Barışa Davet Ediyorum
17 Aralık olayından önceydi.
İslam için azim, gayret ve çabalarını görüp takdir ettiğim, bu yüzden Allah için sevdiğim, ama yer yer davranışlarını beğenmediğim, özellikle de kendilerini beğenmişlik içinde mağrur ve kibirli övünmelerini, başka hizmet gruplarını yok sayarcasına hiç takmaz ve değer vermez, hizmetlerini görmez havalarını eleştirdiğim bir cemaat var.
Hoş, hocaları da bin kere buna dikkat çekmiştir belki. Ama neylersin ki insan gerçeği budur; gücü görünce, nefis azgınlaşıyor maalesef. Bunun da ilk alameti, ucuptur. Yani kendini beğenme, kardeşlerini küçük görme. İşte burada harici bir mürşid kaçınılmaz oluyor insana. Maneviyat ehli seyr-u süluku bu yüzden vacip görüyorlar.
Başka eleştirdiğim yanları da var. Mesela dindarlığı modern hayat ve laik sistemle barışık, hatta el ve iş birliği içinde götürmeye çalışmalarını yadırgadığım bir cemaat. Aynı dava adına aynı kulvarda koşanlara karşı esirgedikleri sevgi ve iltifatı, din nazarından bakıldığında hiç sevilmeyecek, hatta Allah için buğzedilecek kimi insanlara cömertçe göstermelerini, daha da öte giderek destansı övgüler dizmelerini duydukça hayretler içinde kaldığım bir yapı hakkında, bu ve benzeri bazı eleştirel yazılar yazıyordum.
Bir dostum kibarca uyardı beni. Halen fiili siyasette önemli bir görev götüren bu dostumun ifadeleri, benim bildiklerimin ötesindeydi ve ne yalan söyleyeyim, beni dehşete düşürdü. Dediği özetle şuydu:
“Hocam, bunlar dışa kapalı çok karanlık bir yapı ve korkunç bir güç. Bu kapalı yapının gücü bizim sınırlarımızı aşıyor. Bu güçle bunlar bugün muhaliflerini ezer geçerler. Bunu yaparken yakınmış uzakmış bakmazlar ve hiç acımazlar. Sınırlarını bilmek, ilişkilerini tahmin etmek bile güç. Beynelmilel bir yapı bu ve kim kiminle, ne niyet ve amaçla ilişkiler ağı kurulmuştur, belli değil. Ama görünen o ki amaçları herkesi esir alarak biricik güç olmak ve iktidarları bildikleri gibi yönetmektir. Benim size dost tavsiyem, bunları eleştirmekten uzak durunuz.”
Benim de eleştirdiğim zaten ilkelerimizle bağdaştıramadığım bazı tutum ve davranışlar ile bir takım karışık ilişkiler idi. Ama güçlerinin bu kadar büyük ve etkin olduklarını bilmiyordum. Demek alınan mesafe oldukça ciddi idi ve gözlemlenen gurur, kibir, kendini beğenmişlik ve başkalarını görmeme bundan idi.
Aslında bu yapı özü itibariyle dindar ve muhafazakardır. Ama ortaya koydukları bazı davranış biçimleri, kimi usul, anlayış ve icraatları endişe veriyordu. Bu yüzden sair dindar cemaatler ile aralarında güven bunalımı söz konusu idi.
Ben hala bu insanlardan dinim, vatanım ve ümmetim adına hayır görme umutlarımı tüketmemişimdir. “Şöyledir böyledir, ama sonuçta kazançlı çıkacak Müslümanlardır. Kazanımlar onların hanesine yazılacaktır. O yüzden varlıkları yokluklarına elbette müreccahtır” diyorum.
Aslında hala da öyle diyorum. Bilerek İslam davasına ve Ümmet-i Muhammed’e zarar verme niyet ve kasıtlarının olmadığına inanıyorum. Ama 17 Aralıktan bu yana olanlara bakınca, üzülüyorum, hatta kahroluyorum. Bir önceki yazımda da ifade ettim, endişeler, kuşkular, tereddütler içindeyim. Ne yalan söyleyeyim, içime bir kurt düştü. Şimdi zarar verdiklerinde şüphe yok, ama onlar bunu zarar değil, fayda ve hayır adına yapıyorlar.
Böyle bir yapı milletin kahir ekseriyetinin oylarıyla iktidara gelmiş bir hükümetle çatışmayı, hatta dişe diş savaşmayı nasıl göze alabilir? Acaba Kemalist ve sosyalist bir iktidar ile göze alabilir miydi benzer bir çatışmayı? Böyle bir tavrı gösterecek çok olaylar yaşadık, ama hiç görmedik ki “evet” diyebilelim.
Bu zamana kadar bütün İslam karşıtı iktidarlarla uyum içinde yaşayan, onların partizanca davranışlarına ve yolsuzluklarına hiç ses çıkarmayan bu insanlar, okullara Kur’an-ı Kerîm, siyer, Arapça, Din dersi koyan, İmam Hatip Lisesi’ni onlara yapılan zulümlerden kurtaran, askeri vesayete son vererek bütün kamuda başörtüsü zulmünü bitiren, dindarların en rahat biçimde hizmet etmelerine imkan sağlayan vs. vs. bir iktidarla, “yolsuzluk yapılıyor” diye yaka paça savaşıyorlar.
“Sana ne oluyor ey cemaat? Sen siyasi bir parti misin? Hizmet ile siyasetin ne alakası var?” diye haklı olarak soranlara, “haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” diyorlar.
Adama sormazlar mı: “Bu zamana kadar dilsiz şeytandınız öyle mi? Söyler misiniz, ne zaman melek oldunuz?”
Yani Demirel, Çiller, Mesut, Ecevit vs. zamanında bin bir çeşit haksızlıklara dilsiz şeytan kesilerek sus, şimdi dindar Erdoğan gelince dilin çözülsün öyle mi? Hem de neden on yıl sonra? Neden bugün? Yeni mi farkına vardınız?
Sakın şimdi bugün dilinin çözülüp de şeytanlıktan melekliğe terfi edişin arka planında Erdoğan’a saldıran küresel güçlerle iş birliği zamanlaması olmasın?
Ey cemaat!
Ey sevgili kardeşlerim!
Gelin bu son yaşananları yok sayalım!
Gelin siz yine eskisi gibi siyasete bulaşmayın. Gelin yine bütün derdi davası din olan, imanlı bir nesil yetiştirmek olan insanlar olun!
Gelin, yine “müspet hareket” ederek iktidarla savaşmayı bırakın. Bu hükümet bu ülkenin bir şansıdır. Allah korusun ama gün gelir de kendi kendisini bitirinceye ve yerine alternatifini çıkarıncaya kadar, gelin bunu yok etmeye çalışmayın.
Bakın Müslüman insanlar Kosova’dan, Miammar’dan, Afrika’dan, Asya’dan, Arap ülkelerinden bu hükümete selam ve dualar gönderiyor. Gelin bu ümmetle ters düşmeyin.
Bu kavgadan ne siz karlı çıkarsınız, ne de ülkenin dindar insanları. Bu kavga ümmete zarar verir. Din nasihattir. Allah için sizi uyarıyorum; bu kavgayı siz başlattınız, bir bildiri yayınlayarak siz bitiriniz.
Sözümü, tarafsız bir eğitimci bakışıyla olayları değerlendiren sevgili Mehmet Elma kardeşimden aldığım şu cümlelerle bitiriyorum:
“Netice olarak dememiz odur ki, cemaatle hükümet arasında devam eden bu mücadele, emin olunuz en fazla Türkiye düşmanlarını sevindirecektir. Ve Hizmet hareketi denilen cemaat de, şu andaki duruşuyla hükümetin şahsında ülkenin yıpranmasına alet olmaktadır. Maalesef şu anda hükümetle cemaat arasında devam eden mücadelenin, yazık ki kazananı yoktur, yani taraflar arasında âdetâ ‘kazananı olmayan bir savaş’ yaşanmaktadır.
Taraflardan bu mücadeleyi kazanacağını söyleyenler bilmelidirler ki, kendileri ve ülkemiz de en az kaybedenler kadar yıpranacaktır. Ama yargıya ve emniyete sızan ‘cunta’ denilen paralel yapının da tasfiye edilmesi, her hâlükârda ülkemizin geleceği adına çok elzemdir, çok önemlidir.” (http://www.cemalnar.com/index.php?Git=Makale&Durum=MakaleOku&id=1097&yazarid=15)