Cumhurbaşkanlığı Seçim Süreci ve Gül-Erdoğan Rekabeti!
Müstakbel Cumhurbaşkanlığı seçimi, geçmiş Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden daha farklı bir niyet ve hedefi içine barındırıyor. Bundan ötürüdür ki gelinen aşamada çok önemli bir hâl aldı…
Bu sürecin kilit ismi olan Abdullah Gül ve onun gerek Ak Parti içerisindeki gerekse devlet bürokrasisi içerisindeki kapasitesi ile Başbakan Erdoğan’ın gelecek tasavvuru arasındaki rekabet ve mücadele, her ne kadar “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı ile dışarı sızmasa da, hem devleti, hem Ak Parti’yi hem de Cumhurbaşkanlığı Seçimi Süreci’ni direk ilgilendirmektedir!
Kim ne derse desin; Recep Tayyip Erdoğan'ın, ‘9 Mart 2003 Siirt Milletvekili Yenileme Seçimi'nde meclise girmesinden ve Abdullah Gül başkanlığındaki 58. Hükûmetin 11 Mart 2003’te istifa edip Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 14 Mart 2003'te 59. Hükûmetin kuruluşundan beri, Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasında bir mücadele var. Zaman zaman aşikâr olsa da, genelde sütre arkasında cereyan eden bu ciddi rekabet ve mücadelenin ardında da ciddi küresel ve yerli güç odaklarının mücadelesi var!
24 Nisan 2007 tarihinde yapılan AK Parti Grup toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 11. Cumhurbaşkanı adayı olduğu açıklanması da bu mücadelenin stratejik ve kaçınılmaz bir ürünüydü! Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra, her ne kadar öncelikli olarak kurucusu olduğu Ak Parti tabanının gözündeki itibar ile Başbakan Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “Evdeki %50”nin dışındaki kesimin gözündeki itibara zeval vermemek için bence başarılı bir idare ve liderlik davranışı sergiledi. “Ak Parti iktidarının Çankaya’da ki noteri” yaftası ile gerek “Gezi” sırasında gerekse “17 ve 25 Aralık yolsuzluk iddiaları sürecinde” kendisine Ak Parti politbürosu tarafından yönetilen “içimizdeki İrlandalı” yaftasını da “dengeli” bir şekilde taşıdı!
Her krizde kendi makamında somutlaştırılan “Devlet Aklı”nı uyguluyormuş gibi görünen Abdullah Gül, öte yandan “Ak Parti Aklı”nı temsil ederek mühim bir çıkışlar yapmış ve fırsat buldukça “aktif siyaset” yaptı. Uludere ve Reyhanlı olaylarında da ileri demokrasinin refleksi olarak Başbakan Erdoğan’dan farklı refleksler geliştirdi. İlginçtir, ‘Gezi Eylemleri’nin travma yarattığı ilk günlerde panikleyen ve kaygı seviyesini arttıran Ak Parti teşkilatları, Cumhurbaşkanı Gül ve Bülent Arınç'ın uzlaşmacı tutumlarının devreye girmesine sıkı sıkı sarılmışlardı! Hatırlarsınız, Başbakan Erdoğan’ın meşruiyet alanı daraldıkça alakalı alakasız her yerde atıf yaptığı “sandık” vurgusuna karşın, Abdullah Gül meşru bir hak arama talebi olarak gördüğü Gezi Olayları sonrası “Demokrasi sadece seçim değildir, mesaj alınmıştır” sözü ile hem tansiyonu düşürmüş, hem de yurt dışında olan Başbakan Erdoğan’ın manevra alanını daraltmıştı... Sonradan anlaşıldı ki, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Gezi” krizi günlerinde Cumhurbaşkanını ivedilikle göreve çağıran mesajının Habertürk TV’de alt yazıyla boyna akmasına, Başbakan Erdoğan’ın “Alo Fatih” olayındaki tepkisi, direk Gül-Erdoğan rekabeti ile alakalıydı!..
Hatta Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül arasındaki rekabet, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesinin seçim kanunlaşması şeklinde kalibrasyonlarında siyasi tutuma yansımıştı. Hatırlarsınız Başbakan Erdoğan, Parlamento’ya sevk ettirdiği kanun metniyle, Cumhurbaşkanı A. Gül’ün yeniden seçilmesini men ettirmişti. Metin Parlamento’da kabul edilmiş, lakin kanunlaşma gerçekleşmemiş, Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. Buna göre; Başbakan Erdoğan, yazılı-kati siyasi iradesiyle A. Gül’ün bir daha Cumhurbaşkanı olmasını istememişti. Anayasa Mahkemesi, kanunu öyle hukuki teknikle iptal etmiştir ki, A. Gül’ün halen ikinci kez daha Cumhurbaşkanı seçebilmenin önünü açmıştı!
Çıkarları uyuştuğu müddetçe hiçbir zaman aralarında ki gerginliği ve rekabeti “kardeşim, dava arkadaşım, dostum” kelimelerinin altına süpüren bu iki siyasetçimizin 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi istişarelerinde gelinecek nokta çok ama çok önemli…
Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan’ın bu konuda yaptığı istişarelere dair bana gelen rivayetlere göre; Abdullah Gül Başbakan Erdoğan’ın köşke aday olmasını, aday olduktan sonra partiyi 2015 seçimine kadar Bülent Arınç’a teslim etmesini, Ali Babacan ve Bülent Arınç’ın bu süreçte ekonomi ve AB süreci ağırlıklı bir istikamet gütmesini önermiş. Akabinde yıpranmamış ve bu zamana dek dökülenleri ve kırılanları onarmış bir siyasi figür olarak 2015 seçiminde Ak Partinin başına geçme iradesinin olduğunu ortaya koymuş ve ülkenin müstakbel Başbakanı olmasıyla alakalı istikameti olduğunu Başbakan Erdoğan’a ifade etmiştir. Özellikle son dört yıllık gergin ve kutuplaşma ürünü politikaların yan etkilerinin unutturulacağı, toplumsal uzlaşının ve toplumun diğer kesimleri ile asgari müştereklerin hacminin arttırılması ve AB başkentleri ile tekrar olumlu ilişkilerin kurulmasına yönelik bir yol haritası ile son zamanlarda devlet kurumları içindeki çatışmanın şirazesi kayan kuvvetler arası ilişkilerin düzeltilmesi ile mecburiyetler Abdullah Gül’ün önerileri de bu istişare toplantısında başbakan Erdoğan’a açıkça iletilmiş…
Başbakan Erdoğan her ne kadar partinin başına geçecek ismin önemli olmadığını Ak Partinin başına geçecek ismin kim olduğu kaygısını yaşamadığını söylese de durum öyle değil… İktidar olduğu müddetçe önüne gelen her meseleyi “bana ne faydası var?” penceresinden değerlendirecek derecede pragmatist hatta makyavelist bir tarzı siyaset erbabı olarak maruf Başbakan Erdoğan eğer Cumhurbaşkanlığı adaylığını tescillerse, göründüğü gibi rahat bir süreç yaşamayacaktır.
Hülasa,
1-) Müstakbel Cumhurbaşkanlığı Seçimi, siyasi sistemin kaderiyle ziyadesiyle yakından ilgilidir. Başbakan Erdoğan; halk tarafından doğrudan seçilen bir Cumhurbaşkanı olmak, akabinde Kabine’yi ve Başbakanı, yüksek yargıyı ve başka kurumları sınırlayıcı ve baskılayıcı Anayasal değişiklikleri, 2015 genel seçimine kadar yerine geçecek Başbakanın başkanlığındaki Ak Parti üzerinden yürütmek istiyor. Daha sonra “Partili Cumhurbaşkanı” sıfatıyla Çankaya’da ki makamını iktidar üretecek bir kapasiteye çıkartarak fiili bir Başkanlık sitemine kapı açmak istiyor. Kafasından geçen bu süreci şahısların rekabetiyle boğdurtmamak isteyen Başbakan Erdoğan’ın işi gerçekten çok zor!
2- ) Başbakan Erdoğan her olumsuzluğu ve başarısızlığı itina ile ürettiği iç ve dış “odak”lara ihale ederek manevra alanını genişletmeye çalışsa da, kendisi de çok iyi biliyor ki, kavgası bizatihi kendi iktidarı ile anlamsız bir şekilde rekabete ve kavgaya soktuğu “devlet” iktidarı iledir!
Bence sadece Ak Parti’yi yeni bir söyleme mecbur eden ve çok iyi bir siyasi zekânın ürünü ve dolu bir çalışmanın neticesi olarak gördüğüm “Çatı” adayı hamlesi değil; Abdullah Gül’ün kendisi de, “Başbakan Erdoğan’ın sistem değişikliği ile alakalı gelecek tasavvurunu” devletin geleceği açısından ciddi risk olarak görmektedirler. Her ne kadar 2007’den beri iyiden iyiye etki ve gücü tırpanlansa da, “aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” misali, oyunun içinde tutulsa da, oyunun dışarısında tutulsa da ayrı bir dert olarak görünen Abdullah Gül, gerek Başbakan Erdoğan için gerekse Başbakan Erdoğan’ın bürokratik kapasitesi için Ak Parti’nin istikrarı ve parti içi sulh ve selamet için risk görülmektedir…
3- ) Eğer Başbakan Cumhurbaşkanlığı adaylığını resmen açıklar ve 2015 Genel Seçiminde partinin başına Abdullah Gül’ü taşıyacak süreci yönetecek bir Abdullah Gül çizgisinde birini seçerse bu demek oluyor ki “Fiili Başkanlık Sistemi” veya “Kuvvetli Cumhurbaşkanlığı” projeleri ve bununla ilişkili olarak gördüğüm “Apo-MİT Müzakere Süreci” rafa kaldırılmış olacak… Tam tersi olursa; Abdullah Gül kendisini, “küskün” Ak Partililer ve “Kral Öldü Yaşasın Yeni Kral”cılar ile birlikte önümüzdeki seçimler öncesi yeni bir “çatı” veya 2002 de tedavülden kalkan birçok eğilimi ve partiyi içerisinde barındıran “merkez” parti çalışmaları içerisinde bulabilir!
4- ) Öte yandan müstakbel Cumhurbaşkanlığı seçimi Ak Parti’nin kaderiyle de ziyadesiyle yakından ilgilidir. Ak Partili yöneticiler “Çatı” tercihiyle CHP içindeki görüş ayrılıkları üzerinde muhalif söylemler geliştirse de, kendi içlerinde çok ama çok ciddi bir risk taşıyorlar. Sadece 12 yıllık tek başına siyasi iktidar döneminde değil, 1994 yılından beri yerel yönetimlerden beri devletle sözleşmeli veya memur olarak ilişkili olan Ak Partili kadrolar, Başbakan Erdoğan’ın partinin başından ayrılmasını istemiyor. Cumhurbaşkanı olduktan sonra Başbakan Erdoğan’ın lider karizmasının yerinin dolmayacağını düşünen ve başarıyı “sadece” bu karizmaya bağlayan Ak Partili nevzuhur güçlü sermaye gruplarından tutun, iktidar partisinde görev almanın etiketiyle şahsiyet ve ekmek bulan en alt kademeye kadar ciddi bir çoğunluk, Başbakan Erdoğan’ın partisinin başından ayrılmasını istemiyor. Hatta “Partili Cumhurbaşkanı” unvanı bile onları tatmin etmiyor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.