82 Musul
Davos’ta İsrail’e “one Minute” çektiğinde “amman Sayın Başbakan ne yaptın?” diye feryad eden bir ekip vardı ya.. İşte aynı ekip yine iş başında.. “Amman diplomatik nezaketi elden bırakmayalım, amman sınır dışı bir harekata kalkışmayalım”.. Bugün geldiğimiz nokta itibariyle, Musul’un siyasi kontrolünün elimizde olmamasının hangi sonuçları doğurduğunu gördük.. Musul, Irak’taki o garip yönetime bırakılmayacak kadar önemlidir..
•
Başkonsolosluğumuzun basılması, diplomatlarımızın rehin alınması, kamyoncularımızın alıkonulması dahil yaşanan bir dizi olayın faturasını bugünkü yönetime çıkarmaya çalışanlara hatırlatmak lazım.. Musul’u İngilizlere terk edip, imparatorluğu bugünkü dar sınırlarına hapseden Tayyip Erdoğan değildi.. Fiziki bağını terkettikten sonra petrol gelirlerini de bırakan ve iktisadi ve hukuki tüm bağlarını kopartan da Tayyip Erdoğan değildi.. Lozan’dan sonra karşımıza çıkan Musul Meselesi, milli bir meseleydi.. Üstelik de yıllarca belgesi Türk kamuoyundan saklanan Milli Misak’ın muhtevasında da bugünkü Sınırlar yoktu.. İçinde Musul Vilayeti’nin de olduğu sorumluluk bölgemizin tamamı vardı.. Ama 70 sene bunu bile açıklamadılar bize.. Hep “Misak-ı Milli Sınırları” diye bize yutturulan, Suriye ile 900 bilmem kaç kilometre kara sınırı dediler.. Bunu yememizi istediler.. Ne Şam’ın, Halep’in, ne Musul’un bizim milli sınırlarımız içinde olduğunu açıkladılar bize.. Oysa, Musul Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı sırada Osmanlı Devleti’ne bağlıydı. İngiltere ise, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesine dayanarak, antlaşmanın imzalanmasından birkaç gün sonra Musul’u işgal etti. O dönem kimse bu meseleyle ilgilenmedi.. Lozan’a gelindiğinde ise tam bir teslimiyet içinde Musul’u terketmemiz söylendi.. Şimdilerde tarihe; “konunun Birleşmiş Milletler’e götürülmesi kararlaştırıldı” diye yutturdukları o hadise.. Bir sene sonra Haliç Konferansı toplandığında Musul meselesinin yanına bir de Hakkari iliştirildi.. Bize dendi ki; “Musul mu Hakkari mi?” .. 1926’da ise Musul’u terkeden imzaları attık.. Tam da 88 yıl önce, Işid’in Musul’a girdiği gün olan 5 Haziran’da.. bir 5 Haziran’da İngilizlere “alın Musul sizin olsun” demişiz, bir 5 Haziran’da da aynı gücün bölgedeki taşeronu IŞİD Musul’a girmiş ve sözüm ona Musul’u korumakla görevli idare, kenti anahtar teslim egemen güçlere bırakıp gitmiş..
•
Başta dedim ya, Musul konusunda verilen karar doğru mu, değil mi bugünden söylemek ve anlamak zor.. Ama dönemin önemli isimlerinin Musul konusundaki tavırlarına bakarak bir sonuç çıkarabiliriz kuşkusuz. Musul’u İngilizlere bırakan gücün bundan nasıl pişmanlık duyduğunu artık biliyoruz.. Önce Yalçın Küçük, Ecevit’in dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Musul konusunu ciddi ciddi konuştuğunu söylemişti.. Peşinden de Ecevit, bunun kendisine İsmet İnönü’nün vasiyeti olduğunu açıklamıştı.. Ecevit, ile İsmet İnönü arasında geçen konuşma çok önemli.. Ecevit İsmet İnönü’nün kendisini çağırdığını, ‘Musul, Türkiye’nin hakkıdır. O zaman gücümüz ve şartlar uygun değildi. Alamadık. Şartlar elverirse Musul’u alın, bu hakkımızdır’ dediğini söylüyor. Ecevit ayrıca İnönü’nün, ‘Biz bu konuda Atatürk’le aynı düşüncedeydik’ dediğini de aktarıyor.. (Akşam Gazetesi/ Nuray Başaran / 8 Ocak 2005) Demek ki dönemin aktörleri, hata yaptıklarını ya da teslim olduklarını kabul ediyorlar.. Belki de bu yüzdendir Turgut Özal’ın da Musul üzerinde Türkiye’nin hakları vardır, almalıyız dedikten bir süre sonra ölmesi..
•
Bugün “Amman dikkat” diyenlerin önemli bir bölümünün, Musul’u terkeden zihniyetin savunuculuğunu yapıyor olması acaba tesadüf mü?.. Yoksa 1920’lerin yerli işbirlikçileri hâlâ Türkiye’de mevcudiyetini sürdürmeye devam mı ediyor?.. İlle de girelim demiyorum ama, istersek gireceğimizi, kimsenin gözünün yaşına bakmadan ilerleyebileceğimizi, bunun için hiçbir ittifak tanımayacağımızı, uluslararası alanda kendi kanunlarımızı kendimizin yazacağını dosta düşmana ilan etmenin vaktinin geldiğini düşünüyorum.. Kalın sağlıcakla..