Halk dereler üzerindeki santrallere niçin karşı çıkar?
ülkemizin çeşitli yerlerinde bulunan derelerin, denizlere boşu boşuna akıp gitmesinin halk kültüründe ince bir hiciv ve eleştiri konusu olması anlamlıdır. En basit ifade ile "bu dereler böyle akar Türkler de bakar!" şeklinde dile getirilen sorunun özünde akıp giden derelerden yararlanılması arzusu yatar.
Türkiye elektrik üretiminde önceliği büyük ırmaklar üzerinde kurulan barajlar ve termik santrallere vermiştir. Bunların yanında doğalgazla işletilen çevrim santralleri de önemli bir yer edinmiştir. Dereler üzerinde kurulacak hidroelektrik santrallerden elektrik elde edilmesi konusu hep tartışılmış ama son yıllara kadar bir türlü bu alanda ciddi bir adım atılmamıştır.
Enerji kaynakları azaldıkça, enerji üretimi daha pahalı hale geldikçe ve toplumun enerjiye duyduğu ihtiyaç daha da büyüdükçe mütevazi kaynakların değerlendirilmesi konusu giderek öne geçmiş gözüküyor. Nitekim bu çerçevede son yıllarda denizlere akıp giden dereler üzerinde Hidroelektrik Santrallerinin (HES) kurulması yönünde ciddi çalışmalar yapılmış ve önemli adımlar atılmış gözüküyor. Hükümet söz konusu dereler üzerinde santrallerin kurulması ve işletilmesi işinin devlet eliyle değil özel sektör gücüyle yapılmasını ve özel sektörün dereler üzerinde kuracağı santrallerden elde edeceği elektrik enerjisini satın alma sistemini benimsemiş bulunuyor. Bu amaçla sürdürülen çalışmalar sonunda özellikle Doğu Karadeniz Bölgesindeki dereler üzerinde kurulacak santraller ihale edilmiş ve şimdiye kadar 560 kadar yatırımcıya lisans verildiği belirtilmektedir.
Buraya kadar işler yolunda gitmiş olsa da bu noktadan sonra önemli sorunların ortaya çıktığı anlaşılıyor. İşin hukuki altyapısı, yönetmeliği ve benzeri hususlara ilişkin düzenlemelerin yetersizliği ayrı bir tartışma konusu olup ilgili kurumların bunlardan haberdar oldukları ve gerekli boşlukları doldurmak için çalıştıkları düşünülebilir. Bunun yanında bölgelerde çalışmalar sırasında ortaya çıkan ciddi sorunlar da var.
Bugünlerde medyaya da yansımış olduğu gibi Doğu Karadeniz Bölgesindeki bu tür inşaatlar dolayısıyla yerel halkta bir infial, tepki ve protestoların ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Bizzat bu bölgeyi gezen, ziyaret eden ve yakından ilgilenenlerin fark etmiş oldukları gibi sorunun iki temel noktada düğümlenmiş olduğu söylenebilir. Bunlardan biri dereler üzerinde yapılacak santraller ve barajlar konusunda yöre halkının hiç kimse tarafından sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmemiş olması ve ortada ciddi tevatürlerin, söylentilerin ve şüphelerin cirit atmasıdır. İkincisi ise santral ve baraj için çalışmalara başlayan lisans sahibi firmaların veya işi ihale ile alan kuruluşların bu inşaatlarında çevreyi adeta yıkmaları, çevreye gerekli özeni göstermemeleri, ortalığı kırıp dökmeleridir.
Herkesin boşuna akıp giden derelerden şikayet ettiği bir ortamda derelerin değerlendirilmesine karşı çıkması anlaşılır gibi değil. Ancak yörede yaşayanlara olup bitenlerle ilgili sağlıklı bilgi verilmediğinden ne yapılmak istendiği, kimin yaptığı, santral ve barajın nasıl bir etkisinin olacağı, çevreyi ve yöre halkını nasıl etkileyeceği soruları ortada durmakta ve hiçbir sağlıklı cevap verilmemektedir. Böyle bir ortamda derelerin üzerinde baraj kuranların İsrailli olduklarından, derelerin tamamen kuruyacağından, balık neslinin yok olacağından, ileride ciddi kuraklığın bölgeyi yok edeceğinden ve benzeri bir sürü söylentinin kol gezmesi yöre insanının zihnini adeta esir almış durumdadır. çeşitli yerlerde etüt ve benzeri faaliyetleri yürütenlerle yöre halkı arasında maalesef hiçbir sağlıklı iletişim, bilgilendirme ve iyi ilişkinin bulunmadığı gözleniyor. Bu bakımdan ilgili bakanlığın en kısa zamanda yöre halkını sağlıklı şekilde bilgilendirmesi, olup bitenlerin halka ve çevreye muhtemel etkilerine ilişkin tatmin edici bilgilerin verilmesi büyük önem taşıyor. Bunun olmaması halinde pek çok girişimcinin işi bırakıp bölgeden kaçması, tatsız olayların yaşanması söz konusu olabilir. Bilgilendirme bakanlıklar için zor olmasa gerektir.
Yine yöre halkın protestosuna sebep olan inşaat sırasındaki çevreye yönelik tahrip edici, özensiz ve dikkatsiz faaliyetler de asla kabul edilemez. İlgili bakanlığın adının çevre ve Orman Bakanlığı olmasıyla çelişen bu durumun yakından takip edilip çevrenin korunması yönünde tedbirlerin alınması gerekiyor. Dereyi bir yerden bir yere akıtacağım diye tünel açan girişimcinin etraftaki ormanı, yeşilliği ve bitki örtüsünü tahrip etmesi, çıkan toprağı aşağıya döküp tüm örtüyü ve canlı varlığı yok etmesi asla kabul edilemez. çevre Bakanlığı bünyesinde yürütülen bu faaliyetlerde, çevrenin azami şekilde korunmasını beklemek herkesin hakkı olmalıdır.
Dereler boşuna akmasın ve üzerinde kurulacak HES'lerden elektrik elde edilsin; ancak bu süreçte ne çevre tahrip edilsin ne de yöre halkının desteği görmezlikten gelinsin.