Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

‘Oyun ve oyuncak’ deyip geçmeyin!..

‘Oyun ve oyuncak’ deyip geçmeyin!..

Yaşı 30-35 ve altında olan nesiller, kendi yaptığı oyuncakla oynamadı; mekanik ve elektronik oyuncaklar girdi önce hayatlarına, daha sonra dijital oyunlar. Bu nesiller sokaklarda da çok az oynadı.

Benim hatırladığım, önce tetris ve atari girdi 1980’lerde çocukların hayatlarına, ondan sonra bütün dijital oyunlar... Türkiye’de en az 2 nesil, dijital oyunla harcadı hayatını. Başkası tarafından kurgulanmış oyunlardı bunlar ve oynayana sanki kendi başarısıymış gibi kabul ettirilen oyunlar...  

Fakirliğin şans olduğu bir alandır sanki oyun ve oyuncak. Ne yapsın fakir aileler?... Pahalı oyuncaklar alamazlar ve bu pahalı oyuncaklarla oyun kurduramazlardı ki çocuklarına!... Onların fakirlikleri, çocuklarını tüketim sömürücü zihniyete teslim etmekten koruyordu galiba. Bu yüzden çocuk sömürüsüne dayanan oyuncak sektörüne karşı, fakir aileler ve çocukları, oyuncaklarını kendileri yapıyorlardı. Tabiatle kavga etmeyen maddelerden ve tabiatle kavga etmeden yapıyorlardı oyuncaklarını. Taze yabani çavdar sapından yapılan çok basit bir düdük olan “hüppük”; söğüt dalından yapma düdük; kamıştan yapılan kaval veya dilli düdük; gene kamıştan yapılan tüfek, çam kabuğundan yapılan tabanca, araba, kavak dalından yapılan uçak, tekerlekleri tahta makaradan tel arabalar, en fazla çakı gerektiren bir teknikle yapılacak kadar basit oyuncaklardı ama yaşattığı mutluluklar büyüktü. (1965 yılında, 9 yaşındayken yaptığı tel arabayı hâlâ hatırlayan birini tanıyorum. O arabayı yapmak onu ne kadar mutlu etmişti!...)

Bu vahim durum sadece bizde değil, bütün dünyada böyleymiş meğer...

Geçen gün, bu sene gerçekleştireceğimiz şenlikte değerlendirmek üzere, üniversitemizdeki yabancı öğrenciler arasında özgün oyunlar ve oyuncaklar araştırması yaptık. Gençlerin tamamı, sadece dijital oyunları biliyorlar, yerel ve otantik oyunlarını bilmiyorlardı. Yani, sadece biz değil, bütün dünya, masumiyet çağı olan çocukluk çağından itibaren masumiyetini kaybetmişti. Kapitalizm, zehrini çocukluk çağından itibaren akıtmış ve bütün dünyayı esir almıştı demek ki...

Oysa, Johan Huizinga’nın “Homo Ludens” adlı kitabında, hayatın bir oyun olduğunu okumuştuk ve hayatı, oyunla öğrenmiştik. Kendi yaptığımız oyuncaklarla ve kendi irademizle kurduğumuz oyunlarla hayata nüfuz etmiştik. Başarmayı, başarınca mutlu olmayı; kendimizin farkına, ellerimizle, bazen çakılarla kestiğimiz ellerimizle yaptığımız oyuncaklarımızla ve oyunlarla varmayı; bütün bunlardan insanî bir haz almayı öğrenmiştik o oyuncaklar ve oyunlarla.

Binlerce yıllık insanî hafıza, modernitenin egemen olduğu zamanlarda, hızla sömürü sistemi tarafından teslim alındı; binlerce yıldır yapılan oyuncaklar, oynanan oyunlar bireysel ve toplumsal hafızalardan silindi.

Binlerce yılın demlediği oyuncaklar ve oyunlar yok artık... Bilye, topaç, çember çevirme, beş taş, çelik-çomak, çukur (“mangala” dedikleri  ve çukura taş doldurularak oynanan oyun), dokuz taş, ip atlama, seksek, lastik top oyunları yok artık...

Oyun ve oyuncakların tabiate yakınlığı, insanın insanlığa yakın olmasıyla doğru orantılı olsa gerek. Çünkü insanlar tabiatten uzaklaştıkça çok vahşileşiyorlar ve çok sömürgen oluyorlar. Bu da bize modernizmin bir kazığı.

Metinbilim Enstitüsü Derneği olarak 3 yıldan beri Muğla-Yerkesik’te niye “Otantik Çocuk Oyunları ve Oyuncakları Şenliği” düzenlediğimizi bilmem anlatabildim mi? İnsanlara masumiyet çağlarını hatırlatmak istiyoruz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi