Endişeye gerek yok!
Peygamber Efendimiz “ Mümin, müminin aynasıdır” buyurmuştur. Yani kendisinde göremediğini o aynanda görür, bu sayede kendi kusurlarını da anlamış olur. Tek başına istifade edemez. Karşısındaki aynada, yüzünün kusurlarını gördüğü gibi. Kendisine karşı hatalarına gelince; bu hatalar her ne kadar ayrılmalarını gerektirecek şekilde ise de, bunları affetmek ve tahammül etmek daha evladır. Hatta mümkün olduğu kadar güzel tevil yollarını aramak ve bu suretle arkadaşını mazur göstermeye çalışmak, kardeşlik hakkı olarak vaciptir. Denildi ki, layık olan, kardeşliğinin bir kusuru için yetmiş çeşit mazeret bulmaya çalışmalısın. Şayet kendini tatmin edemiyorsan, kabahati kendinde bulmalı ve kendi kendine “Sen ne katı yürekli bir insansın ki, kardeşliğin sana yetmiş çeşit mazeret anlatırken, bunların hiçbirini kabul etmiyorsun. Kardeşliğinin bir kusuru yok, ona kusur aramaya çalışan sensin” demelidir. İmam-ı Gazali, kardeşliğin en düşük derecesi, kendisinden yardım istendiğinde, güler yüz, tatlı söz ve memnuniyetle ihtiyaç sahibinin yardımına koşmaktır. Ancak dostundan bir yardım istediğin zaman, yardımına gelmezse, onu bir defa daha kendisine hatırlat; çünkü unutmuş olabilir. Şayet ikinci defada yüzüne bakmazsa, ona bir cenaze namazı kıl, tekbir al ve: ‘Ve ölüleri Allah diriltir’ (6 En’am 36) ayet-i celilesini oku, yani onu, kendisiyle ünsiyet edilemeyen ölülerden say.”
ALLAH’IN RAZI OLDUĞU AHLÂK
İbn Şibrime: “Allah seni mükafatlandırsın. Dostuna bir işin düşüp onu görmediği ve ona bütün kuvveti ile sarılmadığı zaman, adeta bir cenaze namazı kılar gibi, abdest al ve dört tekbir getirerek, artık onu ölülerden say” demiştir.
Allah’ın razı olduğu, kendi ahlakı ile ahlâklanmaktır. Allahü Teala ayıpları örter, günahları bağışlar, kulunun kusurlarından vazgeçer.
İsa Aleyhisselam, Havarilerine: “Uykuda olan kardeşlerinizin mahrem yerlerini rüzgârın açtığını görürseniz ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar da: “Örter ve kapatırız” dediler. Hz. İsa “Hayır, belki açar ve açığa çıkarırsınız” deyince, Havariler: “Sübhanallah, böyle olur mu, kim böyle yapar?” dediler. Hz.İsa: “Sizden birinizin din kardeşi hakkında bir söz duyduğunda, ona biraz daha ekleyip söylemesi, işte uyuyan adamın açılmış olan mahrem yerini biraz daha açması gibidir” buyurdu.
Bilmiş ol ki, insan, kendisi için sevdiğini başkası için de sevmedikçe, kamil bir iman sahibi olamaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Bilmiş ol ki, Allahü Teala’nın, yeryüzünde kabları var, onlar da kalplerdir. Bu kalplerin Allah katında en sevimlisi, (günahlardan) pak, (dinde) salabetli ve (kardeşlerine karşı) en yumuşak olanıdır” buyurdu. Kardeşlikte usul, onun ihtiyacını, kendi ihtiyacın gibi ve belki de daha mühim kabul etmen ve kendi ihtiyaçlarını unutmadığın gibi, onun ihtiyaçlarını da araştırıp daima hatırdan çıkarmamandır. Onun müracaatına, yardımına koşman ve yardımda bulunurken, kendine bir pay ayırmaman, belki senin yardımını onun kabul etmesini, bir lütuf tanımandır.
Cafer b. Muhammed: “Ben, bir daha bana ihtiyaç arz etmezler korkusu ile, düşmanlarımın bile ihtiyaçlarını gidermeye bütün imkanlarımla gayret ederim” demiştir.
Düşmanlar hakkında hal böyle olunca, ya dostlar arasında nasıl olmalıdır? Eski dostlardan bazıları, ahbabları öldükten sonra, kırk sene geçtiği halde, hâlâ çoluk çocuklarını arar ve onların her türlü ihtiyaçlarını gidermeye çalışır, onlara her gün mali yardımda bulunurlardı. Çocuklar bu sayede yalnız babalarını kaybetmiş olur, diğer hususlarda, belki babalarından da, daha rahat yaşarlardı. Nitekim Hasan-ı Basri: “Bizim dost ve kardeşliklerimiz, bize aile efradımızdan daha sevimlidir. Zira bizim aile efradı, bizi dünyada anar, ama dostlarımız mahşer yerinde ararlar” demiştir.
Allah Teâlâ buyurdu ki:
“Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler, insanları Allah yolundan alıkoymak için mallarını nasıl da harcıyorlar ve daha da harcayacaklar. Ta ki bu harcamaları kendileri için yürek acısı olacak ve sonra da yenilmiş olacaklar.” (8 Enfal, 36)
Kâfirlerin, iman davasını engellemek için büyük servetler harcamaları, gizli bir iş değildir. Onlar harcayacaklar. Onların var olma sebepleri, imanın önünde barikat oluşturmalarıdır. Onlar ne yaparsa yapsın söz, Allah’ın sözüdür. Galip olacak olan Allah’tır. Mağlubiyet onların kesin kaderidir.
Resûlullah Efendimiz buyurdular ki:
“Allah’ın, bu dinde sakladığı fidanları vardır; onları kulluğunda kullanır.” (İbni Mâce)
Bizim, mezramızın kuruduğunu zannettiğimiz herhangi bir zamanda Allah’ın sakladığı fidanları muhakkak vardır. On dört asırlık tarihimiz bunun muazzam örnekleriyle doludur. Küfür, Allah’ın nûrunu söndürme zevkini hiçbir zaman yaşayamamıştır, ebediyen de yaşayamayacaktır.
Allah en büyüktür, en büyüklüğün gereği olarak küfrün meydanda cirit atmasını galibiyet-mağlubiyet olarak görme yerine en büyüğün, bir hiç durumundakileri salması olarak görmek gerekmektedir. Kalplere huzur veren, yarınları teminat altında görmeyi sağlayan hakikat budur. Hiçbir ırkın, cemaatin, devletin veya gücün İslam adına kaybolması diye bir şey yoktur, olamaz da. Allah’ın her gün için bir fidanı muhakkak vardır. Kullarının bu hakikati bilmemelerinin değiştirebileceği bir sonuç da yoktur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.