Tekrar hoş geldin yargıç devleti
2007 ve 2008 yılları, “yargıç devleti” tartışmaları ile geçti. İngilizce adlandırmasıyla “juristocrasy”. Türkçe’de bunu “juristokrasi” olarak telaffuz ediyoruz. Bu “yargıç devleti” demektir.
Biz “yargıç devleti” derdini 27 Mayıs 1960 gece baskınından beri yaşıyoruz. 2007’lerde tekrar patlayan bu tartışma, 2008 başında iktidar partisinin kapatılması teşebbüsüyle, daha yoğun bir şekilde tartışıldı. O tartışmalardan sonra anlaşıldı ki, yüksek yargının yapılanması, “yargıç devleti” zihniyetini doğuracak şekilde... 2010 anayasaya referandumunda bu konuyu halledelim dedik... 25 Aralık gününe kadar meseleyi hallettik sandık. O da ne!?... Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. 25 Aralık günü bir “yargıç devleti” zihniyeti hortladı
İstanbul’da bir savcı, adalet dağıtacağı yerde, tuttu adliye binası önünde bildiri dağıttı. “Militan demokrasi” anlayışından sonra, nur topu gibi bir “militan yargı”mız oldu böylece. Üstüne üstlük, aynı gün bir de Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) da tuttu, 13 imzalı bir bildiri yayınladı.
Bu iki hareket de “devlet içinde devlet” fikrinin veya “yargıçlar vesayeti”nin bir tezâhürüydü.
Halka doğrudan hesap vermeyen atanmışlar, devlet hiyerarşisi içinde bağımsız hareket ediyorlarsa ve hele hele bu tür yapılar, kendilerini devletin değil de bağlı oldukları grupların bir parçası olarak görüyorlarsa, demokrasiyi yiyip bitiren bir virüs olmaktan başka bir şey değildirler.
Kamu adına iş yapıyorsan, kamuya hesap vereceksin, abilere değil; emirleri âmirlerden alacaksın, abilerden değil.
Son hafta yaşadıklarımızdan da anlaşılmaktadır ki, yüksek yargıda bir “yargıç vesayeti” olduğu kanaati hakim olmuştur. Yapılan yargı müdahaleleri, hukukun değil, hukukçunun müdahalesi olarak karşımızda durmaktadır. Oysa hukuk devleti, hukukun hakim olduğu devlettir; hukukçunun değil.
Bir ülkede, devletin içinde, millete hesap vermeyen bir yapılanma olursa ve bu yapılanma, toplumun en hassas olduğu yargı alanındaysa “Ananın hâlini soran kadı; kimi kime şikâyet edeceksin” durumu ortaya çıkar ki, bu da o toplumun tefessüh etmeye başladığını gösterir.
12 Eylül 2010 anayasa referandumuyla yargı vesayetinin partizan cumhuriyetçilerden arındığını zannediyorduk. Bu zannımızda yanılmışız. 13 HSYK üyesi, üstlerine vazife olmayan bir “korsan bildiri” yayınlayacak bir güce erişiyorlarsa, bunda, bu ortamı sağlayanların da kabahati vardır. Demek ki o referandumu boşuna yapmışız. Çıkan tablodan şikâyet etmeye hakkımız yok. Bu tablonun sorumluğu, referandum sürecinde iktidarın verdiği güven ve sonrasında yapılan seçimlerde, kamuoyuna verdiği olumlu telkinlerde yatar.
Yargıçlar, bağımsız olacaklar. Verilecek hükümlere ne iktidar ne de abiler etkide bulunabilecekler!... Yargı, Türk milleti adına karar verecek; iktidar veya abiler adına değil. Yargıçların bir arada bulunmalarını, sadece hukukî metinler sağlayacak; ideolojik ve benzeri yakınlıklar değil.
Keşke imkânımız olsa da “robot hakimler” icad edebilsek. Onlar, sadece kanun metinlerine göre karar verirler; insanî ilişkilerin doğuracağı yakınlık zaafalrına göre hüküm vermezler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.