İktidar savaşlarından cumhurbaşkanlığı uzlaşmasına…
Kanuni Sultan Süleyman, “isyan” gerekçesiyle büyük oğlu (Mahidevran Sultan’dan olma) Şehzade Mustafa’yı katlettirdikten ve küçük oğlu Şehzade Cihangir eceliyle öldükten sonra, Osmanlı tahtına iki aday kaldı: Şehzade Bayezid ve Şehzade Selim…
Kıyasıya rekabet artık ikisinin arasında geçecek ve yeni padişah bu rekabetin sonunda belirlenecektir.
Yarış kurallara göre olmalı, hiçbir şehzade kural dışına çıkmamalı, bu arada tahtın gerçek sahibinin Kanuni Sultan Süleyman olduğunu unutmamalıdır.
Şehzade Selim bu kurala sonuna kadar uydu: Babasından izinsiz, babasına rağmen tek adım dahi atmadı…
Asıl güç kaynağının babası olduğunu hem gördü, hem gösterdi…
Verilen her buyruğu itirazsız yerine getirdi.
Âsi ruhlu ve son derece aceleci bir karaktere sahip olan Şehzade Bayezid ise, verilen her emri sorguladı. Amasya Sancağı’na atanmasına itiraz etti. Uzun süre gitmedi. Gittiğinde ise ordu toplayıp Selim’in üzerine yürüdü.
Hiç rahat durmadı: Ne huzur buldu, ne huzur verdi.
Babası tarafından gönderilen “heyet-i nasiha”yı (nasihat heyeti) bile dinlemedi.
Nihayet, babasını devirmek üzere Safevi Şahı Tahmasb’la işbirliği yapması, Kanuni’nin sabır taşını çatlattı; üstünü çizdi…
Şehzade Selim kardeşiyle rekabet sürecini çok iyi yönetmiş, sonunda rakipsiz olarak Osmanlı tahtına cülus etmeyi başarmıştı.
Tarihçilerimizin çoğu, Şehzade Bayezid’in Şehzade Selim’den daha zeki olduğunu söyleseler de, gelişmeler Şehzade Selim’in daha zeki olduğunu gösteriyor.
Çünkü hedefe o ulaşmıştır…
Şehzade Bayezid’i yahut Şehzade Mustafa’yı “zeki” ilân eden tarihçilere de kala kala “mazeret” üretmek kalmıştır.
Oysa hiçbir mazeret başarının yerini tutmaz!
Selim başarmış, Bayezid başaramamıştır.
Selim başarmış, Bayezid başaramamıştır: Bu durumda Bayezid zeki olsa bile zekâsını yönetememiş sayılır: Yönetilemeyen güç, güç değildir!
Benziyor mu benzemiyor mu bilemem, bugün Cumhurbaşkanlığı için de iki güçlü aday var: Sayın Gül ve Sayın Erdoğan…
Sayın Gül alttan alta bir dönem daha kalmak istediğini ima ediyor, Sayın Erdoğan ise istişareler, analizler, kamuoyu yoklamaları yapıyor.
Çıkan sonuç belli: Banko, Erdoğan!
Sayın Abdullah Gül ile oturacaklar, konuşacaklar ve nihai kararı verecekler.
Dikkat ederseniz, Başbakan, ilginç bir yöntem takip ediyor: Parti yönetimi başta olmak üzere süreçle ilgili kim varsa, kanaatini alıyor. Nihai oylamadan önce halkın nabzını ölçüyor. Herkesi önemsediğini gösteriyor. Bu cumhurbaşkanı adayı için önemli bir meziyettir.
Sonra Cumhurbaşkanı’na gidecek, elindeki analizleri önüne koyacak, onlara kendi düşüncelerini ekleyecek ve AK Parti adayı olarak ortaya çıkacak. Böylece makam, kendi talebi üzerine değil, “genel istek üzerine” kendisinde kalacak…
“Üç devre modeli”nde devam kararı verilmesi, zaten bunu zaruri kılıyor. Çünkü Sayın Erdoğan’a önümüzdeki genel seçimde çekilmekle Cumhurbaşkanı olarak kalmak arasında tercih bırakmıyor.
Çekilmek için henüz genç sayılır. Üstelik başlattığı “İstiklâl Savaşı”nı ancak kalarak kazanabilir: Millete karşı taahhütlerini yerine getirmek ve inandırıcılığını devam ettirmek zorunda…
Zaten Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığından ziyade, kimin başbakan olacağı tartışılıyor. Şimdiden şu kadarını söyleyebilirim: 17 Aralık’ta başlayan süreçte isimlendirilen “Paralel yapı”ya tereddütle yaklaşan, işi yumuşatmaya çalışan, “ne şiş yansın ne kebap” türünden beyanatlar veren hiç kimse başbakan olamayacak.
Yani yeni başbakanı AK Parti’nin zirvelerinde değil, biraz daha arkada aramak lâzım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.