Seçimler ve İslâm Dünyası
Türkiye’deki bir yerel seçim niçin Kosova’dan, Filistin’den, Saraybosna’dan, Sancak’tan, Jakarta’dan, Hartum’dan, San’a’dan, Kahire’den, Şam’dan, Bağdat’tan dikkatle takibe alınır?
Niçin Mekke’de, Medine’de dualar edilir Türkiye’nin seçimi ve bir liderin kazanması için?
Mısır ve Suriye ile Türkiye’deki yerel seçimlerle ne ilgisi ve münasebeti vardır?
Seçimlerden sonra Üsküp’te, Priştina’da, Gazze’de niçin kutlamalar yapılır?
Bu soruların cevapları hem çok açık ve basit hem de çok derin anlamları olan ve tarihi ve sosyolojik tahlilleri gerektiren açıklamalar olabilir.
Seçim akşamı Başbakan’ın balkondan söylediği “Bu millet, ümmetin umudu olmuştur” sözü yukarıdaki soruların en kısa cevabı gibiydi adeta.
Başbakan’ın her mitinginde R4BİA işaretiyle halkı selamlaması, R4BİA işaretinin bu seçimlere damga vurması, Başbakan’ın her fırsatta “30 Mart’ta Esma kızımızın ruhunu şâd edeceksiniz” açıklamasını yapması zaten başından beri bu hakikatin farkında olduğunu gösteriyordu.
Bu mesele romantik, pragmatik veya hamasi bir söylemden ibaret değil; hakikatin ta kendisi. Bu dünyanın kaderi, mazisi, istikbali, baharı, kışı müşterek çünkü...
İslâm Dünyası, 100 sene önce Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla en önemli siyasi destek mekanizmasını kaybetti. Abdülhamit Han’ın İslâm Birliği siyaseti, Balkan Savaşı, Birinci Cihan Harbi, İstiklal Harbi, Hindistan Hilafet Hareketi son direniş cepheleriydi. Bu mücadeleler, Batı eksenli meydan okumaya karşı yetmedi. 1924’te Hilafet’in kaldırılmasıyla İslâm Dünya Sistemi çöktü. Ümmet veya İslâm Dünyası, tarihinde ilk defa edilgen ve uluslararası sistemde çevresel unsur haline geldi. İslâm Dünyası’nın merkezi Türkiye’de ise, tarihin gördüğü en şiddetli toplum mühendisliği operasyonu yaşandı. Osmanlı’nın küllerinden doğan Cumhuriyet bir ulus-devletten daha çok bir devlet-ulus oldu.
İslâm’a dayalı tüm kavram ve kurumlar ya kaldırıldı yahut sosyal hayattan silindi. Pozitivizmi, etno-seküler milliyetçiliği, militarizmi, despotizmi her yönüyle yaşadı İslâm âleminin merkezi Türkiye. “Kadınlarınızı açın, Kur’anlarınızı kapatın” prensibi bu toplum mühendislerinin yol haritasıydı. Ne gariptir ki Abdülhamit Han’ın baş düşmanı Gladstone da aynı şeyi söylüyordu: “Bu Kur’ân’ı Müslümanların elinden almadıkça onları mağlup edemeyiz.” Doksan senedir tarihte görülmemiş bu parçalanmanın ve gerilemenin travmasını ve gerilimini atlatmaya çalışıyoruz.
Bu travmayı atlatmakta 1927’de Isparta’da Risâle-i Nur Hareketi’ni başlatan Bediüzzaman’ın, 1928’de İhvanül Müslimin Hareketi’ni başlatan Hasan El-Benna’nın ve 1941’de Lahor’da Cemaat-i İslâmi Hareketi’ni başlatan Ebul Ala Mevdudi’nin payı çok büyük. Parça parça ve bir bütün olarak tüm direniş cephelerini kaybeden İslâm Dünyası, yüz yıl önce başlayan esaretinden kurtulma mücadelesi veriyor bugün.
Kendisine dayatılan statükoyu değiştirmek için topyekûn bir diriliş yaşıyor bizim dünyamız. Bu direnişi ve dirilişi yaşarken ümmet bilincini de yeniden inşa ediyor. Batının çifte standartlarını, Doğu’nun ihanet şebekelerini deşifre ediyor. Muhasebeyi, inşayı, toplumsal arınmayı birlikte gerçekleştiriyor İslâm Dünyası.
Ekonomik gerilik, siyasi bağımlılık, kültürel bunalım, totaliter idareler, çatışmalarla anılan İslâm Dünyası şimdi hürriyet, meşruiyet, adalet için savaşıyor. Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de bu savaş devam ediyor… Keşmir’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Patani’de, Orta Afrika’da mazlumlar himaye edilmeyi bekliyor… Moro’da kırk yıldır devam eden savaş, kritik bir eşikte bugün… Balkanlar ve Kafkaslar yeni mezalimler yaşanmasın diye güçlenmeye, ayağa kalkmaya çalışıyor… Dünyanın annesi Mısır’da hukuk paçavraya dönüşmüş durumda, Rabia Meydanı’nda tanklarla çiğnenen rüyalar, şimdi de infaz timi gibi çalışan darbecilerin mahkemeleri eliyle kâbusa dönüştürülmek isteniyor. Nureddin Mahmud Zengi’nin, Selahaddin Eyyubi’nin mirası Bilâd-ı Şam yüz binlerce şehidin kanıyla sulandı, milyonlar insani felaketle karşı karşıya…
İşte tam bu esnada, İstiklal’ini kazanma eşiğindeki Türkiye, İslâm Dünyasının merkezi Türkiye, mazlumların hamisi Türkiye, Mısırlılara, Mursi’ye, Rabia Nesli’ne, Suriyelilerin hürriyet mücadelesine sahip çıkan Türkiye yeni hamleler yapmasın diye durdurulmak isteniyordu…
İslâm Dünyasına ümit olmuş, heyecan vermiş; Kürt’ün, Türk’ün, Arap’ın, Arnavut’un, Boşnak’ın, Gürcü’nün, Laz’ın, Çerkez’in, Malay’ın, Urdu’nun özlemini çektiği lider profiline sahip Recep Tayyip Erdoğan için ve onun şahsında ülkemiz için çok kirli bir tertip sahneleniyordu...
Mesele bir siyasi rekabet meselesi değildi. Mesele yolsuzluk vesaire değildi. Mesele parti meselesi hiç değildi. Mesele sadece Türkiye de değildi. Mesele, İslâm Dünyasının istiklâli ve istikbali meselesi idi.
İslâm Dünyası küresel bir kuşatma altında ve bu kuşatmanın merkez cephesi Türkiye.
İslâm Dünyası’nı, iki milyarı aşkın, nüfusunun yüzde 60’ı otuz yaşın altındaki, dünyanın en önemli zenginliklerine sahip bu dünyayı kimin şekillendireceği, kimin inşa edeceği, istikbaline kimin karar vereceği meselesi son tertiplerin mihrak noktası idi. Vakit, teyakkuz vakti idi. İslâm Dünyası bunu da gördü ve idrak etti çok şükür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.