Akif’e Vatanını Çok Gördüler
Sahi Akif Mısır’a keyfinden mi gitti, yoksa gitmeye mecbur mu edildi?
Şimdilerin emekli gazeteci yazar Hüseyin Üzmez, henüz 17 yaşında bir genç iken, arkadaşlarıyla beraber, gazetesi olan Vatan’da yazdığı yazılar nedeniyle Ahmet Emin Yalman’ı öldürmeyi planlamışlar.
Adnan Menderes’in Malatya konuşması için şehre gelen Ahmet Emin Yalman’ı vurarak yaralayan Hüseyin Üzmez tutuklanmıştır. Ahmet Emin Yalman’ın vurulmasının ardından İstanbul gazeteleri bin bir güçlük içerisinde Büyük Doğu dergisini çıkaran Necip Fazıl Kısakürek’e iftirada bulunmuşlardır. Yalman’ı vuranların Büyük Doğu Cemiyeti Malatya Şubesi’ne bağlı Büyük Doğucular tarafından tertiplenmiş olduğunu iddia ettiler. Anormal baskılar ve yönlendirmeler sebebiyle dava çığırından çıkmış, hadiseyi rüyasında bile görmeyen, haberleri olmayan kişiler tutuklanarak hadisenin cereyan ettiği Malatya’ya elleri kelepçeli ayakları prangalı olarak sevk edilmişlerdir. Olaydan bir ay kadar sonra Osman Yüksel Ankara’dan, Necip Fazıl ve Cevat Rifat Beyler İstanbul’dan, Mustafa Bağışlayıcı Samsun’dan alınmış ve Malatya Cezaevine gönderilmiştir.
Bu o günlerde çok normal olaylardandı. Çünkü geçmişite çok kötü örnekleri vardır. işte Ahmet Emin Yalman’a Hüseyin Üzmez suikast yaptığında cebinden “Büyük Doğu Dergisi” çıkınca rahmetli Üstad Necip Fazıl’ı tutukladıkları gibi, Mehmet Akif’in yazarı bulunduğu “Sebilürreşad Dergisi'', Şeyh Said arada sırada “Sebilürreşad okuyormuş, o halde isyana senin dergin sebep oldu'' denerek kapatıldı. Sahibi Eşref Edip Fergan'da İstiklal Mahkemeleri tarafından idamla yargılanmak üzere tutuklandı.
Akif de ''Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum'' diyordu.( Akifname, s. 505 )
Ama gel gör ki o günler Kazım Karabekir gibi bir paşanın bile arkasında polis gezdirildiği, ev hapsine tutulduğu günlerdir.
Peki Akif merhum orada ne yedi, ne içti, nasıl bir hayat yaşadı?
İşte Ali Ulvi Kurucu’nun Hatıraları o günleri güzel yazıyor. O hatıralar bizim aklımızı kurcalayan çok meseleye ışık tutmaktadır. Her Türkçe okuyabilen insana bu Hatıraları hararetle tavsiye ederim.
Sonuçta 11 yıl Mısır'da maalesef sefil hayat sürdü. 63 yaşında çok hastayken, vefat etmesine yakın İstanbul'a geri dönmeye karar verdi. Yöneticiler bin bir rica ile dönüşüne razı oldu. Öyle ki onun geri gelişini hazmedemeyen kişiler ona vize veren konsolosluk hakkında tahkikat başlatmış ve bu tahkikat vefatına kadar sürmüştür.
Milli mücadelenin önderlerinden ve İstiklal Marşı yazarı Mehmet Akif Ersoy, kendi vatanında vatan haini muamelesi görüyordu. Kendi vatanında böyle aşağılanmanın burukluğuyla, İstanbul'a geldikten 5 ay sonra vefat etti.(Akifname, s. 508 )
17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu'nda ki Mısır Apartmanında hayatını kaybetti. Edirnekapı Mezarlığı’na gömüldü. Cenazesine resmi bir katılım olmadı ancak büyük bir üniversiteli genç topluluk katıldı. Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı; 1960’ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. Mezarı, Süleyman Nazif ve arkadaşı Ahmet Naim Bey'in mezarları arasındadır.
İşte birkaç hatıra o cenaze merasiminden:
“…Bizler bu alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık; hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmına bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük. İki kişi üzerine örtü dahi konulmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akif’e ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı. Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler; sonra merhumun bir kısım yakın arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin yöneticilerinden hiç kimse ortalarda yoktu. Cenaze artık tamamıyla gençlerin sorumluluğunda kalmıştı. Gençler gerekli saygı ve vakar içinde, hiçbir tahrike kapılmaksızın cenazeyi omuzlarında Edirnekapı Mezarlığı’nın şehitlik karşısında bulunan kısmına taşıdılar. Dini merasim yapılmadan önce hep bir ağızdan hançerelerimizi patlatırcasına İstiklâl Marşı’nı söyledik.”(Prof. Dr. Sulhi Dönmezer Tercüman gazetesi, 5 Ocak 1987)
“Cenaze Beyazıt’tan kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok; bir cenazenin geleceği belli değil. Biraz sonra çıplak bir tabut geldi. “Bir fukara cenazesi olmalı” dedim. O anda, Emin Efendi Lokantası’nın sahibi Mahir Usta bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce genç peyda oldu… Üniversitenin büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Cenazeyi tanımıştım. Al sancağa sarılan tabut üniversite gençlerinin bir ürperme manzarası alan elleri üzerinde gidiyordu. Cenazenin arkasında yekpare bir karaltı yürüyordu. Bunlar, bir işaretin, bir teşekkülün topladığı insanlar değildi. Kendi kendilerine sırf cenaze için gelmişlerdi. Bu, şahit olunmayan güzel dostluktu...” Akif’in tabutu, Edirnekapı’ya kadar omuzlarda taşındıktan sonra na’şı Kur’an ve İstiklal Marşı ile defnolundu. Ama cenaze merasiminde göze batan gençlerden bir çoğu sorguya alınmıştır.”(M.Cemal Kuntay)
Nitekim kabrinin başında konuşma yapan Prof. Dr. Abdülkadir Karahan anlatıyor: Üç gün sonra beni Yüksek Öğretmen Okulu’ndan Emniyet Müdürlüğü’ne istediler. Bir şube müdürü beni sorguya çekti. “Ne sıfatla, resmî makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığımı” sormuştu. Milli Marşımızın eli öpülecek şairinin kabri başındaki hitabemin takdir yerine adeta tekdirle karşılanmak istenmesini, bugün bile, bir muamma gibi çözemediğimi de işaret etmek isterim.”(Türkiye gazetesi, 10 Ocak 1992)
Kıymet bilmeyen milletler kıymet yetiştiremezler. Dünyada hiçbir yer ve hiçbir zamanda “milli marşın”ı yazmış bir insana devlet yöneticileri böyle davranmamışlardır. Mazlum şairin son zamanlarındaki içine kapanışında büyük bir kırgınlığın, amacına ulaşamamanın, umutsuzluğun, kenara itilmişliğin, layık olduğu yerde olamayışının, psikolojik baskıya maruz olmasının… etkileri büyüktür. Akif’e düşmanlığın temelinde Akif’in inancı yatmaktadır. Ama o zalimler, kadir bilmezler ya unutuldu ya da zulüm ile anılırken Akif milletin gönül tahtına yerleşti.” (http://www.ilkadimdergisi.net/node/1006)
Şimdi size çok acı bir hatıra nakletmenin zamanı gelmiştir. Ama gelecek yazıda inşallah.