İstişarenin önemi ve düşündürdükleri
Mekke fethedilince Peygamberimiz, Kâ’be’nin anahtarını, Osman b. Talha’dan alıp, onu bizzat kendisi açtı. O sırada orada olan Ali b. Ebî Talib, Kâ’be’nin anahtarının kendilerine verilmesini talep etti. Peygamberimiz ise Osman b. Talha’yı çağırdı: “Bu anahtar senin ey Osman! Bugün vefa ve iyilik günüdür” buyurarak anahtarı kendisine verdi.
Daima işi ehline verme prensibiyle hareket eden Peygamberimiz, işin ehli Müslüman bir kimse bulunmadığı durumlarda, Müslüman olmayan kimselerden de istifade etmiştir. Buna misal olarak, hicret esnasında yol rehberi olarak müşrik birisini tutmuş, Hayber Yahudilerini ziraat işlerinde istihdam etmiş, Mescid-i Nebevi’ye minber inşasında (bazı rivâyetlerde) bir Hıristiyan ustadan faydalanmış ve Bedir esirleri arasında yer alan okuma-yazma bilen müşrikleri esaretten kurtuluş fidyesi olarak, Müslüman çocuklarına okuma-yazma öğretmeleri şartına tâbi tutarak, talim gibi hassas bir işte istihdam etmiştir.
Mekke fethedilince Peygamberimiz, Kâ’be’nin anahtarını, Osman b. Talha’dan alıp, onu bizzat kendisi açtı. O sırada orada olan Ali b. Ebî Talib, Kâ’be’nin anahtarının kendilerine verilmesini talep etti. Peygamberimiz ise Osman b. Talha’yı çağırdı:
“Bu anahtar senin ey Osman! Bugün vefa ve iyilik günüdür” buyurarak anahtarı kendisine verdi. Sonra da, “Allah emanetleri ehline vermenizi emrediyor…” âyetini okudu.
Osman b. Talha henüz Müslüman olmamasına rağmen, Peygamberimiz, vahyin işaretiyle Kâ’be’nin anahtarını ona vermişti.
Peygamber Efendimizin sünnetinde rastlanan bu çeşit örneklere dayanarak fakihler, yapılan istişareler neticesinde, Müslüman kimse bulunmadığı zaman, ihtiyaç olması halinde Müslüman olmayan kimselerden faydalanılabileceği hükmünü vermişlerdir. İmam Şafiî, müşriklerin yardımına başvurma şartı olarak zaruretin yanında, müşrik olan şahsın Müslümanlar hakkında kötü niyet sahibi olmamasını zikretmektedir.
Hudeybiye’de yapılan antlaşma sebebiyle hayal kırıklığı ve büyük üzüntü yaşayan sahabîlerin Rasulüllahın üç defa emretmesine rağmen kurbanlarını kesip tıraş olmak için kalkmamaları üzerine eşi Ümmü Seleme ile konuşup (İstişare edip) tavsiyesine uyması da bu hususta ibretamiz bir örnektir. (Kadınların fikrine hiç müracaat etmeyenlere duyurulur.) Mü’minlerin namaza hangi usulle çağrılacağı ile alakalı bazı konularda da ashab-ı kiram ile de istişare etmişlerdir. ‘İfk olayı’nda da Peygamberimizin Hz. Ali ile Üsame bin Zeyd’i çağırarak onların düşüncelerini alması da istişare hususunda, şahsî yahut sosyal iş ayırımı yapmadığını gösterir.
Ebu Hureyre de (r.a) ‘Peygamberimiz kadar istişareye önem veren bir kimse görmediğini’ söylemiştir.
Peygamber Efendimizin, ‘İstişare eden pişman olmaz’ buyurmaları, ‘Kişi istişare ettiği için asla bedbaht olmaz. Görüş almadığı için de mutlu olmaz’ sözleri hepimizi bağlayan önemli ikazlardır.
Mü’minlere bildiğimizi söylememek, doğruyu anlatmamak, hayırlı olanı tavsiye etmemek çok tehlikelidir. Çünkü Peygamberimiz, ‘Her kim mü’min kardeşine doğruyu bildiği halde hayırlı olmayanı tavsiye ederse, ona ihanet etmiş olur’ buyurmuşlardır. Bu hususta Rasulüllah Efendimizin ‘Kendisiyle istişare edilen kişi, mutemet (güvenilir) olmalıdır. Bu sebeple mü’min, kendi nefsi için yapabileceğini söylesin’ sözleriyle de bize âdeta ‘usul dersi’ vermektedir. Bu bahis, çeşitli yönleriyle uzun uzadıya görüşülüp, konuşulup karara bağlanmalı, hayat prensibimiz olmalıdır.
Benim insani özelliklerimden hangileri Peygamber Efendimizin özelliklerine benziyor?
Efendimize daha çok benzeyebilmek adına önce kendim için, sonra da çocuklarım için hangi yönlerimi, üzerinde daha çok çalışarak terbiye etmeliyim?
Nebevî ifade ile: ‘Mümin bal arısı gibidir. Bal arısı, hep güzel şeyler yer, hep güzel şeyler üretir. Her yere konar, ama hiçbir şeyi ne döker, ne kırar, ne de ifsat eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.