Kutuplaşma Körüğü!
Kaos, gerilim, sokak hareketleri, usul ve üslup tartışmaları, yapay gündemler, 17 Aralık sonrası ‘yolsuzluk iddiaları’ ile ‘kamuoyu algısı’ arasına türlü engeller konularak seçmen algısını bu iddialardan uzaklaştırmak uğruna verilen olağan üstü çabalar, sandık sonuçlarının her derde deva ve her maraza şifa gösterilmesinin doğurduğu beklenti, anket ve medya manipülasyonları, sadakat ve vicdan tartışmaları… Türkiye işte böyle yoğun ve sıkıntılı bir süreç içinde seçime giriyor.
Yukarıda değindiğim problem alanları sadece 30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesinde yaşananlara özgü değil… Maalesef genelde, içeriği farklı olsa da benzer problem alanları, kutuplaşmalar, kontrollü veya kontrolsüz gerilim stratejileri ve toplum mühendisliği çabalarıyla seçimlere giriyoruz… Laik-antilaik kutuplaşmalar, toplum mühendisliği ürünü olup olmadığı hala tartışılan 27 Nisan e-muhtıra ve benzeri askeri vesayet örnekleri, siyasi suikastlar, yeni siyaset ve iktidar dizaynları öncesi ortaya çıkan lakin seçimlerin hemen ertesi günü ortadan kalkan suni ekonomik krizler, dış müdahaleye açık seçim stratejileri önceki seçim süreçlerinden aklımızda kalanlara birkaç örnek…
Maalesef her seçim öncesi yaşanılan ve yukarıda verdiğim örneklerin içinde, ufak tefek faydaları olsa da, genelde olumsuz bir çağrışım akla getiren "kutuplaşma" stratejileri hep ön planda oluyor. Bazen yüksek düzeyde seyretmediği müddetçe bu siyasi kutuplaşmalar sorun olmuyor, hatta olumlu etkiler ortaya çıkıyor. Mesela partililer arasında uzlaşma ve dayanışmayı arttırıyor. Seçmenlerin siyasal süreçlere olan ilgisini canlandırıyor. Lakin bugünlerde olduğu gibi, sonuca ulaşmak için her türlü amaç ve aracın mubah görüldüğü, bu uğurda kimsenin gözünü budaktan esirgemediği travmatik seçim sonuçlarına gebe süreçlerde ise siyasi ve toplumsal kutuplaşmalar müthiş riskler ve olumsuzluklar üretiyor.
Tek adam dinamizmi, özerklik vaatleriyle terörü sıfırlama politikaları, yolsuzluk iddiaları, kurumlar arası çatışmalardan kuvvetler arası çatışmalara sıçrayan devlet yönetimi sorunu, itibar ve meşruiyet tartışmalarıyla hayli bunalan Türkiye; kendi iktidarlarının ömrü ile devletin ömrünü birbirine denk tutan siyasi iktidar ile tıpkı iktidar gibi her şeyi mubah gören muhalefetin arasında Titanik misali hızla buzdağına doğru ilerliyor! Son günlerde yaşanan sokak hareketleri, giden canlar, sert esen “ben yanarsam hepinizi yakarım” havaları, etnik, dinsel, mezhepsel vs. çatışmalara zemin hazırlayan soğukkanlılık ve itidali devre dışı bırakan beyan ve davranışlar iyice artmaya başladı. Aşırılıklar ve ötekileştirmeler endişe verecek seviyelere erişti.
Gelinen aşamada memleket bir oyuncak fabrikasına dönüştürüldü. Siyaset, devlet, kurumlar, gelenekler, teamüller bu oyuncak fabrikasından çıkan tek tip oyuncaklar oldu! ‘Özgürlük’ dediler, ‘farklılaşmak’ dediler ama gelinen noktada aynı tip insan modeli olma zorunluluğunu dayattılar! Nasıl düşünüyorlarsa öyle düşünmemizi istediler. Ne gördülerse aynısını görmememizi istediler. Hatta kaygılandıkları şeyle kaygılanmamızı istediler! Kendilerinden farklı olanları ve farklı yerde duranları ötekileştirdiler. Kendilerine hatta ve hatta cürümlerine dahi kutsiyet atfettiler!
Öte yandan toplum mühendisliği faaliyetleri kural tanımaz bir şekilde artmaya başladı. Gerek mevcut siyasi iktidar gerekse muhalefet, seçmeni kendi istediği ve belirledikleri kalıplarda tutmak, gerekli olmayan onlarca şeyin seçmen için çok gerekli olduğuna inandırmak ve bu doğrultuda seçmeni harekete geçirmek ve tercihine etkin etmek için her yol deneniyor.
Kurgulanmış olaylar sonucunda ortaya çıkan tavır ve davranışlar, insanlara sanki kendi seçimleriymiş gibi hissettiriliyor! Tesadüfler sonucu ortaya çıkmış durumlar doğal neticelermiş gibi gösteriliyor. Medya illüzyonları ve diğer uygun uyarıcılarla toplum davranışları önceden tasarlandığı gibi tepki vermeye şartlandırılıyor! İşte son günlerde hepimizi rahatsız eden siyaset dünyasındaki gerginlikler ve yakışıksız siyaset üslubu bu tablonun bir sonucu. Aklı başında herkesin ortak gözlemi ve endişesi; siyaset sahnesinde yaşanan bu gerilimin kademe kademe tabana doğru yansıyabileceği yönünde…
Hülasa…
Neticede lâyık olduğumuz üzere yönetiliyoruz! Şu veya bu şekilde ülkeyi yönetenler gökten zembille inmiyor, yönetilenlerin yani bu toplumun içinden çıkıyor! Toplum olarak adalet, kanaat, dürüstlük ve merhamete layık bir kıvama erişemediğimiz müddetçe bizi yönetenlerden de bu vasıfları bekleyemeyiz! Bırakın homojen toplum hikâyelerini, "Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz" diyen ve Müslümanlara birbirlerine kardeş olmaktan başka seçenek sunmayan bir dine mensup olmanın avantajlarını siyasal kültürümüze yansıtamadık.
Bundan ötürü siyasal görüş farklılıklarından kaynaklanan rekabet ve tartışmaların, belli kurallar ve sınırlı araçlarla karara bağlandığı bir düzeni bir türlü kuramıyoruz... Bundan ötürü uzlaşma kültüründen yoksun ve ayrıştıkça mutlu olan bir toplum haline geldik. Gelinen aşamada ne acıdır ki, bu ülkenin insanları kendi tarafını oluşturup kapılarını başka taraflara kapatınca kendisini güvende hissetmeye başladı. Siyasi kutuplaşma ise iyi ile kötünün veya doğru ile yanlışın değil basitçe günlük kavgaların ve hak taleplerinin belli çatılar altında toplanmasının ürünü haline geldi. En kötüsü iktidar partisinden muhalefet partilerine kadar kimse sokaklara taşınan bu kontrollü ve kontrolsüz gerginliklerin ve çatışmaların sorumluluğunu üstlenmiyor!
Allah sonumuzu hayr eylesin…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.