Mekke fethinden yansımalar
Biliyorsunuz, Resul-i Âlişan Aleyhisselat-u Vesselâm Efendimiz, türlü işkence, zulüm ve ambargolardan sonra, nihayet doğup büyüdüğü Mekke’den de çıkarılmış, o zamanki adı “Yesrib” olan Medine’ye göçmek (Hicret) zorunda bırakılmıştı…
Düşünün ki, o Son Peygamber’di… Gerçekti, doğruydu, haklıydı. Ama kalabalıklar Ebucehil’in, yani hatanın, günahın, yanlışın yanında yer almıştı.
Takipçilerinden kurtulmak için Sevr Mağarası’a sığındılar. Efendimiz’i yakalayacak olana Ebucehil’in vaat ettiği maddi menfaatle gözleri kararmış takipçiler mağaranın ağzına kadar gelmişlerdi. Konuşmaları içeriden duyuluyordu.
Hz. Ebubekir endişelenmişti. Efendimiz, sevgili yoldaşını bir âyetle ile teselli etti:
“Korkma ey Ebubekir, Allah bizimledir.”
Müşrikler Mekke’de bayram ediyor, Müslümanlar için her şeyin bittiğini, bir daha asla Mekke’ye dönemeyeceklerini sanıyorlardı.
Öyle olmadı. Resul-i Âlişan gidişinden sadece sekiz sene sonra geri döndü. Mekke’yi fethetti.
Çıkardığım ders: Her yenilgi bitiş değildir!
•
Resul-i Âlişan Aleyhisselat-u Vesselâm Efendimiz, öncelikle çok mütevazı bir insan. Onun bu hali tüm siyer kitaplarında örnekleriyle uzun uzun anlatılır. Bu öyle bir tevazudur ki; bir zamanlar kovulduğu Mekke’ye “fatih” olarak dönerken bile kalbinden en küçük bir “ben” izinin gölgelenmesini engellemiştir...
Siyer kitaplarının tasvirinden anladığımız kadarıyla, Resul-i Ekrem Efendimiz, mübarek sakalı, “bindiği hayvanın yelesine değecek kadar” başını eğmiş, muzaffer bir komutan azametiyle değil, âdeta mazhar olduğu şereften mahçup bir vaziyette Mekke’ye girmiştir.
O beden dilinde, tüm insanlığa, gururdan arınma mesajı vardır: “Ben almadım Rabbim, Sen verdin” idraki, bu mesajın özünü teşkil eder.
Bugün “ben ben” diye göğsünü yumruklayan “dindar”ların kulakları çınlasın!
Muhtemelen bu örnekten hareketle, Bediüzzaman, “Muvaffakıyet sa’yın (çalışmanın) neticesi değildir, bir ikram-ı İlâhidir” demektedir.
Resul-i Alişan Efendimiz, “beriki”ne (kendisi gibi inananlara ve yaşayanlara) sevgi-şefkat dolu, “öteki”ne (farklı yaşantıya) ise toleranslı ve alabildiğine müsamahakâr bir şahsiyet... Hoşgörü bahsinde tam bir zirve: Son derece iyilik sever, bağışlayıcı bir Peygamber...
Mekke fethi tamamlandığı zaman, vaktiyle kendisini Mekke’den kovan insanları bir yere topladı ve sordu: “Şimdi size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?“
Normalde düşmanlarından intikam alması gerekiyordu. Çünkü ona her türlü zulüm ve baskıyı yapmışlardı…
Namaz kılarken başına çürük işkembe atmış, geçeceği yollara çukurlar açıp öldürmeye çalışmış, taşlamışlar, ambargo koymuşlar, nihayet doğduğu ve çok sevdiği Mekke’den kovmuşlardı…
Ama artık o devir tarihe karışmıştı…
Yeni devir Müslümanların devriydi. Efendimiz’in eline intikam için fırsat geçmişti. Kendisine ve arkadaşlarına zulmeden düşmanlarına dilediğini yapabilecek durumdaydı. İsterse öldürür, isterse süründürürdü!
Ama o sadece affetti.
Çıkardığım ders: Müslüman, intikam sevdasıyla hareket etmemeli!
Yeni yılda yürek pusulamızın kıblesini yeniden ayarlamamız lâzım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.