İstişarenin önemi ve düşündürdükleri 2
İstişarenin olmadığı yerde istibdad ve sulta hakimdir. İstibdad ve sultada ortak özellik, tahakküm fikri ve eylemidir, yani baskıcı bir anlayış ve davranıştır. Bu ise İslâm ahlâkının esaslarına, insan haysiyetine, hür iradeye, kemal fikrine ve ileri görüşlülüğün gelişmesi gibi İslam’ın teşvik ettiği, övdüğü güzel hasletlere aykırıdır.
Devleti ve toplumu idare edip yönetenler, bugünkü ifade tarzıyla siyasiler, politikacılar, cemaatlerde, vakıflarda, ‘gönüllü kuruluşlarda idarecilik yahut liderlik yapanların çoğu, etraflarında güç ve yetenek sahibi, hak bildiğini söyleyen, hatır-gönül dinlemeyen, ilim ve basiret ehli insanları barındırmamışlar, bunun aksine, her arzularına boyun eğen, yanlışlıklara göz yuman, uygun olmayan davranışlara gerekçe hazırlayan, zayıf karakterli danışmanları bulmuşlardır. Bunların zararını ise hem kendileri, hem de İslam ümmeti çekmiş ve çekmektedir. Bütün bunlara rağmen, hak ve hakikat ehli âlimler her dönemde bulunmuş, her vesile ile görüş ve düşüncelerini söylemekten, yanlışlara dikkat çekmekten asla geri durmamışlardır. Bu durum, çok defa onların hayatına bile mâl olmuş, ya da eziyet ve işkencelere maruz kalmalarına sebep olmuştur. (Bu hususa misal vermek bakımından, sadece mezheb imamlarımızın hayatlarına bakmamız yeter.) Onlar, bütün bu olup bitenlere sabretmiş, tahammül göstermiş, “cihadın en faziletlisinin, zalim yöneticiler huzurunda hak ve hakikati söylemek” olduğunun ölümsüz örneklerini vermişlerdir. İstişare ve şura ümmetin yeniden dirilişinin ön şartıdır.
“Mü’minler, ancak Allah’a ve onun Rasulüne yürekten inanıp güvenen kimselerdir; onunla toplumsal bir iş görüşmek için, bir araya geldiklerinde, onun iznini almadıkça asla ayrılmazlar. (Buradaki ayrılma üzerinde uzlaşılan toplumsal politikadan bağımsız, özgür ve özgün fikirler geliştirmektir. ‘Ondan izin almadıkça’ ibaresi, yapıcı muhalefet fikrini çağrıştırmaktadır. Bu konuda yaşanan örnekler, buradaki ‘iznin’ mahiyetini açıklamaktadır. Kocasından boşanmış olan Berire’ye kocasına dönmesini söyleyince, onun ‘Ya Rasulallah! Bu Allah’tan gelen bir emir mi, yoksa senin kendi kararın mı?’ diye sorması bir izindir. Yine Habbab b. Münzir’in Bedir’de Peygamberimizin görüşüne alternatif sunmadan önce bunun Allah’tan gelen bir vahiy olup olmadığını sorması bir izindir. Habbab bunun üzerine ‘öyleyse su yakınına konaklamamızı uygun bulurum’ der ve öyle yaparlar. Yine Peygamber Efendimizin, Hendek savaşı öncesinde düşmanı bölmek için, Gatafan’ın liderlerine Medine’nin o yıl ki hurma hasadının üçte birini verme teklifine karşı Sa’d b. Muaz, bunun vahyin emri olup olmadığını öğrenmek ister. Peygamberimizin geliştirdiği bir taktikten ibaret olduğunu öğrenince karşı çıkar ve vazgeçilir. Sa’d’ın kendi görüşünü ileri sürmeden önce yaptığı da bir ‘izin’dir.)
“Şüphesiz senden farklı bir görüş geliştirmek için izin alanlar da, Allah’a ve onun Rasulüne yürekten inanıp güvenen kimselerdir. İşte bu yüzden, Onlar senden bazı işleri için izin isterlerse, onlardan uygun gördüklerine bu izni ver. Allah’tan da onlar için mağfiret dile: Şüphe yok ki Allah, rahmeti bol bir bağışlayıcıdır.” (24 Nur 62)
İstişarenin olmadığı yerde istibdad ve sulta hakimdir. İstibdad ve sultada ortak özellik, tahakküm fikri ve eylemidir, yani baskıcı bir anlayış ve davranıştır. Bu ise İslam ahlakının esaslarına, insan haysiyetine, hür iradeye, kemal fikrine ve ileri görüşlülüğün gelişmesi gibi İslam’ın teşvik ettiği, övdüğü güzel hasletlere aykırıdır. Bir kimse, akıl yönünden insanların en mükemmeli olsa bile, insanların bilgi ve tecrübeleri sınırsızdır; onun bilmediğini bilen bir başkası bulunabilir. Nitekim ‘Musa (a.s) ile bir kul’ (Hızır) kıssası, Musa (a.s)’ın ‘bir kul’un yaptıklarındaki hikmeti bilememesi de Peygamberî ilmin dahi sınırlı olduğunu, Allah bildirmezse yaşanan hadiselerin altındaki sırrın kavranamayacağının vahiy diliyle beyanıdır. (Daha fazla malumat için Kehf sûresindeki ilgili âyetlere bakılabilir)
Peygamber Efendimiz: “Kendi görüşünü beğenen kimse hata ve sapıklığa düşer, kendi aklıyla yetinen kimse de hata yapar, zelil olur” buyurmuşlardır.
İslam âlimleri, şu insanları istişareye ehil kabul etmemişlerdir. Bunlar: “Cahiller, mürailer, korkaklar, cimriler, heva ve heves ehli olanlardır.”
(Devamı yarın)
Mirac sonrası bizi ikaz eden bir Peygamber Efendimiz'in hayatından
Allah Rasûlü (sav), Mîrâc’da bir topluluğa uğradılar ve gördüler ki, onların dudakları deve dudağı gibidir. Birtakım vazîfeli memurlar da onların dudaklarını kesip ağızlarına taş koyuyor.
“Ey Cibraîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.
Cebrâîl (as):
“Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” dedi.
Sonra Rasûlullah (sav), başka bir topluluğa rastladı. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı:
“Ey Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.
Cebrâîl (as):
“Bunlar, (gıybet etmek sûretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır” cevabını verdi.
Daha sonra Hz. Peygamber (sav) Efendimiz orada; zinâkârları, leş yiyen bedbahtlar olarak; fâiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde gördü.
Bu sebeple Varlık Nûru Efendimiz:
“Eğer benim bildiğimi sizler de bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!” buyurmuştur.
SUAL
Dine en büyük fayda ile en büyük zarar hangi halden gelir?
Vehb bin Münebbih’e şöyle bir soru sorarlar.
- Bir asra yakın hizmettesin. Sence dine en büyük fayda ile en büyük zarar hangi halden gelir?
Şöyle cevaplar bu soruyu:
- Dine en büyük fayda veren hal, hizmetinden dolayı hiç kimseden bir takdir, tebrik beklentisi içinde olmama halidir. En büyük zarar veren hal ise, çevreden hep takdir ve tebrik beklentisi içinde olma halidir.
DERS
Bulmak mı olmak mı?
Birisi Cüneyd Bağdadi Hazretleri’ne geldi ve şöyle dedi:
“Bu zamanda hakiki kardeşlikler azaldı. Nerde o Allah için olan kardeşlikler, eski dostluklar?”
Cüneyd Bağdadi, o adama şöyle cevap verdi:
“Eğer senin sıkıntılarına katlanacak, ihtiyaçlarını giderecek birini arıyorsan, bu zamanda öyle bir kardeşi ve dostu gerçekten bulamazsın. Ama kendisine Allah için yardım edeceğin, sıkıntılarına Allah’ın rızası için katlanacağın kardeş ve dost arıyorsan, böyleleri çoktur. Kendine iyi dostlar aramayı bırak da, kendin iyi bir dost olmaya çalış.”
VAHYİN DİLİNDEN
“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nîmetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz…” (3 Âl-i İmrân, 103. ÂYET)
ALLAH RASULÜ’NDEN
Rasûlullah (sav) buyuruyor: “...Dindarlıkta kendinden üstün olana bakıp tâbî olmak, dünyalıkta ise kendinden aşağıda olana bakıp, Allah’ın kendisine verdiği üstünlüğe hamdetmek… Böyle yapanları Allah, şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de dindarlıkta kendinden aşağıda olana, dünyalıkta ise kendinden üstün olana bakar da elde edemediğine üzülürse, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz.” (Tirmizî)
GÜNÜN SÖZÜ
‘Yeni yürümeye başlayan çocuk, bir duvara, bir kenara tutunarak yürür. Sen de yeni yürüyen o çocuk gibi âlimlerin sağlam duvarlarına tutunarak yürü!’
Sadi Şirazi Ayasofya
Göz ağrısı olmuşsun Bizans’lı Rum’un
Fetih sembolüsün İstanbul’umun.
Unutuldun diye mi çekmektesin ah!
La havle vela kuvvete illa billâh...
Adnan Büyüksoy
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.