Gasp mı, hortum mu?.. Ya da buharlaşan 90 Katrilyon!
Eskiden; “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diye bir söz vardı.. Ancak, Köroğlu’nun; “Delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu” demesi gibi, “çağdaş (!) ilişkiler” çıktı; ne “arkadaşlık” kaldı, ne de “dostluk!” Günümüz dünyasının “geçer akçe”si; “Ne kadar güçlüsün, o kadar haklısın”... Dediğim gibi; “delikli demir”in icadıyla mertliğin bozulması gibi, “ihale”lerin icadıyla da “gazetecilik” bozuldu... Şimdi herkes; “Bana manşetini söyle, sana altında yatanı söyleyeyim” diyor!.. çünkü, gazete manşetleri tam da Köroğlu’nun dediği gibi; rakiplere karşı “delikli demir” olarak, yani “silah” olarak kullanılıyor!.. Evvelden “kavga”lar “kalem”le yapılırdı... Şimdi ise, “kelâm”la yapılıyor ve herkes birbirini alt etmenin peşinde!.. Kim “haklı”dır, kim “haksız”dır, belli değil!.. Vur, vurabildiğin kadar!..
Efendim, dikkat ettiyseniz; Aydın Doğan ile M.Emin Karamehmet arasındaki, bir başka ifadeyle “Hürriyet” ile “Akşam” arasındaki “kavga”ya hiç girmedim... Bu kavgayı, “Arşiv” sayfasından yansıtmakla yetindik...
Olayın özü ve özeti şuydu:
“Karamehmet’e ait Pamukbank aslında batmamış, Aydın Doğan, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Kemal Derviş dörtlüsü tarafından batırılmış!”
Bununla ilgili “telefon görüşmeleri” yayınlanınca, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul özkök; her Pazar yazdığı “fantastik” yazıları bırakıp, “ciddi” bir üslupla “karşı saldırı”ya geçti!..
ERTUĞRUL öZKöK SAVUNMADA!
Gazetelerde yazılan “Dönemin BDDK Başkan Yardımcısı Ali Vural’ın, operasyondan önce Mesut Yılmaz ve Aydın Doğan’ı arayıp Pamukbank’a el koyduklarını haber verdiği ortaya çıktı” şeklindeki ifadelere; “Vay beee”yi çekip, dedi ki;
“Telefonda konuşan kişiler kim? Biri BDDK Başkan Yardımcısı Ali Vural. O dönemde BDDK Başkanı Engin Akçakoca’ya soruyoruz. üç yardımcısı var ama hiçbirinin adı Ali Vural değil.
Peki BDDK’nın öteki yöneticileri arasında böyle biri var mı?
Sabah haberi okuyunca onlar da merak edip araştırmışlar. Bu isimde bir yönetici yok.
Gelelim telefonun öteki ucundaki şahısa. “Doğan Medya Kurulu Yönetim Kurulu üyesi” Veli Dural. Türkiye’de Doğan Medya Kurulu diye bir şirket yok.
Doğan Yayın Holding var.
Hadi diyelim adını yanlış yazmışlar. Ben, Doğan Yayın Holding’in kurulduğu günden beri İcra Kurulu Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu üyesiyim. Bizim yönetim kurulumuzda böyle bir kişi yok. Hiçbir zaman olmadı. Bunu araştırmak çok mu zordu?”
V.D.’Yİ, E.ö. OLARAK OKUYUN!
Görünüşte Ertuğrul özkök haklı... Evet, haklı, çünkü “Ali Vural, Veli Dural” isimli birileri yoksa; iddialar da güme gider!..
Derken, “Akşam cephesi”nden cevap gecikmedi... Serdar Turgut, bu isimlerin bir “rumuz” olduğunu söyleyip, Ertuğrul özkök’ü “okuyucusunun zekâsını küçümsemekle” suçladı...
Ardından da ekledi:
“Türkiye tarihinin en büyük ayıplarından bir tanesini Pamukbank’a el konulması işlemini, sorumlu oyuncuların tam göbeğinde bulunan bir kişinin rumuzlar gerçek insanları ifade etmiyor diyerek boşlamaya kalkışması ayıp değil mi? Bu, okuyucunun zekâsını küçümsemek değil mi, saygısızlık değil mi?
Zaten kimse rumuzların gerçek isimler olduğunu düşünmüyordu. Rumuz işte bu ne ifade ediyorsa odur, Siz V.D.’yi E.ö. olarak. A.V.’yi ise T.K. (Teoman Kerman) olarak okuyun bence her şey çok daha ilginç olacak, gerçeğe çok daha yaklaşılacak. Belki Hürriyet Yayın Yönetmeni’nin hafızası da daha iyi çalışmaya başlar, bu ipucundan sonra.”
GASP YOK, HORTUMLAMA VAR!
Akşam bastırır da, Hürriyet durur mu?.. “Mehmet Emin Karamehmet, telefon konuşmalarına dayanarak, bankasının gasp edildiğini söylüyor ama...” deyip, eklediler: “BDDK raporları, Karamehmet’in kendi bankasını hortumladığını yazıyor!”
Sonra, rapordan detay aktardılar:
- “Pamukbank 1989 yılında zora düştü ve Hazine tarafından izlemeye alındı. O tarihten itibaren çeşitli uyarılara rağmen Karamehmet, bankanın kaynaklarını kurutuncaya kadar kendi şirketlerine para pompalamaya devam etti.”
- “BDDK, Karamehmet’in bankasına el koyduğunda, Pamukbank’ın toplam kredi limitlerinin yüzde 69’u, Karamehmet’in kendi şirketlerine gitmişti. Yani banka, sahip olduğu her 100 liranın 69 lirasını patronunun şirketlerine kredi olarak vermiş, açıkçası para Karamehmet’in cebine gitmişti.”
- “Karamehmet bankasını batırmış, ancak battığı belli olmasın diye grup şirketlerine verdiği kredilerin faiz oranlarında sahte indirimler yapmış, zararları gizlemek için, şimdi kullandığı hayali telefon konuşmaları gibi hayali işlemlere başvurmuştu.”
YALçINDAĞ NİYE HAVAYA ZIPLADI
“Kişisel”, daha doğrusu “kurumsal kavga”lar, gazeteler üzerinden bu şekilde yürütülür ve her iki taraf da birbirini “yalan” söylemekle suçlarken, bir zamanlar “olayın içinde” olan Fatih Altaylı da “kavga”ya dalıyor ve Sky Türk ekranlarından şunu söylüyordu:
“Bir akşam, Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ, Tuncay özkan ve ben oturmuş bir G.Saray maçı izliyoruz. O sırada, Pamukbank’a el kondu haberi geldi. Mehmet Ali Yalçındağ öyle sevinip ayağa kalkıp zıpladı ki, şaşırdım kaldım. Bir medya yöneticisinin başka bir grubun bankasına el konmasına bu kadar sevinmesini yadırgamıştım.”
Sahi, Pamukbank’a el konulmasından “damat bey” niye bu kadar mutlu oluyordu ki?!?..
öZKöK, NİYE SAKAL BIRAKTI?
Kavga, halen devam ediyor... Onun için, henüz “kimin galip geldiğini” yazamıyorum... Yalnız, bir “son dakika haberi” olarak, “kavga”nın taraflarından biriyle, yani Ertuğrul özkök’le ilgili son gelişmeyi aktarayım...
Ertuğrul özkök; “Başbakan’a kadeh kaldırtmayı” başaramayınca!.. Ve tabii, “Karamehmet Cephesi”ne söz dinletemeyince, “sakal” bırakmaya karar vermiş!. Evet, evet; resmen ve alenen “sakal” bırakmış!..
Kimileri, “Umre’ye gidecek, onun için sakal bıraktı” dese de, bana göre bunun sebebi başka!..
Hani, “Sakalım yok ki, sözüm dinlensin” sözü var ya, bana göre Ertuğrul özkök de, “sözünü dinletmek” için sakal bırakmış olmalı!..
Eee, ne de olsa, eski itibarı yok artık!..
özkök’le ilgili bu “son dakika haberi”ni verdikten sonra, “ihaleci medya”daki kavganın “dikkatlerden kaçırılan” boyutlarına girebiliriz artık...
28 ŞUBAT’TA BUHARLAŞAN 90 KATRİLYON
Efendim; taraflardan biri “sen batırdın”, diğeri “hayır, kendin gaspettin!” derken, tabiri caizse “tepişirler”ken, arada, olan “kuzu”lara olmuş, iyi mi?..
“Bu milletin 90 milyar YTL’si buhar olup uçmuş!”
Nasıl mı?..
“İhaleci medya”daki kavgayı izlerken, Prof. Eser Karakaş’ın, Star’daki 23 Mayıs 2008 tarihli yazısı geliverdi aklıma!..
Prof. Karakaş, “Yargıtay ve 90 milyar YTL” başlıklı yazısında şunları yazıyordu:
“Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun bu zehir zemberek deklarasyonunun ürettiği toz-duman içerisinde çok önemli bir haber basında çok az yer bulabildi.
Bu iki konu arasında, yani Yargıtay deklarasyonu ile aşağıdaki konu arasında bir bağlantı kurulabilir mi, bu meseleyi siz okurların takdirine bırakıyorum.
Yargıtay deklarasyonunun ortalığı toz-duman ettiği günlerde basında çıkan küçük bir haber TBMM Bütçe ve Plan Komisyonu’nda “Kamu finansmanı ve borç yönetimi” yasa tasarısının kabul edildiğini duyuruyordu.
Yasa tasarısı TBMM Genel Kurulu’na indiğinde konu mutlaka daha derinliğine tartışılacak, tasarıda bendenizin olumlamadığı bir-iki önemli nokta var ama Komisyon’da kabul edilen ve Genel Kurul’a havale edilen tasarının önemi benim pek olumlamadığım bir-iki noktadan kaynaklanmıyor.
Yasa tasarısının en önemli ve kanımca ortalığı ayağa kaldırması gereken yeri TMSF’nin Hazine’ye olan yaklaşık 90 milyar YTL dolayındaki borcunun terkin edilmiş olması.
Meseleyi biraz daha açalım.
1990’larda ve özellikle ikinci yarısında tavan yapan bir sistemle özel ve kamu bankalarının içleri boşaltılıyor, bu boşaltma işlemi özel bankalarda sahipleri tarafından, kamu bankalarında ise, kısmen görev zararı ismi altında siyasetçi-bürokrat-işadamı (!!!) marifetiyle gerçekleşiyor ve bu iğrenç sistem, bütçe açıklarıyla beraber ülkeyi hızla 2001 krizine taşıyor.
2001 krizi sonrası meseleye neşter atılıyor ama operasyonun kaçınılmaz sonucu içleri boşaltılmış bankalara Hazine kağıtları (DİBS) konuyor, bankaların yapıları düzeltilmeye çalışılıyor, özel batık bankalar TMSF’ye devrediliyor ve bu kağıtlar TMSF’nin Hazine’ye borcu haline geliyor.
TMSF gerçekten zorlu bir süreçle bu paraların bir bölümünü kurtarmaya çalışıyor ama bu çabanın çok yetersiz kalacağını herkes çok iyi biliyor ve sonuç olarak milyarlarca dolar borç (faizleriyle beraber anlaşılan 90 milyar YTL’yi bulmuş) TMSF’nin ve nihai olarak da vergi mükelleflerinin sırtında kalıyor.
Bu bankacılık skandalı ve bu borcun oluştuğu, oluşturulduğu dönem, hiç kuşkusuz Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemidir. Bu dönem aynı zamanda 28 Şubat dönemi diye de anılıyor.
Söz konusu borç, yani vergi mükellefine takılan para 90 milyar YTL ve birilerinin yurttaşlara bu paranın ne anlama geldiğini mutlaka anlatması lazım.
(...)
özellikle özel bankaların içlerinin vergi mükellefi yani yurttaş aleyhine boşaltıldığı dönem tam da 28 Şubat dönemiyle üst üste oturuyor... Bu dönem de, dönemin yargı mensuplarının otobüslerle Genelkurmay’a taşındığı ve rejimin içinde bulunduğu tehlikeler üzerine brifinglerin verildiği dönem!..
Ve o dönem boyunca kimse rejimi bekleyen en büyük tehlikenin soyulan 90 milyar YTL olduğunu dile getirmiyor; bugünün Yargıtay Başkanlar Kurulu üyeleri de muhtemelen 1997-1998 yıllarında üst düzey yargısal görevlerdeler ve yine muhtemelen brifing alma sürecinin birer parçaları durumundalar.
(...)
1997 senesinin toz dumanından geriye buharlaşan 90 milyar YTL kaldı.”
28 ŞUBAT’IN HESABI SORULMADAN!
Prof. Eser Karakaş’ın yazısını iki sebeple aktardım:
1- “Ağaç”la uğraşanlar, bir “orman”ı dikkatlerden kaçırdığı için!.. 2- “Birkaç milyar dolar”ın kavgasını yapanlar, “buharlaştırılan 90 Katrilyon”un hesabını sormadıkları için!..
Kısa ve net söyleyeyim:
“Doğan Grubu”nun da, “Karamehmet Grubu”nun da yaptığı, bir “kayıkçı kavgası”dır!..
Asıl hesap, “28 Şubat darbecileri”nden ve onlara “yardım ve yataklık” eden herkesten sorulmalıdır!.. çünkü, o dönemde “iç edilen” ve borcu “milletin sırtına yıkılan” paranın miktarı “90 Katrilyon Lira”dır!..
Unutulmamalıdır ki;
“90 Katrilyon Lira”nın buharlaştığı “28 Şubat günleri”nde; bugün “kayıkçı kavgası” yapan gazeteler de “bu işin içinde” idi!..
Kimse, kimseyi kandırmasın!..
===================
Biraz da siz değişin!
Bir ara; “Emine Hanım başını açıverse, ne olur sanki!” diye yazdılar... Kimse umursamayınca, şimdi de Tayyip Erdoğan’ın turistik yerlerde “mayo” giymesini, Boğaz’da bir lokantada yemek yerken “kadeh kaldırmasını” istiyorlar... Hatta “akıl” da veriyorlar: “Vişne” olmasın, “şarap” sanırlar.. “Ayran” olmasın, “rakı” sanırlar!.. En iyisi “portakal suyu” koy da, bir şey sanmasınlar!..
Başbakan, “eğer kadeh kaldırırsa, Türkiye’de çok şey değişir”miş!..
“Beyaz Türk” olmak, “buyurgan” olmak, böyle bir şey işte!.. Kendilerini “sahip”, başkalarını “köle” görme mantığının dışavurumu olarak, hep emrediyorlar, hep buyuruyorlar!..
Açık ve net söyleyeyim: Başbakan, bunların dediklerinin hepsini yapsa, kalıbımı basarım ki; bu defa da “amuda kalk” veya “soyun” derler!..
“Türkiye’de çok şey değişecek” ya!..
Ulan, bir kere de “siz değişin” be!.. Ağzınızdan bir kere “Allah” kelâmı çıksın, bir kerecik “cami”ye gidin, bir defa olsun “şerbet” için!..
İşte asıl o zaman Türkiye’de çok şey değişir!..