çok bir zarar gelmez. Bu muydu büyük adamlığınız? Ders alalım dünyadan ders! Görgüsüzün çocuğunu sevmesi gibi elimizdeki imkanları pisi pisine hoyratça harcamayalım. İzzet zillete dönüşmesin. Hz. Peygamber Efendinizin (sav) sizi böyle yaka paça birbirinize düşmüş görmesini ister miydiniz ey Müslümanlar? Lütfen kendinize gelin!
Evet, daha baştan bağıra bağıra şunu söyleyelim: Küfre karşıyız, nifaka karşıyız, nankörlüğe karşıyız, haram yemeye karşıyız, milleti aldatmaya karşıyız. Suç varsa ceza da olmalı Yaşasın adalet. Ne falanlar ne filanlar, kimsenin yanında veya karşısında değiliz. Amacımız Allah'ın yanında, müslümanların safında olmaktır. Ölçü İslam’dır. Soruşturmalar ve gerekiyorsa yargılamaları normal süreci içinde sabır ve soğukkanlılıkla takip etmek herkese düşen bir vazifedir. Beraat-ı zimmet asıldır. Bakalım sonuç ne olacaktır?
Bana gelen maillerde ve medyada bir ara “cemaat bu işin içinde değildir” dendi. Eğer öyleyse acaba neden Samanyolu ve Bugün tv aynen dershane konusunda olduğu gibi bu operasyonda da canlı yayına geçtiler? CNN, NTV, Habertürk'ten daha fazla yayındalar? Bu özel ilgiyi nasıl yorumlamalıyız? Mızrak çuvala girmiyor tabi. İnsanların aklıyla alay etmenin anlamı var mıdır?
Eğer samanyolu haber ve bugün tv Hoca efendiyi ve cemaati temsil ediyorsa, olayların içine bu kadar uzun ve yoğun girmemeli. Sıradan bir tv. gibi olmalı. Hoca efendi ve cemaat bu anormal yayını normal hale getirmeli. Zira bu yayınlar Hoca efendiye ve cemaate zarar veriyor. İnsanlar cemaati bu kadar siyasetin ve dünyanın içinde görmek istemiyorlar. Yok, bunların öyle bir temsili yoksa, bu açıkça ilan edilmeli ki zararı onlara ulaşmasın. Benim görüşüm, cemaat içindeki akl-ı selim kişiler olaya el koymalı ve yargının sonucunu sabırla beklemeye davet etmeli.
Dindarlar haksızlığa karşı çıkmalı, ama Müslümanların musibetine de sevinmemeli. Sıradan bir halk çocuğu, düşmanının başına bir felaket gelse, akıllı ve şuurlu ise "oh, iyi oldu" demez, susar. Sorulsa bile "o başka bu başka" der. Belki gider, taziyede bulunur.
Düşmanlığı da dostluğu da yarınları düşünerek, aşırılığa gitmeden yapmak gerek. Yarın yüz yüze bakılacak. Belki omuz omuza din düşmanlarıyla savaşılacak. Bütün köprülerin yıkılması akıllılık ve dindarlık değildir. Sabırlı olalım. Zanlılar yargılansın. Suç sabit olursa, o zaman ne gerekiyorsa o yapılsın.
Aman dikkatli ve temkinli olalım. Yeni kin ve nefret tohumları ekmeyelim. Bu cemaatin içinde o kadar AKP ye oy veren ve onunla iş bitirip para kazanan var ki... İç içe geçmişler. Yarın bir bölüne ve parçalanma olursa, acaba kim kimin yanında kalır? Kimse kendisini abartmasın, olduğundan güçlü göstermesin. Yoksa yarın elleri böğründe şaşa kalır ve o yalnızlık içinde bugünleri çok ararlar. Bizden hatırlatması. Savaşacak düşman mı kalmadı da dindarlar birbirine düşüyor?
Hem ne oldu böyle, hep sizler söyler dururdunuz, aleme nasihat ederdiniz, "dünya kavgaya değmez" derdiniz. Hani "dövene elsiz, sövene dilsiz, derviş gönülsüz gerek" derdiniz. “Kabil bize el kaldırsa, biz kaldırmayız” derdiniz. Hadi bir büyüklük gösteriniz de şu savaşı bitiriniz lütfen. Emin olunuz ki karlı çıkarsınız. Size bu yakışır.
Biz tam böyle düşünür ve yazarken Hoca Efendinin son konuşmasını dinledim ve çok üzüldüm. Kedi tabiriyle “kolum kanadım kırıldı.” Peygamberimizin (sav) Hendek savaşında Kureyş’li müşriklere ve Yahudi kafirlere yaptığı bedduayı kendini ve cemaatini de katarak Müslümanlara, evet, "hangimiz haksız isek, ya biz dahil bu işi ortaya çıkaranlara, ya da haram yiyenlere ve onları savunanlara" diyerek Müslümanlara, hem de sesi ve beden diliyle bütün heyecanını yansıtarak aynen yapıyor. Dediklerini buraya almaya haya ederim.
Gördüm ki kaç kere “keşke bu işin içine bu kadar girmese, sussa da gerektikçe yerine başkalarını konuştursa, kendine zarar veriyor” dediğim Hoca bu işin tam içindedir. Bizim saf saf beklediğimiz, ısrarla aradığımız “sabırla mahkeme sonucunu bekleme” yok, “temkin” yok, “ortalığı yatıştırma ve barış arama” yok. Dilinden düşürmediği “hüsn-ü zan ve hoşgörü” hiç yok. Anlaşılan kılıçlar çekilmiş, cenk başlamış. İşte en büyük musibet, Müslümanlar arasında dahilde verilen bu savaştır.
Kalk ey Bediuzzaman Said Nursî (ks) Hazretleri kalk da kalbin dayanabilirse olan bitene bir bak! Senin için “Pîr-i Mugan” diyerek peşine düşenlerin içine düştüğü acınası duruma bir bak!
Ben artık bu konuda konuşarak veya yazarak bu savaşa dahil olmayacağım. İçim kan ağlıyor. Bu zamana kadar yazdıklarım ıslah içindi. Gördüm ki faydası olmuyor. Bu arada yazılarımla üzdüğüm, incittiğim birisi varsa özür beyan ederek helallik dilerim. Barış için çağrılırsam dilim ve kalemim çözülür inşallah. O güne kadar Allah Teala verdiğim bu kararda durmayı bana nasib ve müyesser eylesin.
O günler gelir mi?
Neden olmasın? Bugünleri de ummuyorduk, ama oldu. Kötüsü oluyor da iyisi neden olmasın?
Son sözümüz hükümete: Lütfen, bu yolsuzluk işini ciddiyetle takip ediniz ve mahkemeleri kendi ilkeleri dahilinde serbestçe doğru hüküm vermede kendileriyle baş başa bırakınız. Şayet haram yiyenler yargı yoluyla tesbit edilirse, kim olursa olsun, söz verdiğiniz gibi hükmün gereğini tereddütsüz yapınız.
Zaten yeterince ilgi göstermediğiniz bizim gibi sahipsiz emeklilerin vergilerini “devletin malı deniz…” diyen domuzlardan koruyunuz.