Soma Faciası ve İktidarı Devirme Paranoyaları!
Yürekleri yakan ve her evin acısı haline gelen Soma maden faciası, henüz yaraları sarılmadan büyük bir kavganın parçası ve malzemesi haline geldi. Gelişmiş ve medeni ülkelerde Soma benzeri felaketler kenetlenme ve birliği artırırken, ülkemizde üzüntü ve duyarlılığa galebe çalan başka başka problem alanları ve tefrikalar yaratıyor!
Dikkat ediyorsanız, son iki yıldır yaşanan her travmatik olay esnasında ve akabinde, mutlaka hükümet yandaşları ve hükümete karşı olanlar arasında cereyan eden kural tanımaz bir mücadeleye şahit oluyoruz. Krizleri sulh içinde yönetmesini beklediklerimiz, bir anda krizin kaynağı haline geliyorlar! Ne acıdır ki, afet ve facia ile neticelenen elim hadiseler sonrasında dahi bu olumsuzlukları yaşıyoruz.
Haliyle mevcut çatışma ve kutuplaşma ortamı içinde, ivedilikle çözüme kavuşturulması gereken sorunlarda arada kaynayıp gidiyor. Misal: Türkiye’de günde yaklaşık 190 iş kazasının meydana geldiği, bu kazalarda her gün 4 kişinin hayatını kaybettiği, 75 günde bir bu ülkede Soma faciası yaşandığı gerçeğinin hesabını sorumlulara soracak fırsatlar arada kaynıyor!
Son 10 yılda maden ve taşocağı kaza sayısının arttığı tek ülkenin Türkiye olduğu ve iş kazalarına bağlı ölümlerde Avrupa’da açık ara birinci dünyada ise ilk üçte olduğu acı gerçeği, ihmal ve kasıt ile alakalı vaziyet tespiti ve gereğinin yapılmasıyla alakalı istikamet tayini çalışmaları, peşkeşin diğer adı sayılan ‘rödovans’ sistemi ve modern kölelik sayılan ‘taşeron’ sisteminin işçi kardeşlerimize ve ailelerine ödettiği bedeller; maksadını aşan ve kutuplaşmayı iyiden iyiye körükleyen suni krizler içinde hayli kadük kalıyor!
Maalesef soğuk savaş döneminin tüm stratejileri 2014’ün Türkiye’sinde yaşanıyor ve yaşatılıyor. Siyasi iktidar kendisine karşı gelişen her muhalif hareketi haklı-haksız demeden “İktidarı Devirme Paranoyaları”yla besliyor! “Olağan üstü şartlar” bahaneleriyle; gerek yargı organlarını, gerek araştırma komisyonlarını, gerekse bağımsız dış denetim alanlarını çıkar ve yararlarına uygun bir şekilde “etkili” ve “verimli” bir hâle getirebiliyor! Elindeki medya hâkimiyeti ve propaganda gücü ile hem tepki ve muhalefet hareketlerini başarılı bir şekilde etkisiz hale getirilebiliyor, hem de kendisine yönelen her türlü siyasi ve toplumsal tepkiyi, kendi tabanını ve destekçilerini motive etmek ve dahi radikalleştirmek için başarılı bir şekilde kullanıyor!
Öte taraftan “siyasi iktidar gitsin de nasıl giderse gitsin” mantığı ile ürettiği nefret kadar siyaset üretemeyen, her türlü dış müdahaleye açık hale gelip çok kolayca meşru ve isabetli muhalif düşüncelerini bile mundar ettirebilecek şekilde illegaliteye kayabilen cenahta, bilerek veya bilmeyerek karşı olduğu ve mücadele sorunun bir parçası haline gelebiliyor! İşte bu iki cenah arasındaki çatışma kutuplaşmanın ötesine geçmeye başladı. Korkarız ki bu durum kutuplaşmayı aşan filli bir bölünmüşlüğe doğru sürükleniyor!..
Soma üzerinden örnek vereyim; şu anda neyin demokratik muhalif tavır, neyin provokasyon ve neyin devrim kalkışması olduğu ile alakalı anlaşmazlık ve güvensizlik, gelinen aşamada Soma ile diğer vilayetlerin arasındaki ilişkileri koparmış durumda. Arama ve kontrol noktaları kuruluyor şehre girişlere izin verilmiyor. Medya hâkimiyetini elinde bulunduranlar, sınırlama ve sansür ile vatandaş algısı arasına her türlü engeli koyuyor. İnsanlar tıpkı 1999 Adapazarı depreminde olduğu gibi verilen ‘resmi ölü sayısı’na inanmıyor! Soma’da olan bitenlere inanmayan, bir şeylerin saklandığını iddia eden kesimleri ikna etmek hükümetin işi; lakin bu konuda ciddi bir gayret ve şeffaflık da sarf edilmiyor.
Anayasal bir hak olan demokratik protesto hakkının nasıl ve hangi şartlarda düzenleneceği ortadayken bu hakkın kullanımı “sizin bilmediğiniz şeyler var; olağanüstü şartlar içindeyiz” bahaneleri yozlaştırılıyor. “Tüm dünya şer dölleri birleşti; bu siyasi iktidarı yıkacaklar!” paranoyaları kabak tadı vermeye başladı; artık aklı başında ve hakikatin hatırını gözeten Ak Parti hükümeti destekçilerini bile bunaltmaya başladı!..
Hülasa,
Siyasi iktidar, iyi niyet ilkelerini sadece kendilerinden olanlar için geçerli kılmaya ve ucu kendisine dokunan her olumsuz durumda uyguladığı idare-i maslâhatçı politikaları ‘kamu yararı’ kisvesiyle vatandaşa yansıtmaya artık son vermelidir. Hesap sormanın ve hesap verebilmenin karmaşık ve kaygan vaka haline geldiği bu memlekette, sürekli “Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür” limanına sığınarak günü kurtarmayı ve kendisinden kaynaklı sorunları boyna halının altına süpürmeyi bırakmalıdır!
Karşılaştığı her ciddi ve travmatik sorunda “iktidarımın ömrünü uzatmak için yapıyorsam namerdim; maksadımız ülke çıkarlarına karşı zararların defidir” ambalajlı gerekçelerle ve olağanüstü şartlar bahanesiyle zırt-pırt “şalteri” indirme huyundan ve boyna boyna hukuk devleti ilkelerinin askıya alınıp "bırakalım buna milletimiz sandıkta karar versin" politikalarından da vazgeçmelidir!
Yasaklar, ne idiğü belirsiz gizlilik kararları, medya sansürleri, kurumlar arası yetki çatışmaları, ‘yaptım oldu’ durumları bölünmeyi ve çatışmayı iyice arttırıyor. Ülkeyi yönetenler bunu neden anlamıyorlar? Bu kitle iletişim çağında, bilgi ile insan arasında hiçbir engelin kalmadığı günümüz şartlarında şalter indirmeler kısa vadede çözüm olsa da, uzun vadede sorunun hacmini ve etki alanını iyice arttırıyor.
Hükümet, ‘Evde zorla tutulan %50’ klişesi dışındakileri ötekileştiren, ‘üvey’ ve “arıza” olarak gösteren siyasetine son vermeli ve siyasetin doğasına aykırı yersiz saplantılardan kendini kurtarmalıdır. Artık farklılaşmaların ve kutuplaşmaların ötesine yani psikolojik kopuş ve sosyal fragmantasyon ortamına doğru hızla ilerleyen toplum tehdidine karşı sulh ve selamet adına ciddi önlemler almalıdır. En mühimi ivedilikle kuruluş yılları umdelerine ve samimiyetine dönüp normalleşmelidir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.