Yapmayın, Etmeyin, Eylemeyin…
Yerel seçimlere yaklaştığımız şu günlerde, titizlikle yönetilen gündem ve seçmen algısı yönetimine rağmen, öyle ciddi ve travmalar yaşatan olaylar yaşanıyor ki, neyin ne olduğunu anlamaya çalışmakta hayli güçlük çekmeye başladık.
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş beklendiği üzere “Özerklik” takvimini açıkladı… Hemen ardından Öcalan, Türkiye’nin önüne kendi hesabına göre, özerklik faturasını koydu ve aleni bir şekilde eğer AKP adım atmazsa “500 bin kişi daha ölür” tehdidinde bulundu! İçinden yeni bir Kürt devleti çıkaran Suriye ile alakalı tüm politikalarımız dibe vurdu; ÖSO ve Esad güçleri silah bırakmayı konuşmaya başladı. İsrail ile tabanı rahatsız etmeden ve arka planda Mavi Marmara öncesine dönecek şekilde ilişkiler onarıldı. Almanya’nın lideri olduğu AB teşviki ve Amerikan petrol şirketlerinin sabırsızlığıyla birlikte, KKTC’nin çevresindeki Münhasır Ekonomik Bölge’ye el koymak ve Rumları iflastan kurtarmak amacıyla yeni bir açılımın; yani Kıbrıs açılımının eşiğine geldik. Obama tekrar Kıbrıs hamlesi için Başbakan Erdoğan’la ülfeti arttırmaya başladı.
Daha Bitmedi…
Kurumlar arası çatışmalar, yerel seçimler, müstakbel cumhurbaşkanlığı seçimi, siyaset yapma yeteneklerini daha fazla arttırmaya başlayan Abdullah Gül faktörü ve dengeler savaşı, kamuyla yüksek etkileşim halinde olan ve dövizde açık vererek yoğunlaşan hükümete yakın sermaye gruplarının açık pozisyonları, yolsuzluk ve kara para aklama organizasyonlarının deşifre edildiği 17 Aralık Süreci falan derken, Türkiye geçmişte çokça yaşadığı bazı tartışmaları yeniden yaşamaya, hatta gür bir sada ile tartışmaya başladı!
Gelinen aşamada hem siyasi iktidarın kendi istikrarı hem de Türkiye’nin istikrarı bozulmaya başladı. Hükümetin kendi içi ve bürokrasiyle etkileşiminde, yönetim kapasitesinde ciddi sıkıntılar yaşanmaya başlandı. Sıcak para operasyonları neticesinde tüketerek ve borçlanarak büyüyen hormonlu Türkiye ekonomisi de kontrol dışına çıkmaya başlamasının etkisiyle, istikrar adına gelecekle alakalı olumlu sinyal üretememeye başladı. İşler ve ortaklıklar bozuldu. Güç ve otoriteyi korumak adına herkes ciddi mücadeleler vermeye bu mücadelelerine meşruiyet yükleme telaşına kapıldı.
İktidara gelmeden önce “iktidarın egemenlik yetkisinin sınırlandırılması gerektiğini ve bu yetkinin keyfi kullanımının önüne geçmeyi hedeflediklerini" parti propagandası haline getiren ve hukuk devleti idealini kurmayı amaçlayan siyasi iktidar, eskiden, özellikle ara rejim dönemlerinde “Türkiye hukuk devleti mi? Yoksa kanun devleti mi?” tartışmalarını yeniden tartıştıracak icraatlara koyuldu. Bu zamana dek “Bu ülkede hukuk yok kardeşim!” dedirten “yılan” sadece Siyasi iktidarı sokmuyordu! O ‘da bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyordu! 17 Aralık sonrası bu “yılan” siyasi iktidarı da sokmaya başlayınca ve yolsuzluk dosyaları delilleri ile birlikte yargı aşamasına getirilince, siyasi iktidar birden çevresinde gelişen olayları “olağan üstü şartlar” kıvamına soktu. İşte bu süreçten beridir, erkleri elinde tutan siyasi iktidar, hem yönettiği kurumlardaki çatışmalara taraf oldu, hem de çok tartışmalı ve anayasanın ruhuna uygun olmayan daha önemlisi kuruş yıllarında temsil ettiği misyon ve vizyonun aksine bir şekilde otorite ve güç kaybını önlemek amaçlı tüm koruma reflekslerini arttırmaya başladı.
Geçtiğimiz günlerde gündeme gelen ve MİT bürokrasisinin talebi üzerine hala görüşülmeye devam eden Ak Parti iktidarının MİT Yasası'nda değişiklik önerdiği teklifine bu çerçeveden bakmak lazım diye düşünüyorum. 17 Aralık sonrası yargı erki ile yürütme erki arasındaki mücadelenin devamı sayılacak yeni bir tartışma alanı olarak görüyorum. Kimilerinin, "MİT'imiz ne güzel MOSSAD ve CIA olacak" şeklinde özetlenebilecek argümanlar ileri sürüp teklifi tartışmaya dahi yanaşmamasını; kimilerinin ise “Milli”liği hatırlamaya başlamasını ve “Türk Devlet Geleneği” başlıklı bahane kıvamında ürettiği aforizmalarını hayli manidar buluyorum!
Uzun uzadıya detay vermenin anlamı yok. MİT Yasası'nda değişiklik öngören değişiklik teklifini okuyan birisi kendisini Türkmenistan Kırgızistan, Özbekistan gibi otokrasi ile yönetilen ülkelerden birinin istihbarat kurumunu düzenleyen ve onun iktidar sahibiyle ilişkisini ortaya koyan bir metin sanabilir!
Tasarının maddeleri o kadar ucu acık hazırlanmış ki; her şeye muktedir bir MİT var ve tüm kurumların üstünde ve denetimden muaf, ne meclise ne de herhangi bir yargıya hesap veriyor; sadece Başbakana bağlı!.. Bir de milli tehdit tanımı var ki evlere senlik: "milli menfaatlerin gerçekleştirilmesine engel olan veya engel olması muhtemel iç tehdit odaklarına karşı her türlü istihbari ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak" şeklinde misyon tanımlayan yasa teklifinde “milli menfaatin” tanımı muğlak! "Gerçekleştirilmesine engel olması muhtemel" iç odaklar ibaresi ve karşılığı muğlâk!
Şimdi birisi çıkıpta bu teklifi “böyle muğlâk tanımların bir tek amacı olur: her türlü muhalif görüşü sindirmek” noktasına çekerse haksız mı sayılır? Peki, MİT’in Başbakan tarafından atanan üst düzey yetkilileri AK Parti'nin iktidarda kalmasını "milli menfaat" olarak görürse ne olacak? Ya da tem tersi oldu bugün iktidarda olanlar yarın iktidarda olmazsa birileri rövanş havasına girerse ve bugün iktidarda olanlar ve bu teklifin destekçileri milli menfaatin gerçekleştirilmesine engel olarak iç tehdit olarak addedilirse ne olacak? Bu kanun teklifinin her türlü kanunsuzluğun önünü açmadığını ve bu riski taşımadığını kim iddia edebilir
Hülasa…
Devlet, ancak adil kanunlarla ayakta durabilir. Ülkemiz “kanun devleti” değil “hukuk devleti” olmalı. Hukuk devletinin saç ayaklarından; bireylerin eşitliği, hukukun üstünlüğü ve temel hak ve hürriyetlerin vazgeçilmezliği ilkeleri kesinlikle zaafa uğratılmamalıdır. Sadece vatandaş değil, yönetenler de hukuka bağlı kalmalı, hukuk herkese ve aynı şekilde uygulanmalıdır…
Genelde yürütme ve yargı arasında devleti ağır zaafa uğratan çatışma, özelde MİT Yasası'nda değişiklik öngören değişiklik teklifi hakkında konuşmayan, halkı bilgilendirmeyen çıkarlarının, beklentilerinin veya korkularının esiri olmuş her siyasinin ve akledenlerin tarihi sorumluluğu vardır. Tarihsel miyopluktan muzdarip güç ve otorite sarhoşları, devletin yalnızca devlet için var olduğundan sanan romantikler ve bugün ses çıkarmayan herkes bu teklif yasalaştığında çok fena ahlar vahlar çektirecektir. Hani derler ya hukuk herkese lazım olur diye… Bana öyle geliyor ki, bugün siyasi iktidarın kemiyet avantajı ile birlikte kendini koruma refleksiyle ortaya koyduğu her yasal ve bürokratik düzenleme ile yarın bir gün ciddi sıkıntılar yaşayacak!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.