Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

İslam ve Biz

İslam ve Biz

İslam, Allah’a teslim olmak ve teslim etmektir. İnsan, Allah’a teslim olup Müslüman olurken kendisine ait ne varsa onları da yeryüzündeki her şeyi de O’nun hükmüne teslim etmeyi kabul etmiş demektir. “Kendi gemisini kurtaran kaptan” safsatası, kapitalist anlayışın zihinlere yerleştirdiği fasit bir idraktir. Mü’min, kendi gemisi kadar içinde bulunduğu dünya gemisini de kurtarma gayesiyle hareket eden insandır.

Allah’ın insanlığın hidayeti için indirdiği dini olan İslam, kıyamete kadar bütün insanlığın saadeti için yetecek muhtevaya sahiptir. Zamanaşımına uğramaması, ilk asrından yirmi asır sonra bile aynı güçle kalması da ilahî menşeli olmasından kaynaklanır. Müslümanlar, dinlerinin bu yapısıyla kendilerini daima hak dine iman etmenin farklılığı içinde bilmişlerdir. Kur’an, İslam’ın birinci kaynağı olarak bu yapının temelini oluşturmaktadır. Hayatı kuşatan bütün değerler -en başta ekonomi olmak üzere- İslam’ın ilgi alanında kalmaktadır. Evlilikten ticarete, sanattan savaşa kadar insanla alakalı ne varsa İslam’ın onun hakkında kuralı vardır, çizgileri vardır. İnsan, neye ne kadar uyacağını kendisi belirlemeye kalkıştığında putunu yapan cahiliye kafalı birine benzemiş olur. 

İslam adı altında belli bir cemaat ve oluşum içinde olanlar bile, kendilerine eksen olarak belirledikleri dine ait birkaç alanın dışına taşmamayı Allah için yapılacak iş olarak görebilmektedirler. Hayret edilecek bir durumdur bu. Dinde örnek nesil olan sahabi ve onların talebelerine bakıldığında nereye oturtacağımızı tespit edemeyeceğimiz bu anlayış, ne yazık ki “mutedil Müslümanlık” gibi gösterilmektedir. Allah’ın dinini yüceltme, bir kişinin cehennemden kurtarılması, Allah’a karşı savaşma olan faiz, hafife alınmakta, her tür muamelede, hayatın içine sokulmakta, onsuz hiçbir muamele yapılamayacağı zihinlere yerleştirilmektedir. Benzeri çirkinliklerle mücadeleden yana olmak, iyi mü’min olmayı gerektirirken, ya “aşırılık” ya da “kendi başına buyruk” gibi başlıklar altında sunulabilmektedir. Sırf bu mantığın hakimiyeti yüzünden cihat kavramı da unutulmaya doğru sürüklenmiştir.

“Ne yapabileceksin?” tarzında bir sığıntı felsefesi mü’mince değildir. “Ne yapabileceğimiz” hiç önemli değildir. Nuh aleyhisselam ne yapabildi? Lût aleyhisselam ne yapabildi? 

Allah Teâlâ, kulunun samimi niyetlerine ve fedakârlıklarına bakmaktadır. Bütün insanlığı kuşatacak projelerle yatağına yığılan ve insanlığın küfür bataklığı içinde yüzmesine karşı yatağında boğulacak gibi sıkıntılar çeken ve insanlığın durumunu dert edinen mü’min, hiçbir şey yapamayan binlerce peygamber gibidir. Binlerce peygamber bizim ölçülerimizle “hiçbir şey” yapamadan gittiler. Allah’ın nazarında ise “yapmaları gerekenleri hakkıyla yapıp” gittiler. Allah Teâlâ onları bu dairede değerlendirdiği için gemisine yüz kişiyi bile alamayan Nuh aleyhisselamı, önümüze insan nevinin ilk beşinde bulunan bir seviyeye koydu.

Haramların yaygınlaşması ve sıradanlaşması, haramla mücadelenin vazgeçilebilir bir strateji olmasının gerekçesi olarak gösterilemez. Haramlarla mücadele, bizim hak ve batıl mücadelemizin içe dönük bölümünün adıdır. Faiz başta olmak üzere bütün haramlar, kıyamete kadar aynı ağırlıkta bir suç olarak kalacaktır. Namaz da, çağın getirdiği şu veya bu zorluk sebebiyle bir değişiklik söz konusu edilemeyeceği gibi Allah’ın haramlarından bir haram da hiçbir şekilde gevşetilemez. Ne yapabileceğimiz, gücümüzün neye yeteceği bizim ilgi alanımıza girmemelidir. Tesir edecek olan Allah’tır. 

Küfür ne kadar azarsa azsın, İslam ne kadar garip kalırsa kalsın, yeryüzündeki bütün ezanlar susturulmuş olsa da okyanuslar alkol hâline getirilmiş olsa bile bu, bizi ümitsizliğe sevk edemez. Faiz; Veda Hutbesi’nde ayaklar altına alındığı günkü kadar ağırdır, kıyamete kadar da öyle kalacaktır. Zina da öyledir, kumar da. Hiçbir haram bizim gözümüzde gevşetilmemelidir. Aksi takdirde bile bile şeytana kapı açmış oluruz. Haramsız ortam, haram karışmamış rızık, haram yemeyen ve harama meyletmeyen arkadaş kesinlikle taviz vermeyeceğimiz ölçülerimizdir. Önce din tercih edilecektir. Şahsi menfaatimiz ya da dinimizin gereklerinden birini tercih etmemiz gündeme geldiğinde tercihimiz dinimizin ahkâmından yana olmalıdır. İnsanlığın eğitim seviyesi yükselip kültürlü olmak sıradanlaştığında, önümüze çıkan enteresan bir hastalıkla karşılaştık. “Dinden kopmamak ama dinin istediği gibi de olmamak” diye adlandırabileceğimiz bu hastalık bütün toplumlarda kendini göstermektedir. İslam’ın parçalanmış şeklinin de İslam olabileceği evhamına dayanmaktadır. Allah’ın emirlerinden bir emri üzerinden yola çıkıldığında İslam’ın bütününe ulaşılmış olunmaz. Ahlak, bütün lüzumuna rağmen tek başına din değildir. İbadetler de tek başına din değildir. Resûlullah Efendimizin yaşadığı hayat, bizim için örnek alınacak hayattır. Çünkü O, nümuneyi imtisaldir, üsveyi hasenedir. 

**************************************

‘İyilik isteyin’ 
diyen bir Peygamber

Efendimiz’in Hayatından

Peygamber Efendimiz, hasta bir adamı ziyarete gitmişti. Adamcağız o kadar hastaydı ki, vücudu âdeta erimişti. Küçülmüş, Hz. Enes’in tabiriyle ‘âdeta bir civciv’ kadar kalmıştı.

Peygamber Aleyhisselam kendisine sordu:

“Bir şey için dua eder ve Allah’tan diler miydin?”

Adam: “Evet! ‘Ey Allah’ım bana âhirette vereceğin cezayı dünyada ver!’ derdim” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Peygamber Aleyhisselam:

“Sübhanallah! ‘Ey Allah’ım bize dünyada ve âhirette iyilik ver. Bizi Cehennemden koru!’ demeyi beceremez miydin?” dedi.

Sonra Allah’ın Resulü, bu kimseye dua etti; Allah da, ona sağlığını bağışladı.

**************************************

Dünden Bugüne

Halifenin borç isterken dikkat ettiği husus

Halife Ömer (r.a), bir gün sahabenin zenginlerinden olan Abdurrahman bin Avf’tan borç  para ister. Şaşıran Abdurrahman sorar: 

-Mü’minlerin emiri, ödünç parayı benden mi istiyor? Halbuki hazine elinin altındadır. Oradan istediği kadarını alabilir sonra istediği zaman da ödeyebilir. 

Halife’nin cevabı, işgal ettiği makamın sorumluluklarını iliklerine kadar duymanın şaheser bir örneğini teşkil eder. 

-Ey Abdurrahman! Ödünç parayı senden istiyorum da elimin altındaki hazineden almıyorum. Çünkü, hazinede bütün milletin hissesi vardır. Oradan aldığımı ödemede bir kusurum olursa bütün bir milletle helalleşmek zorunda kalırım mahşerde. Bu da beni korkutur. Ama senden aldığımı ödemeden ölürsem mahşerde bir millete mukabil bir Abdurrahman’la helalleşmek zorunda kalırım. Bu ise ötekine nispetle göze alınabilecek bir helalleşmedir. Onun için ödünç parayı hazineden almıyorum da senden istiyorum! 

**************************************

Nezaket, unutulan / unutturulan nezaket

Lisanı, inancının emri olan tevazuyu seslendirir. Kendisi “bendeniz”dir. Oğlu, “mahdumu”, kızı “kerime”sidir. Muhatabı “zatıâliniz”, konağı, köşkü ise “fakirhane”dir. 

Benlik, enaniyet, bencillik çok uzağındadır, yaklaşamaz ona… Kendisinden söz etmek zorunda kalırsa, adı “fakir”dir, “acizleri”dir. Maddi ve manevi varlığını, zenginliğini daima saklar. Herkes gibi yiyip içmeye ve giymeye gayret eder. Bu yaşama biçimi onun dilinde “sevâd-ı âzam”a uymaktır.

Anlayışsızlıklar, katılıklar, kabalıklar bile, onun karşısında yumuşayıp incelir. Meselâ, torunu yaşındaki gençlerin, hesap sorarcasına; 

“Niçin sakal bırakmıyorsunuz?” demelerine, “Evladım, henüz o olgunluğa erişemedim” cevabını verir.

İslâm şairini küçümsemek kastıyla, 

“Baytarmışsınız, öyle mi?” sorusuna muhatap eden nadan, efendinin celaline şahit olur: 

“Bir yeriniz mi ağrıyor acaba?” 

Saygıdeğer bir büyüğünü arkasındaki koltukta görünce, gidip biletini değiştiren ve efendiye sırtını dönmüş olmaktansa en arkada yolculuk yapmayı tercih eden anlayışın sırrını ne zaman kavrayacağız?

**************************************

Nükteler 

Şeytana kızıyorum

Fudayl bin İyaz, kendisine:

“Falanca senin haysiyetinle oynuyor,” denildiği zaman:

“Vallahi, ben, bunu ona emreden şeytana kızıyorum,” der ve sonra ilâve edermiş:

“Allah’ım, eğer o kulun doğru söylüyorsa, beni affet; yalan söylüyorsa onu affet.”

Ateşin yiyemediği şey

Hz. İsâ aleyhisselâm şöyle dermiş:

“Ateşin ve toprağın yiyemediği şeyi çoğaltınız.” 

Bunun ne olduğunu kendisine sorduklarında şöyle açıklamış: “İyilik yapmaktır!..”

************************************** 

Vahyin Dilinden

“De ki: Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sâhip değilim. Şâyet ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim. Ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece iman edecek bir kavim için bir korkutucu, uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (7 A’raf 188)

************************************** 

Vahyin Dilinden

“De ki: Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sâhip değilim. Şâyet ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim. Ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece iman edecek bir kavim için bir korkutucu, uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (7 A’raf 188)

Ebu Sa’lebe el-Huşeni Cürsûm İbn Naşir (r.a.) demiştir ki: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Allah Teâlâ, bir kısım şeyleri farz kıldı; sakın o konularda gevşeklik göstermeyin! Bir kısım şeyleri yasaklayıp işlenmeleri halinde onlara cezalar takdir etti; zinhar o sınırları aşmayın! Bir kısım şeyleri ise haram kıldı; o haramları çiğnemekten uzak durun! Bir kısım hususlarda da -unuttuğu için değil- size rahmet (merhamet) ettiği için sükût buyurdu, onları da araştırıp, sorgulamaktan sakının!”

**************************************  

Günün Sözü

‘Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan... acıtır; konuşsan... kanatır.’

Saim GÜVEN

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi