Önümüzde İki Yol Var 2
Önceki yazımızda anlattığımız bu İran’da yaşanan olaydan alınacak dersler ve ibretler o kadar çok ki, hangisine değineceğimi bilemiyorum. Sorun yazamamakta değil, günlük yazıya sığdırma sıkıntısında. Zira gündemin bu kadar yoğun yaşandığı ülkemizde aynı konuda iki yazı bile bazen çok sayılabilir. Ama biz bu müthiş olaya bir yazı daha ayıralım istedim.
Yeri gelmişken hemen belirteyim ki, bugün İslam Ceza Hukuku yürürlükte değildir. “Şeriat mülgadır” diyerek İslam Hukuku’nu yürürlükten kaldıranlar, kim bilir şimdi yattıkları yerde neler düşünüyorlardır. Allah Teâlâ’nın herkese müstahakkını vereceğinden şüphemiz yoktur. Buna rağmen safımızı belirtmek için biz “zalimler için yaşasın cehennem” diyoruz.
Bu vaziyeti şunun için yazdık; trafik kazaları gibi “hata ile adam öldürmelerde” kısas değil “diyet” cezası vardır. Diyetin miktarını ve bazı keyfiyetini dün yazmıştık, tekrar etmeyelim. Şimdi bir gerçeğin altını çizmek istiyorum; halkımızın çoğu bu “diyet/kan parasını” anlamıyor. Suçlu tarafı “resmen şikayetçi olmayın, diyet verelim” deyince, bunu “ölülerinin kanını yemek” gibi şerefsiz haysiyetsiz bir işlem zannederek sulha yanaşmıyor. Resmi mahkeme de yürek soğutmuyor. Ölenin tarafı kendini böylece zarara mahkum ediyor.
Oysa “diyet” de bir “ceza” şeklidir. “Para cezası” ayıp değildir ki diyet almak ayıp olsun. Bu anlayış cehaletten kaynaklanmaktadır. Hem akla, hem dine, hem de menfaate aykırıdır. Bu aykırılığın delillerini söz uzar diye şimdi yazmayalım, ama ne yazık ki mağdur taraf “el âlem ne der?” diyerek, kınanma korkusu ile bu dinin de, aklın da, menfaatin de icabı olan sulhtan vazgeçiyorlar.
Bu cehaleti artık aşmamız gerekir. Kaç kere başımdan böyle sulha aracı olma olayı geçti. Maalesef çoğunda cahil insanlar dine, akla, menfaate uygun olan İslam’ın muhakemesini terk ederek, reddetmesi gereken kanunların muhakemesine gidip zarara mahkum oldular. Kınanma korkusu böyle cinayetler işletiyor maalesef. Oysa Müslümanın bir özelliği de, dinin yaşarken “kınayanın kınamasından korkmamaktır.”(Maide 54)
Müslümanların çoğunlukta yaşadığı toplumlarda hukuk, Müslümanların dinine, örfüne, yaşam biçimlerine uygun olmalıdır. Hukuk Fakültelerinde öğretilen de budur. Aksi takdirde o hukuk yaşamaz. Halkla barışık olmayan hiçbir kurum ve durum yaşayamaz.
Peki ama Türkiye neden bu kaideye uymuyor? Bu ülkede halkın % 90’nı Müslümandır. Fakat yine halkın % 90’ı batı tipi bir hayat yaşar. Bu ne yaman çelişkidir böyle?
Evet, bu normal bir durum değildir. Ne akıl, ne din, ne sosyoloji, ne hukuk, ne tarih, ne tıp, ne medeniyet… bunu kabul etmez. İnanırken mü’min, yaşarken münkir! Böyle şey olmaz. En azından din bunu kabul etmez. Bu toplum tezatlar ve sorunlar yumağıdır.
Kalbî birliği parçalanmış bir toplumda dirlik ve düzenlik aramak beyhudedir. Bu tezatlar ortadan kaldırılmalı, bu sorunlar usul ve adabınca çözülmelidir.
Peki ama bu sorun nasıl halledilir?
Bunun iki yolu vardır. Maksat “kalp birliğini” sağlamaksa, evet, bunun iki yolu vardır. Birinci yol, Osmanlıda yaşandığı gibi, Müslümanlar bu İslam ülkesinde yeniden İslam Hukuku’nu yürürlüğe koyar, gayr-i müslimlere de kendi dinlerini diledikleri gibi yaşama hakkını verirler. Batıda buna “laiklik” diyorlar. Onlar demeden İslam bu “din ve vicdan hürriyetini” zaten uygulamıştı.
İkinci yola gelince, o da Müslümanların dinlerini terk ederek Yahudi veya Hıristiyan olmalarıdır. Böylece batı tipi yaşam biçimi ile din birliği sağlanır. Yoksa batı tipi yaşam biçimine İslam izin vermediği için sorun hep devam eder.
Türkiye bu hale getirenler, şeriatı kaldırıp Hıristiyan kanunlarını getirirken, bu gerçeği görmüşler ve “tanassur etmeyi” teklif etmişlerdir. Hatta bunu kanun çıkararak devlet eliyle yapmak istemişler, ama o zaman dananın kuyruğunun kopacağını gördüklerinden vaz geçmişler, işi üstü örtülü yaparak on beş veya yirmi senede halletmeyi düşünmüşlerdir. Bu hafta içinde çıkacak olan “Osmanlıdan Cumhuriyete BÜYÜK KIRILMA” kitabımızda bu konu özel bir başlık altında işlenmiştir. Okumak isteyenler Özgü Yayınlarına bakabilirler.
İşte önümüzde iki yol var. Ya “yeniden İslam’a dönmek”, ya da İslam’ı atarak başka bir dine girmek. Ateist olmak da bir şıktır ama insan tabiatına aykırı olduğundan o yol üç beş marjinal dışında toplumlara kendiliğinden kapalıdır.
Biz buraya nereden geldik?
Şu İran’da yaşanan müthiş olaydan. O olayın dikkate değer birkaç noktası daha var. Onu da yazmak istiyorum inşallah.