Yolsuzluk Bir İman Sorunudur
Biliyorum, bu başlık Ertuğrul Özkök ve emsali batıcıları kızdıracak, ama onların da bilmediği bir gerçek var. Bilsinler diye kaç kere yazdık.
Bir kere daha tekrar edelim bari:
İslam, bireysel olduğu kadar toplumsal bir devlet dinidir aynı zamanda. O yüzden bizde din, düzenin aslıdır, hatta ta kendisidir. Buna bir de ahirete imanın verdiği mesuliyet duygusu eklenirse, işte bu düzen ancak o zaman tıkır tıkır çalışacaktır. Sorunların tam çözümü, insanın Allah Tealaya ve ahirete tam inanmasındadır. Bunun güzel örnekleri tarihte yaşanmıştır. Malum, bir kere var olan, şartları oluştuğunda her zaman tekrar olabilir.
İşte bu yüzden laiklik ve sekülerlik bizde “küfür/inkar” olarak tanımlanmıştır. Bunu bilmeden Müslüman olunmaz.
Ey Batıcılar, istediğiniz kadar kızın, ama neylersiniz ki gerçek budur. Farklı sözler duyarsanız iyi araştırınız. Zira içinizde sizi “Allah ile aldatan” çok şeytanlar vardır.
Batıda laikliğin asıl gerekçesi olan “din ve vicdan özgürlüğü” anlamında bir “laiklikten” bahsetmeye bizim dünyamızda gerek yoktur. Zira dünya bunu bilmezken biz hem biliyor, hem de en güzel biçimde uygulayarak gösteriyorduk.
Bugünkü dünyanın bu konudaki seviyesi, birçok gayr-i müslimi içinde barındıran ve onlara huzurlu bir hayat yaşatan Osmanlının topuğunun seviyesinde değildir. Ne zenci beyaz ayrılığını hala atamamış ABD, ne yabancı düşmanlığı ile çalkalanan AB, ne de Müslüman eti yiyen yamyamların yaşadığı kıtalarda, bugün bile hala bu seviye farkı bu kadar çok açık ve derindir.
Çağımızın devletleri bile hala geçmiş İslam uygulamalarından çok şey öğrenmeye muhtaçtır. Bir başka acı da şudur: Osmanlının arkasından kurulan devletlerin öyle uygulamaları vardır ki, geçmişinin ihtişamı yanında o basit işleri yapanlara, “çadır devleti” denilse layıktır.
Aynı vaziyet devlet teşkilatında, eğitiminde, gelir ve giderinde de görülür yer yer. İslam‘a göre, devlet başkanının devlet gelirleri üzerinde, başkan olmak sıfatıyla her hangi bir hakkı yoktur. Halifeler döneminde de öyle olmuş ve onlar da devlet gelirlerinden, ihtiyaçlarını giderecek bir miktar maaş almışlardır. Hz. Ebu Bekir ve Ömer, devletten maaş almalarının gerekçelerini şu ayete dayandırmışlardır:
"Zengin olan veliler, iffetli olmaya çalışsın (yetimin malını yemesin), fakir olan da (ihtiyaç, emek ve örfe) uygun olarak yesin."(Nisa, 6)
Devlet işlerini görmelerinden ötürü başka bir işle meşgul olamayınca, onlar, örfe uygun bir maaş almışlardır. Celal Yeniçeri, “İslam’da Devlet Bütçesi” isimli güzel eserinde dört halifeye bağlanan maaşları geniş olarak izah etmiştir.(Bkz s.298-302)
Hatta bu konuda, standartların altında bir geçime yetecek kadar maaş almışlar, zaruret içinde yaşamışlardır.(Mevdudi, Hilafet ve Saltanat s. 99-102; Siret Ansiklopedisi, 4/108)
Bizim devletimiz ve örneğimiz bunlardır. Birisini severken veya yererken, -ala kaderil imkan- bu ölçülere bağlıyızdır. Rastgele hareket etmek, Müslümana yakışmaz.
Devlet otoritesine karşı hakkı tavsiye, iyiliği emretme, kötülüğü nehyetme, yanlışlarda uyarma, başta kınanma, ayıplanma ve dışlanma olmak üzere bir çok sıkıntı, eziyet, bela ve musibetler gibi tehlikelere maruz bıraksa da, alim ve aydınlar üzerine bir borçtur. Bu olağan durumdan kaçmak kimsenin hayrına değildir. Bilakis şerrin ta kendisidir. Herkesin bir sınavı vardır. O sınavdan geçecek ve karnesini görecektir.
Son söz olarak şunu ifade edelim ki, kanunlar ve denetimler ne kadar mükemmel olsa da, kimsenin görmediği yerde bile Allah Teâlâ’nın gördüğünü bilen gerçek bir Müslüman olamayan birey, toplum ve devletlerde yolsuzluk bütün bütün önlenemeyecektir. Laik bir devlet yapılanmasında böyle bir güzellik zaten aranmadığından, kılıfını hazırlayanlar içinde minareyi çalanlar daima çıkacaktır. Bu dünya şartlarında bunun tamamen önüne geçmek mümkün değildir. Çünkü bu bir insan sorunudur.
Ancak, ya gözümüzle görmedikçe, ya da mahkemede yargılanıp hüküm kesinleşmedikçe, birine “hırsız” veya “yolsuz” demekten kaçınmalıyız. Zira Allah Teala sui zannı ve iftirayı haram kılmış, “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” Diye ferman buyurmuştur.
Bu ayete göre Allah Teala insanların gizli hallerini araştırmayı ve su-i zanna dayanarak onlar hakkında hüküm vermeyi yasaklamıştır. Bir başka ayet-i kerimede de "Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın." (Hucurât, 49/12) buyrulmuştur. Bunlar, falan veya filanın emri değil, âlemlerin rabbi Allah Tealanın emridir ve mezhep ve meşrebi ne olursa olsun her Müslümanı bağlar.
Netice itibariyle bizler İslam devletini kurup en takvalılarımızı başımıza seçip geçirmedikçe, milletin malının az çok böyle yolsuzluk, hırsızlık, israf, şahsı için harcama vs. çirkinlikler ile heba edilmesi olaylarını yaşayıp görmeye devam edeceğizdir. Böyle bir ortamda kendimize ve sorumlu olduklarımıza dikkat etmeli, “yakıtı taş ve insan olan cehennem ateşinden” korunmaya çalışmalıyız. Devran bozulmuş ise iş başa düşmüş demektir yani.
Bu gibi hallerde atalarımız ne demişler?
“Gemisini kurtaran kaptandır.”