Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Âlimler ne zaman celadet gösterecek?

Âlimler ne zaman celadet gösterecek?

Peygamberimizin mirası; vahiydir, güzel ahlaktır, sadakattir,  emanettir, cesarettir, celadettir, fedakârlık ve izzettir. Bu  vasıflarla bezenenler O’nun varisleridir. Cehalet, kibir, âcizlik,  taassup, taklid, korkaklık, cimrilik, donukluk ise diğer ulemanın  özellikleridir. Peygamber varislerinin değil! 

Önemli şahsiyetler, kendilerinden sonra halef ve varis bırakırlar. Peygamberler de kendilerinden sonra davalarını devam ettirmek için ulemayı varis ve halef bırakmışlardır. ‘Ulema, Peygamberlerin varisleridir’ hadis-i şerifini çok sık kullanırız. Ancak hadisin kastettiği ulema kimlerdir?  Siret, şemail ve vasıfları nelerdir? ‘Ümmetim için kötü âlim, Deccal’den daha zararlıdır’ vecizesi de hadistir. Bu iki hadis üzerinde düşünüp, telif etmek gerekir. Peygamber Efendimize varis olmanın manasını, sarık, cübbe ve misvakta arayıp, sadakati, emniyeti, ilim, irfan ve fedakârlığı unutanlar, Peygamberimizi de, miras ve varislerini de tanıyamamışlardır. Peygamberimizin mirası; vahiydir, güzel ahlaktır, sadakattir, emanettir, cesarettir, celadettir, fedakârlık ve izzettir. Bu vasıflarla bezenenler O’nun varisleridir. Cehalet, kibir, âcizlik, taassup, taklid, korkaklık, cimrilik, donukluk ise diğer ulemanın özellikleridir. Peygamber varislerinin değil! 

Ulema konusunda da ifrat ve tefride düşülmüştür. Onları melek, masum, sahabeden hatta Peygamberden üstün bir konumda görenlerin, dinimize verdiği zarar diğerlerinin verdiği zararla kıyas edilemez. Ulema (mürşidler de dahil) beşerdir. İlim sahibi olma vasfıyla diğerlerinden ayrılırlar. İlimleri onları en güzel sıfat ve özelliklere sahip kılmıştır. İnsanın maruz kalabileceği her arıza, kendilerine de isabet edebilir. Bu sebeple onları masum görmemek icap eder. Peygamber varisi iddiasında olan âlimler, o yolu ‘hüve hüvesine’ takip ettiği iddiasını güden Müslümanların, bakış açılarını, idrak ve anlayışlarını, yetişme ve yetiştirilme tarzlarını mutlaka, ‘Allah ve Rasulü’ ölçüsüne arz etmeleri, kendi yaptıklarını asla ve kat’a ölçü olarak almamaları, kendi irade, akıl ve sorumluluklarının idraki içinde hareket etmeleri şarttır. Sünnete tâbi olma yolculuğunun ilk adımı da budur. 

Dinimizin her emri ve yasağı biz mü’minler için, en hassasiyet göstereceğimiz hususlardır. Rabbimizin her emri veya nehyi, en ciddiye alacağımız meselemizdir. Namaz, oruç gibi ibadetlere itina gösterip, namazın sahibini kötülükten alıkoyması gerektiğinden habersiz davranmak, Müslümanların gayet rahat faize bulaşmaları, zulüm yapmaları, hak ve hukuka riayet etmemeleri, karşısında sessiz kalmak, mü’min tavrı olamaz. Kısa kollu, takkesiz namaz kılanları ikaz edip, haramlara bulaşanlara hiç dokunmama hali de. Rahatlarını kaçırabilir endişesiyle emri bil maruf nehyi anil münkeri yapmamak, etliye sütlüye karışmamak, bir müddet sonra, marifet sayılır hale gelir. Vebal, mesuliyet, mükellefiyet unutulup, belki de ‘fitneye bulaşmama’ mükâfatı’ beklenir. Bu vebal ve sorumluluk da ‘kazanım’ olarak değerlendirilirse şaşmamak gerekir. Ümmetten kopuk kazanımların, şahsî veya müessesevî büyüklüğü ne değer ifade eder? İslâm’ın topluma vermeye çalıştığı mesajından habersiz yapılan faaliyetler, en bariz emirlerinden biri üzerine yapılan çalışma, ‘tek gaye’ seviyesinde bir çalışma olmadığı gibi, nihai gaye de değildir. Hiçbir âlim, İslam değildir ki onun kazanımı İslam’ın kazanımı olsun. Müslümanların vakıflarının, derneklerinin büyümesinin doğrudan İslam’ın büyümesi olarak görülmesi de doğru değildir. 

Tasavvuf ve ruhanî hayata önem veren, ancak ilmî/fikrî gelişmelerden, milletin ve Ümmetin dertlerinden uzak, kendi dünyasına kapanmış kardeşlerimizin hali apayrı bir mevzu. Meşhur mutasavvıf ve ulemadan Fudayl bin Iyad, Hasan Basri, Cüneydi Bağdadî, İbrahim Ethem, Abdullah bin Mübarek, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi zatların, hem topluma katılıp onların müşküllerini hallettiklerini, milletin ve ümmetin dertleriyle dertlenip, derman olmaya çalıştıklarını, hem de ilimlerini neşrettiklerini unutmayalım.  

Taviz esasına dayalı din öğreten ulema, neticede İslam’a değil verdikleri tavizlere insan toplamaktadır. Kâfire ve küfre karşı net tavır koymayan, müdahene eden, ‘mü’min/kâfir farkını gözetmeyen (gözetemeyen) esnek konuşan, yazan ulemanın, davetçilerin İslam’ın izzetini artırmadıkları gibi, kendileri zillete düşerler/düşüyorlar. Üzücü olan, sorumluluklarını yerine getirmediklerinin, büyük bir vebal altına girdiklerinin farkında bile değiller. 

Allah’a davet gibi mukaddes bir hizmetin sahiplenenleri, Allah’a daveti gölgeleyecek çaptaki isyanları nasıl gizleyebilirler? İslâm’ın dünya ve ahiret nizamı olup, beşeriyetin kurtuluş ve saadeti için gönderildiğini, ibadetin Dinin bir cüz’ü olduğunu, onun dışında da İslâm’ın hükümleri bulunduğunu, topyekûn yaşamamız gerektiğini, ihmal ettiğimiz hususlarda da gaflete düşmememiz, hassasiyet göstermemizi hatırlatan ulema, pek kaale alınmaz.

(Devamı yarın inşaallah)

ZÜHD

İmam-ı

Muhammed’in

zühd tarifi

İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin güzîde talebelerinden İmam-ı Muhammed b. Şeybanî artık kitap telif etmeyeceğini söyleyince, talebeleri hocalarından son olarak zühd hakkında bir kitap yazmalarını isterler. İmam-ı Muhammed de onlara: ‘Ben zühd hakkında bir kitap telif ettim’ diye cevap verir. Talebeleri böyle bir kitap olmadığını söylediklerinde, İmam-ı Muhammed: ‘Alışveriş hukuku ile alakalı kitap yazdım ya, işte o bir zühd kitabıdır. Çünkü zahid adam, dağda tek başına yaşayan değil, çarşıda, pazarda ticaret yaparken haramlardan, mekruhlardan ve şüpheli şeylerden sakınandır’ demiştir. Müslüman halk nasıl aydınlatılır?

DikkaT Dikkat

B

ozuk sistem ve düzenlerde sâlih Müslümanlar haram ganimetler ve rantlar peşine düşmezler, asla gaflet etmezler. Onlar doğruluktan, adaletten, insaftan ayrılmazlar. İtikatları sahih olur, beş vakit namazı dosdoğru eda ederler, açıkta küstahça günah işlemezler, azgınlık yapmaz, şehvetlerine uymazlar, yeryüzünde Allahın şâhitleri, Resulullahın varis ve vekilleri olurlar.

Müslüman halk nasıl uyarılır, aydınlatılır, bilgilendirilir ve ıslah edilir?

1) Muhlis ve muslih ulema, fukaha, rehber yetiştirecek gerçek İslam Medreseleri açılır.

2) Tasavvuf tekkelerinde kâmil, âbid, zâhid, doğru ve dürüst Müslümanlar yetiştirilir.

3) Tevhidî eğitim veren İslam mektepleri açılır, adam gibi vasıflı Müslüman gençler yetiştirilir.

4) Halkı uyarmak, aydınlatmak, bilgilendirmek, irşad etmek için broşürler, kitapçıklar, gazeteler, dergiler yayınlanır, tv kanalları faaliyete geçirilir.

5) Fütüvvet teşkilatı kurularak iş, çalışma, ticaret, iktisat, finans hayatı düzeltilir.

6) Vazifelileri ve hizmetlileri son derece ehliyetli ve liyakatli olan ve parasız, maaşsız, ücretsiz çalışan etkili ve güçlü bir “Mâruf ile emr, münkerden nehy, davet, tebliğ ve irşad” müessesi kurulur.

7) Ümmet birliği ve teşkilatı... Velhasıl halkı, toplumu, idarecileri ıslah etmek için yapılması gereken her hizmet mükemmel ve başarılı şekilde Ümmet çapında (Cemaat ve tarikat planında değil) yapılır.

Halk ve idareciler ıslah olursa ne âlâ… Olmazlarsa cezalarını çekerler.

Toplumda bin türlü günah, gaflet, isyan, noksan, bozukluk, fısk u fücur, azgınlık var… Zina, riba var… Tefrika var… Namaz terk edilmiş… Sonra birileri kalkmış, biz bu idareye layık değiliz diyor… Onlara mı inanalım, yoksa “Siz ne halde iseniz öyle idare olunursunuz” diyen Muhbir-i Sâdık’a mı (Salat ve selam olsun ona)? 

(M. Şevket EYGİ)

Efendimiz’in Hayatından

‘Borçlu kimse, borcunu

ödeyinceye kadar

Cennete giremez’

Muhammed bin Cahş (r.a) anlatıyor:

“Bir gün Rasulülah ile beraber oturuyorduk. O ara birden gözlerini kapattı, bir müddet öyle durduktan sonra üç defa, ‘Sübhanallah, Sübhanallah, Sübhanallah’ dedikten sonra, ‘Ne ağır şeyler indi, ne ağır şeyler indi’ dedi. Anladık ki iş ciddi, bundan dolayı korkumuzdan o an Rasulüllah’a bir şey soramadık. Ertesi gün büyük bir merakla sorduk: ‘Ya Rasulülah! Siz dün böyle böyle dediniz. Bunun hikmeti nedir acaba?

Peygamberimiz dedi ki: ‘Allah borç ile alakalı çok ağır bir hüküm indirdi. Allah’a yemin ederim ki bir kimse, Allah yolunda şehid olsa, sonra diriltilse, sonra yine şehid edilip yine diriltilse ve üçüncü defa da şehid olup bir daha diriltilse, borçlu olduğu halde, borcunu ödeyinceye kadar Cennet’e giremez.’

 

 

 

VAHYİN D‹LİNDEN

“Ey iman edenler! Akitlerin (sözleşmelerin) gereğini yerine getiriniz.” (Sözleşmelere sadakat gösteriniz.)

(5 Mâide, 1. ÂYET) ALLAH RASULÜ’NDEN

Peygamberimiz buyuruyorlar ki: “Aldığı borcu ödemek istemeyene ve o borç ile Allah’ın huzuruna gelene, Allahü Teala kıyamette, ‘Bu kimsenin hakkını sende bırakacağımı mı zannettin?’ buyurarak, o kimsenin iyi amellerini alıp diğerine verir. Eğer borcunu vermeyenin iyi ameli yoksa borç verenin kötü amellerini, günahlarını borçluya yükler.” (Taberanî) GÜNÜN SÖZÜ

HİÇ - Kullarının iç yüzünü Cenab-ı Hak, bilmez mi hiç? / Kalpten gelen tevbelerin, günahını silmez mi hiç? / Kötü niyetle, borcunu vermeyeni görmez mi hiç? / Kul hakkıyla ölenlerin, cezasını vermez mi hiç?

Adnan BÜYÜKSOY

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi