Celâlî isyanları
“Celâlî”, özet olarak “Celâlci” demektir...
Yavuz Sultan Selim zamanında, 1519 yılı Ekim başlarında Bozok’da meydana gelen “Kızılbaş Şeyhi Celâl isyanı”, daha sonra meydana gelen tüm isyanlara isim olmuş, isyanlar hep “Celâlî İsyanı” olarak anılmıştır.
Âsilerin de bütününe “Celâlîler” denmiştir.
Şu halde, celâliliği, geniş anlamda, devlete isyan, yani “bağy” veya “hurûc ales-sultân” (Padişaha karşı kalkışma) diye isimlendirmek mümkündür.
Bütün kalkışmaların görünür sebepleri arasında;
Osmanlı Devleti’ni yücelten hukuk ve adalet sistemindeki bozulma...
Devlet yöneticilerinin, adaleti arka plana itmesi...
Vergilerin ağırlaşması...
Bazı tımarların sipahilerin elinden alınması...
Ekonomik hayatta bozulmalar...
Rüşvet alınıp verilmesi...
Adam kayırma...
Ancak bunların çoğu, isyana “bahane” bulmak için uydurulmuş gerekçelerdir. Asıl mesele devleti zayıf düşürüp rol kapmak, yükselişini durdurmak, kısacası “tekerine çomak” sokmaktır. İsyanların çoğunun arkasında, başta Safevi Devleti(İran) olmak üzere bazı yabancı devletlerin bulunması da bu görüşümüzü doğruluyor.
Bu isyanlar iki kaynaktan beslenir: Birincisi: Safevi Devleti’nin himayesinde gelişen isyanlardır ki, özünde Anadolu’yu Şiileştirmek emeli vardır. Zaman zaman Osmanlı Devleti, Safevî tahrikleri ve parasıyla gerçekleşen isyanlara sahne olmuş, büyük zararlar vermiştir. Bunların en önemlisi “Şahkulu” (Osmanlılar bu adama “Şeytan Kulu” diyor) isyanıdır. Sultan II. Bâyezid döneminde Antalya taraflarında gerçekleşmiş, çok kan dökülmüştür.
Çaldıran Zaferi bu tip isyanları ortadan kaldırmaya yetmemiş, Şeyh Celâl isyanı bastırıldıktan bir süre sonra, bu kez de, Kanuni’nin, oğlu Şehzâde Mustafa’yı idam ettirmesini bahane yapıp adı Mustafa olan (“Düzmece Mustafa”) sahte bir şehzadenin etrafında toplanmışlar ve isyan etmişlerdir.
İkincisi: Halkın yönetimden memnuniyetsizliğinden beslenir... Bu tür isyanlarda da “dış güçler”in kışkırtması, teşviki ve katkısı olmakla birlikte, devletin hukukî, sosyal ve ekonomik hayatında bazı bozulmaların olması daha önemli bir faktördür.
Gayrimemnun kitleler aralarından çıkan bir “lider”in etrafında toplanıp düzene isyan ederler...
Bu tür isyanların en kayda değer olanlarından biri “Karayazıcı İsyanı”dır ki, Sultan III. Mehmed döneminde meydana gelmiştir...
Osmanlı Devleti’nin, o tarihte Avusturya ile savaşmasını fırsat bilen Karayazıcı Abdülhâlim (kendisi aslında devletin memurudur ve sekbanbaşılık, subaşlık gibi görevlerde bulunmuştur) etkili propaganda sayesinde yanına çektiği“Celâliler”le birlikte Malatya taraflarında ayaklanmış, Urfa’yı işgaül edip yağmalamış (1596); Cığala-zâde (Cağaloğlu) Sinan Paşa’nın bazı yanlış hareketlerinden rahatsız olan 30 bin kapıkulu askeri de kendisine katılınca, isyan iyice büyümüştür.
O kadar ki, Urfa’yı işgalden sonra, kendi kendisine “Hâlim Şah” adını vererek saltanatını ilân etmiş, sağa-sola fermanlar bile göndermiştir.
Ancak Sokullu-zâde Hasan Paşa ile girdiği savaşı kaybetmiş, ordusunun büyük bölümünü yitirmiş, kalanların bir kısmı dağılmış, kendisi de canını kurtarma derdine düşüp Canik (Samsun) dağlarına çekilmiş ve önceden aldığı yaraların enfeksiyon kapması sonucu orada ölmüştür (adamları tarafından öldürüldüğü de söylenir).
Fakat patırtı bitmemiş, yerine geçen oğlu Deli Hasan, isyanı sürdürmüş, ancak Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa’nın usta siyaseti sayesinde bu büyük isyan sonlanmıştır (1603).
Tavîl Ahmed İsyanı, Canboladoğlu Ali Paşa İsyanı, Saracoğlu Ahmed İsyanı gibi kalkışmalar da devletin başını çok ağrıtmıştır.
Önümüzdeki günlerde, yine isyanlar tarihine bir pencere daha açarak, tarihin en büyük isyanını ve bastırılmasını konuşalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.